Leyla Alp

27 Eylül 2015

Bir annenin çığlığı: Oğlumun naaşını verin

Aziz Güler IŞİD’e karşı savaşmak için Rojava’ya gitti ve orada yaşamını yitirdi; tıpkı sizin evladınız gibi bir anne ve babanın canıydı

İnsanı dehşete bırakan günlerden geçiyoruz…  Yerine mıhlayan, çaresiz bırakan… “Bu kadar da olmaz” dedirten. Ve “bu kadar da olmaz” dediğimiz ne varsa ardı ardına yaşadığımız. 35 günlük bebeğin ölümüne tanık olduk. Derin dondurucuda bekletilen ölülere. Oyuncak götüren gençlerin parça parça edilişine. Sonra aynı gençlerin “terörist” ilan edilişine. Gittikçe artan bir arsızlıkla, gittikçe artan bir şiddet yaşıyoruz. Gittikçe ayrışıyor, gittikçe yalnızlaşıyoruz. Ve en kötüsü, kötüleşiyoruz. Çirkinleşiyoruz. Bir an sadece bir an düşünsek belki değişecek birçok şey. Bir an sadece bir an “neden” diye sorsak ve gerçekten yanıtını arasak belki aralanacak bir kısım karanlık. Ama kendi bildiğimiz yolda, kendi doğrularımızla ve ezber ettiğimiz kendi yanıtlarımızla aynı yolda şaşmadan yürüyoruz.

Şimdi bırakalım ezberleri.  “Ama”ları, “fakat”ları bir düşünelim.

Bir evladınız var. Hani gözünüzden sakınıp bin bir çileyle büyüttüğünüz. Hani eline kıymık batsa canınızın yandığı… Ateşi çıksa sizin yüreğiniz yanardı. Hani ilk adımı attığı gün mıh gibi aklınızda olan. Hani “anne” diye ilk seslenişi. Okula gittiği ilk gün… Alfabeyi söküşü...

Hani koştuğunda düşer bir yerini kırar, kanatırsa diye içinizin titrediği…

Hani uykusunda terledi mi acaba diye kalkıp defalarca kontrol ettiğiniz…

Hani siz sımsıcak sarılışı… Hani “annem” dediğinde dünyaların sizin olduğu hani “babam” dediğinde yaşadığınız sevinç…

Hani masal okuduğunuz, ninniler söylediğiniz...

Hani yolunu gözlediğiniz, geç kaldığında pencereden ayrılmadığınız…

Hani bazen kıyasıya kavga eden sizinle, hani kızdığınız, öfkelendiğiniz ama yine de kıyamadığınız… Yani sizin bir parçanız. Yani canınız, kanınız… Yani evladınız…

İşte o yok… Sizin evladınız sizden önce öldü…

Dünyanın bütün dillerinde evlat acısı aynıdır. Hani “evlat acısı göstermesin” diye sözümüz var ya. Oradan düşünün. Evlat acısının yerine konabilecek başka büyük bir acı yok. Yaşamasanız da bilirsiniz.  Ölüme ve öldürmeye hiç o kadar yakın olmamışsınızdır. Sizden bir parçayı alan hastalığa, kazaya, talihsizliğe lanet edersiniz. Ve dünyanın her yerinde evladını kaybeden anne ve babaların bir yarısı gider. Gözlerine evlatlarının yokluğunun acısı oturur. Asla silinmez. Siz o gözlere bakmaya çekinirsiniz ama onlar o gözlerle artık sığamadıkları dünyaya bakarlar. Öyle kahırla…

Onun nasıl öldüğünü, ne yaparken öldüğü önemli değildir. Haklı ya da haksız oluşu. Sizin karşı olduğunuz bir dava uğruna ölmüş de olabilir. Ama “oh olsun” diyemezsiniz. “Kendi seçimiydi” deyip geçemezsiniz. Başkalarının çocukları için söylediğiniz, söyleyebildiğiniz her şey sizin evladınız olduğunda ağzınızdan ve yüreğinizden çıkmaz, çıkamaz.

