Deniz Gül
Bakın şöyle olmuştu. Biz aşık olmuştuk, aynı anda aşık olduğumuza inandığımız günlerdi. Sevgili olalım dedik. Olmadı. Arkadaş olalım dedik. Kardeş, Bacı, Aile, Anne, Metres, Manita, Kurban, Eş. En sonunda hah, dedik, Komşu olalım. Telefonda isimlerimizi değiştirdik. Komşu yaptık. Komşu olmanın avantajlarını birbirimize saydık. Gel - git de yapabilirdik, birlikte yemek de. Birbirimizi dikizleyebilirdik ama kimse kimseye hak iddia edemeyecekti. Birbirimizle bir mülkiyet ilişkisi kuramayacaktık ve ayrılamayacaktık da; keza insanın kendi evinden taşınması neredeyse ömürlük bir işti. Böylece mükemmel bir şekilde elimizi kolumuzu birbirimize bağladık. Birbirimizden ayrılmak için kendimizden taşınmamız gerekiyordu. Birlikte olmak için de. Ayrılmak istemiyorduk. Birlikte olamıyorduk. Ara bir bölge bulduk. Sınırlar çizildi. Adını koyduk: Komşuluk.
Maceramız uzun sürmedi. Mülkiyetle yüzleştik. Kendi evlerimizin kırılan gururuyla, uçan çatısıyla, burnu akan duygulanımlarıyla kitlenerek birbirimizi asla duyamadığımız girdaplara bıraktık. Sınır savaşları keskinleşti. Ondan bana uçan kuşları karşılayamadım. Kirpilerin dikenine, kirpiklerin uzun kapanışına teslim oldum.
Tapınaklarda dolaşmaya başladım. İçlerinde hikaye olmayan tapınaklar hoşuma gidiyordu. Taştan boşluklara girip çıkıyordum. Başkaları da aynı boşluğa girip çıkıyorlardı. Tapınak kimsenin değildi. Yerde yuvarlanan bir taş buldum. Kendime, “Sen misafirsin” dedim. Belki de taş bana dedi.
Evle ilişkim değişiyor. Ev benim oyuncağım/nesnem değil. Ev benim değil.
Evle ilişkideyiz.
Eğer mekansal ve zamansal uyarılmalarla komşuluğu algılıyorsak, iki örnek üzerinden ilerleyebilirim. Üst kattan halı silken komşu: Mekansal uyarılma (komşuluk); boğaza ve göze komşunun kirinin/tozunun kaçması. İki ev arasında laf taşıyan hizmetli: Zamansal uyarılma (komşuluk); kulağa kaçan ev hali. Sınırların aşınması, geçişkenlik, mekan duygusunun bölünmesi. Ev halinin, etraftan yaka paça saklanan sırların yarı kamusal, yarı özel alanının içinde dağıldığı, bir diğerine istemli/istemsiz tanıklık ettiğin, tanımı yabancı, tanımı tanış, tanımı arkadaş, tanımı düşman olabilecek kaygan zemin… Hassas bir bölge. Aciliyet belirten bu hal uygunlu mu uygunsuz mu diye sorulacak zemine her an sahip olmayabilir. Bir göç dalgasıyla kapı komşusu oluverdiğim …ler/lar ile mutabık kaldığım ortak değerleri hangi ara tartışacağım? Tartışmalı mıyım? Bu zemin nasıl kurulur? Asıl soru budur.
İvedi ve ani olanı kapsayan sürprizli an bu bölgede saklı. Anı paylaştığım, kavgasına da sevişmesine de kulak misafiri olduğum, aciliyetine yüz çeviremediğim, bir yandan sınır korumak ihtiyacıyla yüzsüzleşemediğim, yüzsüzleştiremediğim, mecburen verili olanla kabul olmam gerekli ara bölge, komşuluk. Dışarıda, kendini sosyal bir varlık olmanın tetiğinde güdüleyen/güdülü kişi için komşu, sürprize, kazaya açık ve eve yakınlığıyla aynı zamanda bilinmez, karanlık, muammalı da bir yerdir. Komşunun gizemiyle karşılaşmak ve kendini, kendi karanlığınla yüzleşir bulmak edebiyatta ve sinemada çokça işlenmiştir. İnsan kendini mekânla, mekâna bıraktığı izlerle ve mekândan ona yansıyan çağrışımlarla yorumlar çünkü. Hele ki bu mekân, kendine ev bilediği, kendini anlamlandırdığı ve ait hissettiği yerse. Maslow’un psikolojik piramidinde, ait hissetme basamağının hemen ardından, (ait hissetmenin mülkiyetle direkt bir ilişkisi olmadığına dikkat çekerim) değer ihtiyaçlarını karşılama, saygınlık ve başarı basamağı gelir. Bu iki basamak arasındaki sınırın derinliğinin ve çarpanlarının, bir nevi dönüşken etki alanının, ev hali ile sokak hali arasında, evin içi ile evin dışı aralığında bir bölgede oluşmakta olan komşuluk için tanımlanması oldukça zordur.
