Murat Belge
Bir tarihte yolum San Francisco'ya, orada da bir "kokteyl parti"ye düştü. Özel bir sitede (bizimkilere benzemeyen bir site). Ev sahibiyle konuşuyorduk. Amerikan kabinelerinden birinde bakanlık yapmış birinin sözünü etti. Vaktiyle onun da bu sitede oturduğunu söyledi. "Yani komşuyduk" dedi, gülerek. Bakanın kim olduğu hiç önemli değil. Zaten bu hikâyeyi onun için anlatmıyorum; "komşuluk" üstüne birkaç şey söylemek için anlatıyorum. Daha ben ne dediğimi düşünmeden, ağzımdan, "Komşu olmak isteyeceğim biri değil" cümlesi çıkıverdi -"döküldü", "fışkırdı", her neyse! Patavatsızlık etmiş olabilirdim, ama, neyse, etmemiştim. Ev sahibi de aynı fikirdeydi.
"Aynı sitede oturmak..." Bugünlerde "komşuluk" böyle bir yere geldi, böyle bir ilişkiye. Tabii her zaman rastlantılara bağlı bir şeydi. Akrabalarını seçemeyeceğin gibi komşu seçmek de çok zaman senin elinde olan bir şey değildir. Eskiden de böyleydi: Kadının ya da adamın biri anlatırdı: "Fatih'te, Kırıkçeşme Mahallesi'nde otururuz biz... Hani Hüseyin Sami Paşalar var ya, onların konağının üç sokak ötede..." Anlatırdı da, içimizden gülerek dinlerdik. "Üç sokak ötede oturmakla Sami Paşa'nın baldızı mı oldun, ne oldun? Akşam yemeklerini birlikte mi yiyorsunuz?"
Eski İstanbul'da genellikle "bitişik"te oturanlara "komşu" denirdi- en fazla birkaç ev ötede oturanlara. