Leyla Alp

28 Şubat 2021

Açlığı konuşmamız lazım

Uzaya gidince ne olabileceğini değil, yere bastığımız şehirlerde insanların geçinebilmek için nelere katlandığını konuşmamız lazım. Hangi siyasetçinin hangisine ne dediğini, kavgasını, hakaretini değil, temiz su giremeyen evleri konuşmamız lazım.

100 kişiden 39’u temiz içme suyuna erişemiyor; 5 hanenin 1’inde çamaşır makinesi, 10 hanenin 1’inde buzdolabı yok.

100 kişinin 14’ü gıdaya hiç erişemiyor; yüzde 49’u belirli besin gruplarına ulaşamıyor; yüzde 53’ü atlıyor.

 Yüz kişiden 74’ü bebeklerine bez ve mama alamıyor; yüzde 65’i maske ve kolonyaya erişemiyor

Bu veriler Derin Yoksulluk Ağı’nın İstanbul’un 12 ilçesinde 103 aile ile yaptığı araştırma sonuçlarına ait.

"20 yıldır güvencesiz insanlarla çalışıyorum, bugünkü gibi bir yoksulluk hiç görmedim. Yeni doğum yapan birçok kadının sütü beslenemediği için kesiliyor, anneler bebeklere hazır çorba içirmek zorunda kalıyor"

Bu sözler de Derin Yoksulluk Ağı’nın kurucularından Hacer Foggo’ya ait. Geçen hafta Hacer Foggo ile Gazete Kadıköy için bir söyleşi yaptım. Malum pandemi koşullarında online konuştuk. Sorarken boğazım düğümlendi. Sesim içime kaçtı. O anlatırken yirmi yıllık deneyimine rağmen yutkundu, tavana baktı.

Araştırma İstanbul’un 12 ilçesini kapsıyor. Lakin Türkiye’de çok farklı bir durumda değil. Türk-İş’in raporuna göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 2 bin 719 TL'ye, yoksulluk sınırının ise 8 bin 856 TL'ye yükseldi. Hacer Foggo’nun bahsettiği insanların aylık kazançları ise ortalama 700-800 lira.

İktidar "yoksulluk yok çünkü akıllı cep telefonu alabiliyorlar" diyor. "Son model telefon almayın canım siz de" diyor ‘çok’ önemli bir gazeteci.  "Bu bir sistem sorunu" diyor muhalif olan. "Oy vermesinler" diyor öteki. "Keşke yok deyince yok olsa" diyor Hacer Foggo. Açlıktan eridiği için bezi büyük gelen çocuklardan bahsediyor,  ‘yok’ dedikçe yoksulluğun ve açlığın daha da derinleştiğinden.  Önümüzdeki yıl bir milyondan fazla çocuğunu okulu bırakacağından çünkü çalışmaya başladığını anlatıyor. Çocuklar bu sistemin tabelalarını okusun diye, bu sistemin okuluna gidebilsin diye çabaladıklarını söylüyor.


Fotoğraf: Özge Ergin - Derin Yoksulluk Ağı

Yoksulluk nedir?

Ay sonunu nasıl getireceğini düşünmek yoksulluktur.

Bir gıdanın içeriğine değil, fiyatına bakmak yoksulluktur.

Fatura yüksek gelmesin kombiyi kısıp diye battaniyenin altında oturmak yoksulluktur.

Organik olduğu için değil, daha ucuz olduğu için eve çuvalla un alıp ekmek yapmak yoksulluktur.

Pazara gitmek için akşam saatlerini beklemek yoksulluktur.

Eskiyen botun yerine yenisini alamayıp, tamir etmeye, ettirmeye çalışmak yoksulluktur.

Temizlik maddelerinin en az zararlısını değil çok ve ucuz olanı seçmek yoksulluktur.

Yarım kilo kıymayı üç ayrı yemeğe bölüştürmek yoksulluktur.

Yaşam standardının düşmesi yoksulluktur. Eskisinden daha fazla hesap yapmak zorunda kalmak yoksulluktur.

Açlığı konuşmamız lazım

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2019 yılı yoksulluk oranı yüzde 14,4. Bu oranın 2020 yılında ne kadar artmış olabileceğini en iyi kendimizden biliyoruz. Yani hadi şimdi denip bugünden yeni ekonomik politikalar uygulanmaya başlansa yoksulluğun sona ermesi yıllar alacak. Bunu ben değil alanında uzman insanlar söylüyor. Geçenlerde konuştuğumuz Nesrin Nas onlardan biri. Nas, "İnsanlar nasıl hayatlarına devam edecek?" soruma bütün bunların konuşulmadığı yanıtını vermiş ve şunları söylemişti:

"Ülke ortadan ikiye bölünmüş durumda. Yasalar da, ekonomik paketler de ona göre uygulanıyor. Gerçek gündemi saklamak, gerçek gündemin konuşulmasını önlemek için uğraşıyorlar. "Açız", "geçinemiyoruz" denildiği zaman insanlar hemen bir takım araçlarla ideoloji, kimlik, inanç eksenine sıkıştırılıyor. Ve bu eksende tekrar bölme ve ayrıştırma yapılarak toplum yönetilmeye çalışılıyor. Ve ne yazık ki muhalefet de iktidarın kendisine dayattığı söylemi alıp benimsiyor."

Yoksulluğu kısa vadede gidermek mümkün değil ama açlığı azaltmak mümkün. Bunu yapabilmek için ise konuşmak gerekiyor. Hangi vakitte nasıl seçim olacağını, kimin hangi bölgeden vekil olabileceğini değil, o bölgede gıdaya erişemeyen insanları konuşmalıyız. Uzaya gidince ne olabileceğini değil, yere bastığımız şehirlerde insanların geçinebilmek için nelere katlandığını konuşmamız lazım. Hangi siyasetçinin hangisine ne dediğini, kavgasını, hakaretini değil, temiz su giremeyen evleri konuşmamız lazım.

Market çöplerini karıştırıp yiyecek arayan insanları konuşmamız lazım.

Pazar yerlerinde dökülen yiyecekleri toplayan kadınları konuşmamız lazım.

Okulu bırakıp eve ekmek götürmek için çalışmaya başlayan çocukları konuşmamız lazım.

Açlıktan sütü kesilen anneleri konuşmamız lazım.

Hayatında hiç yeni ayakkabısı olmayan çocukları konuşmamız lazım.

Faturasını ödeyemeyip elektriği kesilen, karanlıkta oturan yaşlıları konuşmamız lazım.

Buzdolabı olmayan evleri, bez diye naylon poşet bağlanan bebekleri konuşmamız lazım.

"Bu bir sistem sorunu" deseni de, ‘yok’ saysanız da açlığı konuşmamız lazım.  Çünkü faturalar birikiyor. Çünkü evlere giren gıda her geçen gün azalıyor. Çünkü hesap – kitap tutmuyor. Çünkü çocuklar açlıktan eriyor.

Muhalefetinden, iktidarına, sendikasından, sivil toplum kuruluşuna ‘yüksek siyaset’ konuşmayı bırakıp açlığı konuşmamız lazım. Çünkü evlerde bu konuşuluyor. Çünkü anne- babalar " karnım aç" diye ağlayan bir çocuğu nasıl avutacağını bilmiyor.