Memlekette en önemli meselelerden biri yaptığınız işe başkalarını inandırma sorunudur. Özellikle iyi bir şey yapılıyorsa yani işin ucunda kişisel bir kazanç veya ikbal yoksa. Bunların büyük fedakârlık gerektiren şeyler olması da gerekmez. Gönüllü yapılan her işe, her eyleme “acaba” refleksi ile bakılır. Sürekli yalanın, sahtekârlığın, kişisel kazançların önde tutulduğu, ‘iyilik’ adı altında insanların elinde avucunda ne var ne yoksa alındığı, dolandırıldığı bir ülkede şüpheci olmak elbette normal bir tavır sayılabilir. “Müslümanlara yardım” adı altında milyonların toplanıp iç edildiği derneklerin olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Bir parça şüphecilik makul görülebilir. Bir de elbette kişi kendinden bilir.
Dikkat edelim insanların duygularını ve inançlarının sürekli sömürenler, dolandıranlar yine bu inanç ve duyguları en ulvi bir şekilde taşıdığını, yaşadığını iddia edenledir. Başlarını duadan kaldırmadıklarını söyleyenlerdir, duaları kirleten. Solcuların insanları dolandırma, kandırma, çalıp çırpma gibi bir huyları genel olarak yoktur. Tarih böyle der hayat böyle der. Karadeniz’de çay ve fındık bahçelerinde köylülere yardım eden onlardır. Hakkari’de köprü yapan onlardır. Sadece döşeği ile İstanbul’a gelen insanların iki göz kondu yapmasına yardım eden gene onlardır. Ve bakarsınız ellerinde nasırdan, ceplerinde delikten gayrı bir şey yoktur. Ve bunu Allah korkusu gereği falan da yapmazlar. Bunu bir insan oldukları için, kendi saygınlıklarına leke sürülmesin diye, insan içine kendileri ve çocukları hani çıkarken başları öne eğilmesin diye yaparlar. Onur önemlidir.
İçlerinde Allah’tan korkusu olduğunu söyleyenlerin yaradılanı yaradandan ötürü sevdiklerini iddia edenlerin en ufak korku ve utanma duygusu olmadan insanlara zarar vermeleri, başkasının emeğine, ekmeğine göz koyması ilginçtir. Daha ilginci ise buna herkesi inandırmaya çalışma çabalarıdır.
KHK kararı ile ihraç edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça iki ayı aşkın bir süre Ankara’da açlık grevi yaptı. Ve sanki bu ülke daha önce hiç açlık grevi olmamış, hiç ölüm orucu yaşanmamış gibi İç işlerimizden sorumlu bakan onların ‘evlerinde gizli gizli yediklerini’ söyledi. Tıpkı 12 insanın öldüğü 1996 yılında yaşanan Ölüm Orucu’nda dönemin bakanı Şevket Kazan’ın söylediği gibi… Nuriye ve Semih gözümüzün önünde gün gün erirken gözaltına alınıp tutuklandı. Haftalardır cezaevindeler. Bakan onların açlık grevi yaptığını artık çok iyi biliyor olmalı…
Nuriye ve Semih açlık grevinin yüzlü günlerini geçti. Muhtemelen hareketleri oldukça yavaşladı. Çünkü su ve şeker dışında hiçbir şey yemiyorlar. Gözlerinde kayma, sese karşı hassasiyet, sıvı almada zorluk gibi sağlık sorunları var. Çünkü gerçekten yemiyorlar.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 15 Haziran’da Adalet için yürümeye başladı. Nuriye ve Semih’in açlık grevi yaptığına inanmayanlar onun yürüyeceğine de inanmadı. Yürüdü… Önünde yürüyen ve onun her hareketini takip eden gazeteci ordusuna rağmen ”Dublor kullanıyor” denildi. Bin odalı sarayda yaşamaya ses çıkarmayıp bir karavanda konaklamasına laf edildi. Adalet yürüyüşü tv ve gazetelerde mümkünse küçük, önemsiz bir haber gibi verilmeye ve yine mümkünse halkın haberinin olmamasına dikkat edilirken onbinlerce insan sıcak demeden, sağlığını düşünmeden asfalt gerçekten yanarken yürümeye devam ediyor. Gerçekten yürüyorlar. İnanmayan gidip bakabilir.
Gerçekten yemiyorlar
Gerçekten yürüyorlar.
Nuriye ve Semih’in gerçekten hiçbir şey yiyip yemedikleri konuşulur ve buna inanılmazken nedense neden açlık grevi yaptıklarına dair sorular pek sorulmadı. Açlık Grevi yapmalarına hiç gerek yok çünkü işten atılmadılar denmedi. Ya da haklı değiller çünkü gerçekten bu iki insan FETÖ’cü” denemedi. Haksız olan kendini yalan ve riya ile besler. Haklı olan canı ile direnir.
Adalet Yürüyüşü için “Bizim yaptığımız yollarda teröristler yürüyor” denildi. “Yürüyüş suçtur” dendi. “Gittiğiniz yol Kandil ve Pensilvanya'nın yoludur” denildi. “Yürüyüş samimi değil” denildi. Ama neden yüründüğü sorulmadı. “Ülkede adalet var neden yürüyorsunuz” denilmedi, denilemedi. Haksız olan hakaret eder, haklı olan başı dik yürür…
Yürüyorlar…
40 derece sıcağın altında yürüyorlar. Provokasyon çabalarına, rabia işaretlerine, küfür ve hakaretlere karşı alkışlarla yürüyorlar. Yollar yürümekle aşınmıyor ama her geçtikleri yolda bir iz bırakıyorlar. Haklı olmanın izi… Gerçek olmanın izi… Bu yürüyüş sonunda ayaklar patlamış, dizlerde derman kalmamış, tırnaklar düşmüş olacak ama bugünden yarına büyük bir miras bırakılmış olacak.
Nuriye ve Semih bir şey yemiyor. Her geçen gün bedenleri ufalıyor. Her geçen dakika ömürlerinden çalıyor. Yemiyorlar… Canlarına bir zarar gelirse sorumlusu devletten başkası değildir.
Gerçekten hiçbir şey yemiyorlar ve gerçekten yürüyorlar.
Çünkü gerçekten adalet yok… Ve emin olun Nuriye ve Semih kazanacak, 40 derece sıcağa rağmen yaşına bakmadan yollara düşüp kilometrelerce yol yürüyen insanlar kazanacak. Çünkü haklılar… Çünkü sadece kendileri için değil herkes için adalet istiyorlar. Adalet talebi adaletsizliğin olduğu yerden yükselir ve o talebe kendi lugatları gereği çamur atanlar, susturmaya çalışanlar eninde sonunda kaybeder… Onlar da bilir biz de biliriz. Zulüm ile abad olanın akibeti berbat olur. Neyse ki biz adaleti herkes için istiyoruz…