Zora girmeyi hiç sevmem. Ben komşularımı, tw…er’da seçiyorum, f….ook benim için seçiyor, ins….am, sna….t, ti…r, hor….at vs. Her tür dikizleme, kendini kıyaslama, hayıflanma, özeline girme, dedikodusunu yapma, DM, kendini her gün her gün kıyaslarıyla var etme ve velev ver gazı yansın çar çur çır çır çıra cansın -bunlar elbette bir komşuluk için gerekli olan şeyler, ama iyi bir komşuluk için dahası var. (Like) Kimi ne kadar beğeniyorsam, o kadar komşuyuz birbirimize (Like) ve işte tanımadığım bu insanlar ben onları beğendikçe algoritmalardan geçip yanıbaşımda bitiyorlar. Günaydın mesajlarıyla, sabah kahveleriyle, yatak odasına düşen ışığın, yetiştirdiği çiçeğin, yediği yemeğin haberleriyle. Kavgasıyla, kafasının gürültüsüyle. O da seni seviyor ve kendi çemberine dahil ediyorsa, tamam. Burası ideal bir ortam. (Like) Komşularım tatilde, Afrika’da, İbiza’da… Komşum dünyada. Kimse kimsenin tersiyle temas etmiyor. Çünkü burada herkes sevilmek için var. Kötü komşular -çocuklarına tecavüz edenler, eşlerini dövenler, dolandırıcılar…- gözlerimizin önüne ancak biz haberlere bakıyorsak bir ihtimal beliriyorlar ve acelece kayboluyorlar, yerlerini görünürlük ve ne kadar görünürlük o kadar köfte, piliç, pirzola şeklinde nesne, nesnesi, nesnemsi, nesnecan, ikoncan, oyuncan, oyuncağı, bayağı, oyuncusu, kendinin markası, kendinin emtiası, kendinin şeysiler alıyor. Karanlıklarını ve gölgelerini göremeyeceğimiz bu komşular, iyi komşular. Bu ne kadar sağlıklı? Neyse, konu “sağlıklı bir komşu” değil. Düşünüyorum da beni rahatsız ettiği vakit takibi bırakırım, engellerim, böylelikle sonsuza kadar gözümün önünden silinir giderler.
O kadar kolay mı? Gerçeklik algımız değişse de kolaylık hayatla çelişiyor. Hiç olmadık yere soruyorum: İş yerinde, yan masadan gelen ter kokusu beni rahatsız ediyorsa… Komşumun iyilikleri, nezaketi vs. bu kokuyu temizler mi? Gece yarısı site havuzuna viskisiyle giren komşu site yönetmeliğini bana yedirir mi?
Burada konu koku mudur, viski midir, havuz mudur?
Konu, henüz konuşulmamış kontrattır. Konuşulmamış kontrat sınırı zorlar, sınırı değiştirir, sınırı oluşturur… Oysa kısa yoldan, sıradan iyilik ile sıradan kokuyu, sıradan havuz ile sıradan viskiyi, beni ve göz çapaklarını aldırmamış komşumu birbiriyle ilişkilendirebilecek en basit tutkal bugün, menfaattir. Menfaat, ortak çıkarların, danışıklı dövüşlerin havzasıdır.
Çetrefilli yol, samimiyet ve riyakarlık üzerine düşünmeyi gerektiriyor.
