Leyla Alp

07 Mayıs 2016

Rüyalar Hyde Park, gerçekler emniyet müdürlüğü

Şimdi bana hala “abartıyorsun” mu diyorsunuz?

Hani “kolumu kessen kanım akmaz” der ya insan. Hani öfkelidir, kırgındır… İçine akar acısı… Yarası derindedir… Hayat diye hayal kırıklığı biriktirmişim. Öyle kederliyim… Kızgınım işte en çok kendime… Ama içime akıtıyorum yaşımı. Yüzümde sahte bir gülüş… Her sorana “İyiyim…”

Birden bire onun kapısında buluyorum kendime. Hatta kapısında bile değil evinin içinde… “Sürekli burada ne işim var” diye soruyorum. Neden orada olduğumu bilmiyorum. Kiminle geldim, niye geldim hatırlamıyorum. Bu evden çıkmalıyım… Ev de bir garip. Sanki “Ayşegül tatilde.” Pencere açık tül uçuşuyor… Sanki pencereden içeriye mutluluk akıyor. Evdeki herkesin yüzünü okşayıp baş köşeye oturuyor. Gitmeliyim. Gidemiyorum… Çünkü her istediğin vakit otobüs yok. İki saat daha burada kalmak zorundayım. Evin her yanında kediler dolaşıyor. Tam 17 tane… Garip geliyor… İçindeki herkes mutlu… Ben hariç…

“Benim burada ne işim var?”

Evde sigara içilmiyor. Bir sigara içeyim diye dışarı çıkıyorum. Dış kapıyı açar açmaz uçsuz bucaksız bir yeşilliğin içinde buluyorum kendimi. Öyle güzel bir park ki biraz önce yaşadığım tüm tedirginlik, kaçıp gitme isteği bir anda uçup gidiyor. Kapının hemen yanında Cumhuriyet ve Evrensel gazeteleri duruyor. Yanıma onları alıyorum. İçeri girmemek için iki iyi neden. Ben bunları okuyana kadar otobüs gelir, biner giderim… Gazeteleri alıp yere oturuyorum. Başka insanlar da var. Biraz ilerde bir oyun parkı var. Çocuklar oynuyor. Anneleri tetikte onları izliyor. Gazetelere bakıyorum hay aksi. Bunlar bir ay öncesinin…

“Buralarda gazete bayisi var mı?” diye soruyorum karşıda oturan bir adama. Cevap bile vermiyor. Duymadı herhalde, deyip bir kez daha sesleniyorum. Elimdeki gazeteleri de göstererek. Yine cevap yok. Bu sırada aynı adamın yanına başka bir adam daha yaklaşıyor. Aralarında bir şeyler konuşuyorlar duymuyorum. Ama ikinci adam oldukça sevimsiz bakıyor. Huzursuz oluyorum ama belli etmemeye çalışıyorum. Adam bana doğru geliyor.

“Onlar ne” diyor. “Gazete” diyorum. Bir çırpıda elimden alıyor. “Bunları okuyorsun ha” diyor. “Ne olmuş” diyorum. Sayfalarını karıştırmaya başlıyor. Bir yandan bana bakıyor. Tedirgin oluyorum. “Kimliğini ver” diyor. “Neden” diyorum. “Ver dedim” diyor. Bağırıyor. İkinci adam da onun yanına geliyor. “Polis” diyor öteki. “Kimliğim evde” diyorum. “Git getir” diyor azarlayan bir sesle. Eve giriyorum. Evdekilere sesleniyorum. Yanıt alamıyorum. Gitmişler… Çantamdan kimliğimi çıkarıyorum. Bu arada montumun cebindeki bildiri aklıma geliyor. 1 Mayıs’da uzatılan bir bildiriyi cebime koyduğumu iyi ki hatırlıyorum. Cebimden çıkarıp sobaya atıyorum.

Dışarıdan iki adamın seslerini duyuyorum. Telsizle konuşuyorlar. Kapının arkasına gizlenip telefonumu çıkarıp ev sahiplerini arıyorum. Neden sonra telefon açılıyor. “Neredesiniz” diyorum “yakınlarda” diyor. “Galiba beni gözaltına alacaklar” diyorum. “Olabilir, şaşırmadım” diyor. Ben şaşırıyorum “Anlamadım” diyorum. Bir şeyler yiyor olmalı ve hiç istifini bozmuyor. “Gelmeyecek misin?” diye soruyorum. “Yarım saate gelirim” diyor.  “O zamana kadar beni götürürler” deyip kapatıyorum telefonu.

Telsiz sesleri evin kapısında artık. Kimliğim elimde kapıya çıkıyorum. Sertçe kimliğimi alıyor. “Ne iş yapıyorsun” diye soruyor. ”Gazeteciyim” diyorum. Küçümseyen bir sesle; “şimdi anlaşıldı” diyor. Adım anons ediliyor. Karşıdaki ses “evi arayın” diyor. Neden diyorum. Kızıyor polis. Ne soruyorsun arayacağız diyor. "Ben ne yaptım ki" diyorum. Elindeki iki gazeteyi gösteriyor “bunları nereden buldun” diye soruyor. “Gazete onlar” diyorum “her yerde satılıyor.” “Nereden buldun” diye bağırıyor. Şuradaydı desem ev sahiplerinin başı belaya girecek. Geçiştirmeye çalışıyorum. “Çekil evi arayacağız” diyorlar. Kapının önündeyim. “Burası benim evim değil. Ev sahipleri burada değil” diyorum.

“Neredeler?” diyor bu kez. Ah bilsem… “Bilmiyorum birazdan gelirler.” Birbirlerine bakıyorlar. “Arayacağız” çekil diyor iri yarı olan. “Olmaz” diyorum. “Burası benim evim değil. Benim evime gidelim orayı arayın.” “Sana mı soracağız” diyor, az konuşan.  İkna etmeye çalışıyorum. “Lütfen diyorum. Burası benim evim değil. Ev sahipleri yok en azından onların gelmesini bekleyin.” Kapının önünde iki kollarımı açıp duruyorum.

“Çekil” diye bağırıyor. “Çekilmem” diyorum. İri yarı olan ben savurup atıyor. Bağırıyorum… Çevredeki insanlara sesleniyorum. Kimse bakmıyor. Polis otosu geliyor. İki polis koşarak merdivenleri çıkıyor. Kelepçe takıp zorla arabaya bindiriyorlar.

Ter içinde uyanıyorum…

Evet bu bir rüya ya da kabus… Peki inandırıcı olmayan bir yeri var mı? 17 kediden ve şahane bir parktan başka?  “Böyle şeyler ancak rüya veya kabus olur” diyebilir misiniz?

Geçtiğimiz hafta İMC TV haber müdürü Hamza Aktan attığı tweetler nedeniyle apar topar gözaltına alındı. Tutuklanma talebiyle mahkemeye çıkarılıp adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Toplam 28 gazeteci ve 10 dağıtımcı cezaevinde. 53 gazeteciye Erdoğan’a yayın yoluyla hakaret iddiasıyla soruşturma açıldı.

BİA Medya Gözlem Raporu'na göre, Ocak-Mart 2016 döneminde bir gazeteci Ankara'daki bombalı saldırı sonucu yaşamını yitirdi, 15 gazeteci saldırıya uğradı.  49 gazeteci ve medya çalışanı gözaltına alındı.

 “Canım tamam da senin anlattığın gibi de olmaz” mı diyorsunuz? Benim okumakla suçlandığım yani delil olan Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni ve Ankara temsilcisinin “casusluk ve hükümeti devirmek” iddiasıyla aylarca cezaevinde kaldığını hatırlatırım. Ve yine aynı Can Dündar’a kuş uçurulmayan adliye önünde silahlı saldırı gerçekleştirildi. Ölümden dönen Erdem Gül ve Can Dündar’a ‘devletin gizli belgelerini açıklamaktan’ ceza verildi.

Ben bu yazıyı yazdığım sıralarda bu ülkenin insanlarının tarafsızlığı Anayasa hükümlerince belirlenmiş Cumhurbaşkanı'n bir partiyi olağanüstü kongreye götürmesinin şokunu yaşıyor olması da cabası… Cumhurbaşkanın Başkanlığını fiilen ilan ettiği, Başbakan’ı kendisinin belirleyeceğinin alenen konuşulduğu bir ülkede Şimdi bana hala “abartıyorsun mu” diyorsunuz? Bu yazı burada kalsın. Ve siz bir kez daha düşünün.

@leylaalp