Aziz Güler IŞİD’e karşı savaşmak için Rojava’ya gitti ve orada yaşamını yitirdi. Tıpkı sizin evladınız gibi bir anne ve babanın canıydı. Bir annenin sevgili yavrusu, bir babanın kıvançlandığı evladı, bir ağabeyin hiç büyümeyen sevgili kardeşi…

Birinin sıra arkadaşı, birinin lisede okulu birlikte kırdığı sırdaşı. Birinin yoldaşı…  Ama en çok annesinin bir tanesiydi Aziz. Çünkü kaç tane evladı olursa olsun bütün anneler için her evlat onun “bir tanesi” dir.

Şimdi Aziz’in annesi Elif Güler evladını son bir kez göremiyor. Onu son yolculuğuna uğurlayamıyor. Çünkü Aziz’in cenazesi Rojava’da ve devlet sınırdan geçişine “güvenlik” gerekçesiyle izin vermiyor. O sınırdan bomba yüklü araçlar, silah dolu tırlar geçti. O sınırdan eli kanlı katil çeteleri geçti. Ama bir annenin son yolculuğuna uğurlamak istediği evladının cansız bedeni geçemiyor.

Hem de bayram gününde… 21 Eylül’de yaşamını yitiren Aziz’in cenazesi hala orada. Annesinin bir tanesi Rojava’da bekletiliyor.

Şimdi kalbinizi yoklayın… O sizin evladınız olabilirdi. Sizin bir taneniz… Ne hissederdiniz? Bir annenin evladını kaybettiğinde duyacağı hafifletecek bir şey yok. Ama bir annenin evladını uğurlamasını ve onu bir mezara koymasını engelleyecek zalimliği, gaddarlığı tarif edecek bir kelime de yok. Bu zalimlik açıklanamaz, anlaşılamaz, hoş görülemez. “Ama” denilemez.

Aziz’in ailesi evlatlarının cenazesinin kendilerine verilmesi için bir imza kampanyası başlattı. Bir aile düşünün ki evladının cansız bedeni kendilerine verilsin diye destek istiyor. Kendinizi onların yerine koyun. Eğer hala içinizden bir ses isyan etmiyorsa, eğer hala yan odada oturan, uyuyan ya da “akşam geç geleceğim” diye mesaj atan evladınızı düşünün. Eğer hala içinizde bir şey değişmiyorsa bir de onların yayınladıkları mesajı okuyun…

Eğer hala… Ne diyeyim. Yine de siz evlat acısı görmeyin…

“Oğlumuzu, evladımızı, canımızı istiyoruz! Oğlumuz-kardeşim Aziz Güler’i 21 Eylül 2015 tarihinde Rojava’da kaybettik. Naaşı şu an orada. Oğlumuzun- kardeşimin cenazesini devlet- hükümet yetkilileri bize vermiyor. Aziz, bu toprakların çocuğu. Bu topraklarda doğdu, büyüdü, okudu, çalıştı, yoksul insanlar için mücadele etti. Şimdi O’nu kaybettik. O’nun ruhu ve bedeni ancak doğup büyüdüğü bu topraklarda, çok sevdiği halkının ve arkadaşlarının yanında huzura kavuşacak. Aziz’imizi yaşarken hiç yalnız bırakmadığımız gibi kaybettikten sonra da yalnız bırakmayacağız. Bunun için oğlumuzun- kardeşimin naaşını istiyoruz. O’nu her gün ziyaret etmek için, O’na olan hasretimizi biraz olsun gidermek için, O’nu her zaman sevgiyle kucaklamak için bedenini istiyoruz. Oğlumuzun-kardeşimin cenazesini ailemizin yaşadığı İstanbul’da defnetmek istiyoruz. Ancak başvurduğumuz makamlar Rojava’dan hiçbir cenazeyi Türkiye’ye kabul etmediklerini, Bakanlar Kurulu kararı olduğunu söylüyorlar. Hiçbir yasa, karar, yönetmelik insanlık değerlerinin üstünde olamaz. Acımızı yaşamamıza izin verin. Acımıza saygılı davranın. Tarifi imkansız acımızı kısmen azaltmak için oğlumuzu bize verin.
Annesi: Elif Güler, Babası: Mehmet Güler, Ağabeyi: Ersin Umut Güler


Olur ya Aziz’in, annesinin bir tanesinin cenazesi verilsin diye düşünürseniz burayı imzalayın.