Koronavirüs'ten önce evde kalmak bazılarımız için bildik ve genellikle tercih edilir bir yaşam biçimiyken, bazılarımız "sabahlar olmasın" kıvamında yaşıyordu. Her iki durumda da tercih etmeksizin evde kalmak öyle kolay iş değil.
Nazım Hikmet'in pek çoğumuzun ezbere bildiği "Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler" şiirinden feyz alarak ve kadrolu bir yalnız yaşayan olarak hayatı bir nebze de olsa kolaylaştıracak birkaç kelam etmek istedim. Belki başkaları da bunlara ek yapar.
Öncelikle evde kalmak zorunda kalmanın "şahane" bir şey olmadığını kabullenmek lazım gelir derim. Çünkü herhangi bir nedenle bir yerde kalmak zorunda olmanın şahane denilesi bir tarafı yok. Bu yüzden gereksiz yalanlar söyleyip beynimizi yormayalım. Zorunda olmayı kabullenip buna uygun bir tarz geliştirirsek gün daha kolay akıp gider. Hapishanelerde insanlar 24 saati nasıl geçiriyor ve "gün yetmiyor yahu" diye neden söyleniyor sanıyorsunuz. İnsan bulunduğu ortama öyle ya da böyle adapte olabilecek yeteneğe sahip bir canlı. O sebepten can çıkmadıkça kendimizden umudu kesmeyelim. Koronaya inat bir gün daha evde kalmakta da inat edelim.
"Olmuyor, çoook sıkılıyorum" demenin ne kendimize ne de başkasına bir faydası olmadığından şikayetlenmelerimizi yavaşça bir kenara bırakalım. Zaten sığamadığımız ev değil. Kendi kendimiziz. İnsanın kendiyle olması o kadar da sıkıcı bir şey değil. Daha doğrusu insan kendiyle olduğunda sıkılıyorsa başkalarıyla olduğunda da ya sıkılıyor ya da sıkıyor olma ihtimali yüksek. Kendi kendine yetmek gibi büyük boy bir cümle kurmak istemezdim ama asgari ölçüde kendimizi, kendimize yetecek gibi eğitirsek hoş olur. Ya da en azından bugünlerde kendimizle geçinmek için çaba sarf edersek iyi olur.
Hayatımızda bizi bu aralar mutlu eden, huzur veren başka şeyler elbette olabilir lakin "çoook mutlu" falan değiliz onu da kabullenelim. Kendimizi iyi ve sağlam ve güçlü tutmaya çalışıyoruz. Dünya bir virüsle savaşır ve her gün yüzlerce insan ölürken "çoook mutlu" olunmaz. Tedirgin de olunur, kaygılı da. Mesele abartmamakta. En iyisi yaşadığımız durumu ne abartmak ne de küçümsemek. Büyük cümleler etmeye de, küçümsemeye de gerek yok. Hayat bugün bize bunu getirdi. Ve bu bir gün bitecek.
Birilerini aramak, sesini duymak, sohbet etmek elbette insana çok iyi gelir. Bolca yapın derim ama telefon her daim kulağınızda yaşamayın. Bu arada yıllar var ki arayıp sormadığınız arkadaşlarınızı elbette arayabilirsiniz ama sonra "neden bana soğuk davrandı" diye trip atmayın. En son 20 sene önce konuştuğunuz insanın sizi düşünmekten başka dertleri de olabilir.
Bu süreçte çok verimli işler yapan ne bileyim roman yazan, bilimsel buluşlar yapan, beste yapan insanlar da elbette vardır. Korona günlerinde yazılan roman serisini kaygıyla bekliyorum. Fakat "neden bir şey yapmıyorum, yapamıyorum "diye kendinizi yiyip bitirmenize gerek yok. Yapmak istemiyorsanız yapmıyorsunuzdur. Fakat varsa bir beceriniz, niyetiniz deneyin derim. İlham camı açıp perinin beklemek suretiyle gelmiyor. Her ne ise o şey başına oturmakla geliyor.
