Şebnem İşigüzel
Dedem, doğduğu evi,
“Öyle geniş bir toprağın ortasındaydı ki hiç komşumuz yoktu,” diye anlatırdı.
Bu sözler, komşusuz olmak, Bir Aile Tarihçesi, Bir Yaşamöyküsü altbaşlığıyla yayınlanan Venüs romanımın çilek tarlalarıyla dolu çiftliğine ilham vermişti. Romanın kadın kahramanları kimseyle komşuluk etmeden yaşar, kendilerini kapattıkları çiftlikte karlı İstanbul manzarasını çubuk tüttürerek seyreder, bacası tütmeyen evlere kahyalarını gönderip baktırırlar. “Burası bizim cumhuriyetimiz,” dedikleri topraklarında kimseyle komşuluk etmeden mutlu mesut yaşasalar bile karlı havalarda dumanı tütmeyen bacaları gözleyecek kadar komşuluk müessesinin parçası olmak isterler. Komşularını merak ederler.
Ne kadar geniş topraklar üzerinde yaşarsanız yaşayın komşusuzluk mümkün değil. Mutlaka bir şeyle yan yana, komşu olmaya mecbursunuzdur. Komşuluk da hakikaten mecburiyettir. Bu mecburiyet nezaket ister, anlayış ister, tahammül ister, görüp de görmemiş, duyup da duymamış gibi yapmak ister. Komşular birbirini kıskanır, sever, muhtaç olur, yardım eder, ötekinin malında gözü olur, hiç olmadı külüne muhtaçtır. Atasözleri bize hep bunu söyler.
Yani ?
Yani neresinden bakarsanız bakın zor iştir. Müzede resim, haritada ülke olsanız bile yanınızda, ötenizde, berinizde komşularınız vardır. Yan yana olmaya kalmaya durmaya mecbur bırakıldıklarınız. Onlarla nasıl geçineceğinizi daha çok onlar belirler. Ona kalırsa da siz. Aslında ikiniz birden. Onun sevincini ve üzüntüsünü paylaşmamak mümkün değildir. O’nda olan size de sirayet eder. Sünger gibi kavgayı gürültüyü neşeyi muhabbeti çekersiniz üzerinize. Sizi hiçbir çit hiçbir duvar hiçbir sokak ayrı kılamaz.
Komşunuz neşeliyken ya da ölürken durum sizin için tam tersi olabilir: Susarsınız, anlayış gösterirsiniz, “Şurada komşuyuz” dersiniz. Ya da kendi duygunuzu, zıt kutbunuzu belli edersiniz. Özünde birbirinizi itersiniz. Zor. Yorucu. Bence dedemin “hiç komşumuz yoktu” demesi kuyruklu yalan. Onlar görmese bile Arnavut Tevfik Naki Bey’in pek şımarık ve züppe oğullarını gözetleyen meraklı gözler olmalı etrafta. Merak, komşuluğun pan zehiri zira.
Bu zor ilişkinin kendisini atasözleriyle, kıssadan hisselerle, fıkralarla kendini ele veren toplumsal, geleneksel dinamikleri var elbette.
Çocukluğumuzun unutulmaz tekerlemesindeki gibi mesela: “Komşu komşu oğlun geldi mi ?” diye başlayan… Devamını getirmeye gerek var mı ? “Ne getirdi ? İnci boncuk. Kime kime ? Sana bana.” Komşuyla iz düşümü olmak, birbirine yansımak, aynalamak, bu sıkıntılı müessesenin diğer yüzü.
