Nâzım Hikmet, ölmeden iki gün önce yazıp çevirmesi için Ekber Babayef’e teslim ettiği son yazısında “bugünkü romancılarımız arasında en değerlilerinden biri” olarak tanımladığı Yaşar Kemal’den de söz eder.
“Gazetecilik, hele röportaj, mülakat gibi kolları, güzel sanatlardan sayılır bence. Çehov’un Sahalin adasına yaptığı yolculuk üstüne yazdığı röportaj, evet röportaj, bence bir sanat eseridir. Daha ilerisine gidebilirim: Dostoyefski’nin Ölüler Evi bir çeşit röportaj, dahiyane bir röportaj değil midir? ... bizim Türk gazeteciliğinden de bir örnek vermek istiyorum: Türk okurları, Doğu Anadolu’yu, Kürdistan’ı Yaşar Kemal’in, -bugünkü romancılarımız arasında en değerlilerinden birinin- röportajları sayesinde tanıdılar. Bu röportajlar, sadece, gerçeği olduğu gibi filme alan bir sinema şeridi değil, bir sanat filmidirler de.”
Yaşar Kemal Kadirli’nin Hemite köyünde doğdu, ortaokulu son sınıf öğrencisiyken bıraktı. Irgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. 1940’lı yılların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli sanatçı ve yazarlarla ilişki kurdu; 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. 1950’de Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı, Kozan cezaevinde yattı. Bugüne dek kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed’i 1955’te yayımladı. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1995’te Der Spiegel’deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı. Aynı yıl bu kez Index on Censorhip’teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de cezası ertelendi.
Yaşar Kemal, Türkiye’de verilen çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında da yirmiyi aşkın ödül aldı. İkisi yurtdışında olmak üzere kendisine verilen fahri doktorlukların sonuncusu ise 12 Kasım 2014 akşamı sunuldu.
İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampüsü’nde düzenlenen ve gün boyu sempozyumla süren, kendisine fahri doktora unvanının verildiği “Yaşar Kemal Onur Günü” başlıklı etkinlikte, böylesi bir koca adamla aynı dünyada hep birlikte solumanın şansı, onunla umutsuzluğa kapılmamanın huzuru ve varlığının verdiği güven hep hissedildi.
Doğan Hızlan törendeki konuşmasına Adalet Ağaoğlu’nun mesajını ileterek başladı. Çok istediği halde, fizyolojik engelleri nedeniyle gelemediğini belirten Ağaoğlu “...Yaşar Kemal benim için ilk yazıları ve romanlarından bugüne kadar hep kültürel çeşitliklerin destansı bir müzikalitesi olmuştur. Kendisini Ankara’da gizli âşıklar gibi ilk buluşmamızın heyecanıyla kutluyor, kucaklıyorum.” sözleriyle var oldu.
Üniversite rektörü Prof. Dr. Remzi Sanver “Yaşar Kemal’in bir ödülü kabul etmesinin, o ödülü veren kurum için onur” olduğunu vurgulayıp bu unvanı kabul etmesinden dolayı teşekkürlerini sundu. Sanver “Yaşar Kemal külliyatı, Türkiye’nin destanıdır. Bunu yapabilen çok az sayıda yazar ve şairle birlikte, Yaşar Kemal’e, geleceğe kalacak olan görüntümüzü, hikâyelerimizi, menkıbelerimizi de borçluyuz” dedi.
“Bizim çağımızda romancıların başları beladadır. Çünkü insanları en çok yalana, zulme, bütün kötülüklere karşı roman uyarır. Bugün tüketim toplumu diye bir doyumsuzlar toplumu yaratılıyor. Tüketimciler topluma bütün değerlerini aşındıran bir yapay kültür benimsetmeye çalışıyorlar, insanları birer obur canavar haline getirmek istiyorlar. Roman bu toplumu isteyenler için bir tehdittir. Onun için de romanı, bestseller denilen bir yapaylıkla boğmaya çalışıyorlar. Roman böyle bir toplum isteyenler için bir tehlikedir, çünkü roman insanlara insan olduklarını söyler. Onca acıyı, zulmü, savaşı, doğa kırımını romanda yeniden yaratarak yaşayan insan, insan gibi yaşamayı özler, değerlerine sahip çıkar.
Türk edebiyatında büyük yıldızlar vardır. Hikâyeci Sait Faik de bunlardan biridir. O bizim kuşağın ustasıdır. Onu yakından tanıyordum. Bir gün bana ‘gel seninle edebiyata getirmek istediklerimizi anlatalım’ dedi.
Ben de ‘iyi olur anlatalım’ dedim.
‘Başlayalım öyleyse’.
‘Başlayalım’ dedim.
Ve başladık:
‘Bir; benim kitaplarımı okuyan katil olamasın, savaş düşmanı olsun. İki; insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin. Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.’
Bütün kötülükleri saydık, kötülükler uzadı gitti. Kötülükler zulümler bitmiyordu. Sonunda ‘bizim kitaplarımız,’ demeye başladık, ‘eninde sonunda biz iki yazarız. Bu kadar savaşı, zulmü bizim kitaplarımız ortadan kaldıramaz ki’.
‘Kaldıramaz,’ dedim.
Sait:
‘Dur,’ dedi, ‘buldum’ dedi. ‘Bizim kitaplarımız yalnız kalmayacak’ dedi. ‘Nâzım Hikmet de var. Kitaplarımızı okuyanlar onu da okuyacak.’
Ben ‘Melih Cevdet de var,’ dedim, ‘Orhan Kemal de’.
Sonra çok insan çok çok yazar da saydık. Çok kitap saydık.
Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum. Şunu söylemek istiyorum ki ben "angaje", bağımlı bir yazarım. Kendime ve söze ve insanın onuruna bağımlıyım.
Bilinçli olarak ben aydınlığın türküsünü, iyiliğin, güzelliğin türküsünü söylemek istedim. Romanlarım yaşam gibi doğru söylesin, yaşamla birlik olsun istedim. Çünkü yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne kadar gelmiştir.”
Yaşar Kemal olunabileceği her yerde ne sözünü, ne de varlığını esirgemiş, nefesi hep yetmiş destansı bir insan. Törenin samimi başarısı ise, bir arada olunmanın dokunulası coşkusunda ve hemen herkeste eserlerini yeniden okumak dürtüsünü ortaya çıkarmasında aşikârdı.