Sürekli haberleri izlemenin ne kafanıza ne de bedeninize bir faydası yok. Televizyon ile aranıza sosyal bir mesafe koymanızı şiddetle tavsiye ederim. Diziler, filmler gani gani. Pek çok tiyatro online yayın yapıyor. Sanat evinize geldi daha ne diyeyim.
Biz çıkamasak da dışarıda hayat devam ediyor. Bahar geldi. Olduğunuz yerden duyabiliyorsanız kuşların sesini dinleyin. Sokağınıza uzun uzun bakın. Dışarıdan duyduğunuz seslere karışın. Fark etmediğiniz ne kadar çok ayrıntı olduğunu göreceksiniz. Portakal ağacı var mesela tam karşı köşede. Ağaçlar çiçek açtı. Ve bir gün biz o sokaklara çıkacağız. O denizde yüzeceğiz… O gemi bir gün gelecek.
Tavana bakmak da elbette bir seçim. Güzeldir de lakin biraz tehlikelidir. Yani ki öyle sabahlamayın derim. Uyku düzeni iyidir. Ve ne olursa olsun yataktan neşeyle kalkmak için bir neden bulun.
En son ilkokuldaki beden dersinde koşmuş olabilirsiniz ama evdeyken sandalye veya koltuk tepesinden tepesine gezme dışında birkaç hareket yapsanız iyi olur. Malum dolapta duran yemekler bedende öyle güzel durmuyor. Bir de sağlam vücut sağlam kafada bulunur. (Tersini diyorlar ama olsun)
Evin büyüklüğü ya da küçüklüğüne takmayın. Tek başınasınız ve evin ebatları hiçbir zaman sizden daha küçük olmayacak. Büyükse temizlemek de ayrı bir tasa. İnsan evdeyken gözünün önünde sürekli toz zerrecikleri geçiyor. Sürekli elektrik süpürgesi ve temizlik bezi ile dolaşmayın. Maazallah alışkanlık yapar.
"Bu süreçte kendimi öyle sorguladım, böyle sorguladım, bu süreç bana onu öğretti bunu öğretti" gibi büyük boy cümleler kurmak için henüz erken. Düşündük, düşünüyoruz lakin usta asker geçit töreninde belli olur. Yani hele bir normale dönelim o zaman halimize ve pür mealimize bakarız. Ayrıca kimse kendini sorgulamak veya bu süreçten yaldızlı cümleler çıkarmak zorunda değil. Halinden memnun ise insan niye kendiyle uğraşsın. İstiyorsanız uğraşın ama çok da kurcalamayın derim. Çünkü insanın kendiyle uğraştığında karşılaştığı şeyler bazen bir terapist olmadan üstesinden gelinecek şeyler olmayabiliyor.
Böyle vakitler duygusal ilişkilerin 'işkillendiği' zamanlardır. İnsan daha fazla ilgi bekler, daha fazla özen, daha fazla şefkat. Beklerken göstermeyi unutmayın. Seven sevdiğine sevdiğini söylesin demiştim bir aralık. Hayatın kısa olduğunu şimdilerde şimdi anladığımız için değil. Sevdiklerimize söylemeye kıyamayıp sakladığımız o sözler biz de durdukça hiçbir işe yaramadığı için… Söylediğimizde birileri güçleneceği, güzelleşeceği için… İstemekte ve başkasına öğüt vermekte mahirdir insan, iş yapmaya gelince acemiliği tutar. Öyle yapmayın.
Ha oldu ya sevdiğiniz sevmez olur, işte ona "ufak iş" demeyin. "Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir", ağır iştir. Ve benim buna verecek bir öğüdüm yok. Fakat siz birini artık sevmez olduysanız, aceleniz yoksa bu günlerin geçmesini bekleyin derim. Birini öyle soluksuz bırakmanın acısını koymayın korona günleri anılarınıza.
Yani evde 45 gün 60 gün geçmez değil geçirilir, yeter ki solmasın "sol memenin altındaki cevahir".