Kentleşme ve kentlileşme daha fiziki kavramlarken, teknolojinin el verdiği yersizleşme, mülksüzleşme ve yeni sosyal yapılar geçişken ve fani. Yeni bağlar ve yeni ağlar ile kendiliğin yüzyıllar içinde ötekiyle nasıl yan yana durduğu da değişmekte. Komşular sürekli değişiyor. Kiracıysanız devlete vergi ödemeniz gerekmez, alt-kiracıysanız belediyeyle, suyla, elektrikle uğraşmanız gerekmez. Bunun karşılığı dijital ortamda da böyle. Görünmez hale gelebilirsiniz; o platformdan kaybolup, bu platforma geçebilirsiniz ve çoğu zaman davranışlarınıza dair hiçbir sorumluluk almanız gerekmez. İhtiyacınız ve menfaatiniz dolayısıyla oradasınızdır. Menfaatten gayrı düştüğünüz vakit… Gerisi koca bir boşluk. Oysa bu akışkanlıkta, yer edinilen yerle ilişkiyi ve kontratı oluşturmanın yolları, metaforlarla anlatmaya giriştiğim sahiplik, misafirlik, kiracılık tanımlarıyla değil, paylaşma ekonomisinin getireceği yeni tanımlarla kurgulanacak gibi geliyor bana. Bu tanımların daha geniş ölçekte vatandaşlık, mültecilik üzerinden yeniden düşünüldüğü bir dönemece de girdik gibi görünüyor. Neşe Özgen, Temmuz 2017 tarihli “Yer, Vatan, Köprü, Sınır ve Yol Üzerine” başlıklı yazısında, bundan yüzyıllar evvel tanımların nasıl değiştiğine işaret etmişti. Bölmelenmişliğin (zonality) çizgiselliğe (linearity), kozmografyanın kartografyaya dönüşünü… “İmparatorluk savaşları millet savaşlarına dönmeye başladığında, savaşın haritaları birer birer insan haritaları olmaya başlar, kozmografya kartografyaya dönüşürken; vatandaşlar sınırlar arasında sıkışıp kalır ve kendi milliyetlerini ispatlamaya girişirler. Kozmografya kaybolur.”
Tüm bu üst tanımların altında kendilik ve ötekilik müessesesi çalışmaya devam ede dursun, önümüzde komşuluk adına yakın zamanda görülen tehlike şu ikili sanki: Olur/olmaz, astığım astık/kestiğim kestik, ama ben/ama ben, yüzde 49/yüzde 51 gibi çeşitli şekillerde hayatlarımızı saran iki uçlu değnekler ve dahası kendimize yakın sandığımız oysa ortak menfaat/çıkarların, birbirini pohpohlamarın ötesinde pek bir derinliğe erişemediğimiz bizden/benden olanlar.
Konu yersiz, yurtsuzluğa evrilmeden, sınırda kalarak; sınırın şeffaflaşmasını ve şeffaflaştıkça çıkar/menfaat birlikteliğinin, katı, tanımlı, dichotomous ilişkilerin ve aidiyetlerin eridiği, yerini diyaloğa, dönüşüme duyarlı ve econcentrik değerlere, biricikliğe ve birlikteliğe, samimiyete mecbur ve aynı zamanda gönüllü paydaşlığa bıraktığı günler diliyorum. Mülksüzleşmenin aidiyet tanımlarını alt-üst ettiği ve aidiyet krizinin yine bu şeffaflık içerisinde bir diğeriyle kendini yüzsüzleştirdiği uzun çetrefilli yollar… Birlikte yaşamaya dair!
İyi bir komşu her pazartesi T24'te İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 15. İstanbul Bienali, “iyi bir komşu” başlığını taşıyor. Mahallelerin ve ev içi yaşantılarının dünyanın her yerinde geçirdiği köklü değişimler, bir arada var olma şekillerimizin uğradığı değişimleri konuşmayı da zorunlu kılıyor. “iyi bir komşu”nun kim olduğu, aynı zamanda kendimizin “iyi bir komşu” olup olmadığı sorusunu soran İstanbul Bienali, T24 işbirliğiyle internet ortamında bir sohbet başlatıyor. Bienal başlayana dek her pazartesi sürpriz bir yazar, sanatçı, akademisyen, mimar, psikanalist veya gazeteci T24’te “iyi bir komşu” hakkında yazıyor. 15. İstanbul Bienali İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 1987 yılından bu yana düzenlediği İstanbul Bienali’nin 15'incisi, 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünde, “iyi bir komşu” başlığıyla gerçekleştirilecek. Koç Holding sponsorluğunda düzenlenecek ve iki ay boyunca ücretsiz olarak gezilebilecek 15. İstanbul Bienali’nde, birbirine komşu mekânlarda yer alacak serginin yanı sıra bir dizi performans ve konuşma da düzenlenecek. |