Leyla Alp

09 Şubat 2025

Belki de aşk lazım değildir

On yıl sonra aşkı nasıl konuşacağız, bilmiyorum. Belki de konuşmaya değer bir şey bulamayacağız. Belki de çoktan başka şeylere razı olacağız. Şarkılardaki, şiirlerdeki, romanlardaki gibi bir aşk sanırım artık mümkün değil; şarkıda söylendiği gibi belki de lazım da değil…

Bundan tam on yıl önce bu köşede “Lütfen aşkı rahatsız etmeyiniz!” başlıklı bir yazı yazmıştım. On yıl içinde aşk da dahil pek çok şey rahatsız edildi ve edilmeye devam ediyor. On yıl içinde binlerce kadın, onları sevdiğini söyleyen erkekler tarafından öldürüldü. Sevdiği tarafından terk edildiği ya da sevilmediği için hayatına son verenler de oldu, ama sayılar kıyas kabul etmeyecek kadar farklı. Zaten mesele de bu değil…

Bu süreçte aşkın kendisi de dönüşüme uğradı. Aşk şarkılarının ozanı Sezen Aksu bile "Belki de Aşk Lazım Değildir" diye bir şarkı yazdı, Sertab Erener’den dinledik. Artık ‘sıcacık bir el’ bile yeterliydi. Lakin o bile zordu. Bazılarımız yoruldu, bazılarımız vazgeçti.

Çok şey yaşadık son on yılda. Hem kişisel tarihimizde hem ülke tarihinde. Kendi küçük kabuklarımıza çekilip, perdelerimizi kapatıp yalnızlığımıza sarılmak daha güvenli gelmeye başladı. Üstelik bunun yaşla da ilgisi yok. 20 yaşındaki biri de "kimseyi çekemem" diyor, 50 yaşındaki biri de. Çünkü hayat zaten yeterince yorucu ve karmaşık.

Eskiden filmlerde, şarkılarda gördüğümüz o sarsıcı, sürükleyici aşklar sadece birer nostalji. Acaba büyürken dinlediğimiz hikâyeler, eski şarkılar, filmler mi abarttı aşkı? Yoksa zamanla aşkın özü mü yıprandı? Üzerine bu kadar konuşup didiklediğimiz için mi yorduk, yorulduk? Belki de her ikisi de… Önce aşkı fazlasıyla yücelttik, sonra onu yıprattık. Önce imkânsız aşklar yazdık, sonra aşkı mümkün kılacak hiçbir şey bırakmadık. Aşk, belki de hep fazla yüceltilmişti. Hep daha fazlasını bekledik; sarsıcı, tutkulu, yıkıcı aşklar istedik. Ama belki de aşkın özü, hepimizin düşündüğünden daha sakin, daha sessizdi. Küçük anlarda gizliydi. Yetinemedik…

Şimdi tek eşlilikle bile alay edilen, adı konulmamış ya da konulmak istenmeyen ilişkiler çağındayız. Kuyumcu reklamları bile adı konulmamış ilişkilere oynuyor. Öyle ya, sevgili dışında pek çok kavram girdi hayatımıza: situationship, benching, breadcrumbing, one night stand, friends with benefits… Pek çok insan, “Peki şimdi biz neyiz?” sorusunu ya soruyor ya da sordurtuyor. Çünkü bir ilişki artık tanıma anlama, emek verme, bağlanma değil, love bombing, gaslighting, ghosting aşamalarından geçiyor.

Sosyal medya sayesinde erişilebilirliğin bu kadar kolay olduğu, her şeyin hızlıca tüketildiği bir çağda birini sevmek için zaman ve emek harcamak oldukça zor. Ne tezat değil mi? Tek bir tık ile yüz binlerce insanla iletişim kurabiliyoruz ama biriyle gerçek bir bağ kurmaya çekiniyoruz. Hem hayatımıza neşe ve renk katacak yeni sesler arıyoruz hem de o sesi duymamak için kulaklarımızı tıkıyoruz.

Sevdiğimizi, ayaklarımızın yerden kesildiğini sandığımız adının aşk olduğundan emin olduğumuz ilişkileri bile kısa ömürlü yaşıyor, hızlıca tüketiyoruz. Kapımız hep aralık… Çünkü kalmaya niyetimiz yok. Çünkü kalmak demek, zaman ayırmak, emek vermek, kırıldığında onarmak, eksildiğinde tamamlamak demek. Oysa biz, bir şey kırıldığında değiştirmeye, eksildiğinde terk etmeye alıştık. Yüzleşmek yerine kaçmayı, anlamaya çalışmak yerine vazgeçmeyi öğütleyen bir çağdayız. Birini sevdiğimizde, ona alıştığımızda, onun parçamız haline geldiğinde, ayrılığın ne denli acıttığını bildiğimiz için en baştan hiç bağlanmamayı tercih ediyoruz. Kapıyı açık bırakıyoruz, çünkü her an çıkmaya hazır olmak, kalmaktan daha güvenli geliyor. Güvenli mi gerçekten? Yoksa bizi koruyormuş gibi görünen bu kaçışlar aslında derin bir yalnızlığa mı sebep oluyor?

On yıl sonra aşkı nasıl konuşacağız, bilmiyorum. Belki de konuşmaya değer bir şey bulamayacağız. Belki de çoktan başka şeylere razı olacağız. Şarkılardaki, şiirlerdeki, romanlardaki gibi bir aşk sanırım artık mümkün değil; şarkıda söylendiği gibi belki de lazım da değil… Ama bildiğim bir şey var: şu canına yandığım dünyada, etrafınızdaki her şey sizi yere düşürmeye, topumuzu kesmeye çalışırken, iyi bir oyun arkadaşıyla çelme takmak kadar şahane bir şey yok. Ve bu da ancak yaşarken yapabileceğimiz bir şey… Kalbimiz hâlâ atabilirken… Çünkü ölünce sevemeyeceğiz hiç kimseyi. Birine söylemeyi düşünüp de bir nedenden sakladığımız kelimeler de bizimle ölecek. Ayıramadığımız vakitler de… Göstermeye çekindiğimiz sevgi ve şefkat de. Ve bu ölünce bizi kimin yıkacağından daha önemli…

Bir insanın kendini tamamlaması için aşk lazım değildir, fakat sevmeden geçirdiğimiz bir ömür kesinlikle eksiktir…