Ailem kırk yıldır aynı sokakta oturuyor. Komşular aynı. Bazıları öldü. Kimileri ayrıldı. Çocuklar büyüdü, evlendi. Torunlar oldu. Toplumun küçük bir kesiti gibi çalıştı sokak. Zevkler, renkler, politik fikirler, tercihler farklılık gösterebiliyordu. Ancak anlayış diye bir şey vardı. Saygı. Kabul: Çok aykırı, farklı uç bir örnek yoktu aralarında. Sağ sol. Kürt Türk. Alevi Sünni. Daha ne olsun diyenlere farklı cinsel tercihleri, hristiyanları, azınlıkları hatırlatırım. Bildiğimiz bu iki örneğin olmadığıydı. Yetişen çocukların tercihleriyle zamanla bunlar da olmaya başladı. Değişen cinsel tercihler, evlenilen kişilerin dini gibi. Çünkü bu sokaktaki komşu çocuklarının bazıları tekerlemedeki gibi eve dönmüştü. “Oğlun ne getirdi ?” sorusu boşuna değildi yani. İşte o zaman komşuluk ilişkilerinin memleketin haleti ruhiyesine bağlı olarak nasıl değiştiğini görmek mümkün oldu. Herkes sınırlarını çizmekle meşguldü. Kendi istediğini kabul ettirmekle. Sokağı kendi istediği gibi dizayn ettirmeye çalışmakla. Kırk yıllık sokak tarihinde ilk defa “biz-siz” ayrımı başladı. Oysa bu sokak ne badireler atlatmıştı. Hep birlikte atlatmıştı. 12 Eylül askeri darbesi, yangın, deprem, doğalgaz patlaması, hırsızlık, linç, kayıp, şiddet, hastalık, sinir krizi gibi gibi. Toplum ayrıldı, komşular saflaştı. Eve dönen oğullar ve kızlar komşularının farklılıklarını ve dünyasını kabullenmedi, red etti. Böylece evlerin, ailelerin, kısaca sokağın tarihi başka türlü bir geleceğe evrildi. Memleketle, toplumla ortak bir geleceğe.
Toz yapıyor diye komşusunun kırk yıllık akasya ağacını kestirmek için belediyeyi çağırmak, olmadı ağacı kurutmak için köküne ilaç dökmek bu yeni geleceğin icat edilmiş komşuluk anlayışıydı. Herkesin biricik bir ben’i vardı ve komşusunu kabullenemiyordu. Oysa bu sadece benim canım dedemin çocukluğunda sahip olduğu, sonrasında Venüs romanımın kahramanlarına devrettiği bir lükstü.
Komşu karışır, komşu nazar eder, komşu küser, komşu kıskanır, komşu nispet yapar komşu sizi çileden çıkartırdı. Komşuluk bunun için vardı. Tam tersi pozitif duygular da olabilirdi. Ama kabul edelim siz kendi halinizdeyken müdahale eden bir şeydi komşu. Evet komşu müdahale etmek demekti. Hadi olumlu tarafından bakalım paylaşmak. Komşu arkadaşlık etmek demekti ve asla yalnız değilsiniz anlamına geliyordu.
Yeni zaman komşuluk ilişkilerini elbette eğdi büktü, görünmez hale getirdi. Bilhassa büyük kentlerde. Yani herkes dedemin çocukluğundaki gibi olmayan komşulara sahip oldu. Eski köklü mahallelerin komşuluk geleneği ise eve dönen yeni kuşakla birlikte değişti. Hatta yerle bir oldu. Çoğu yerde komşuluk kentsel dönüşüme kurbanı gitti. Ama tuhaftır kılık değiştirse bile hep oldu. Yenilmesi ve ortadan kaldırılması imkansız bir müessese komşuluk. Çünkü hayatta her şey yan yana ya da karşı karşıya durur ve asla yalnız değildir. Karlı kış günü tütmeyen bacaları gözleyen birileri muhakkak vardır.
İyi bir komşu her pazartesi T24'te İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 15. İstanbul Bienali, “iyi bir komşu” başlığını taşıyor. Mahallelerin ve ev içi yaşantılarının dünyanın her yerinde geçirdiği köklü değişimler, bir arada var olma şekillerimizin uğradığı değişimleri konuşmayı da zorunlu kılıyor. “iyi bir komşu”nun kim olduğu, aynı zamanda kendimizin “iyi bir komşu” olup olmadığı sorusunu soran İstanbul Bienali, T24 işbirliğiyle internet ortamında bir sohbet başlatıyor. Bienal başlayana dek her pazartesi sürpriz bir yazar, sanatçı, akademisyen, mimar, psikanalist veya gazeteci T24’te “iyi bir komşu” hakkında yazıyor. 15. İstanbul Bienali İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 1987 yılından bu yana düzenlediği İstanbul Bienali’nin 15'incisi, 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünde, “iyi bir komşu” başlığıyla gerçekleştirilecek. Koç Holding sponsorluğunda düzenlenecek ve iki ay boyunca ücretsiz olarak gezilebilecek 15. İstanbul Bienali’nde, birbirine komşu mekânlarda yer alacak serginin yanı sıra bir dizi performans ve konuşma da düzenlenecek. |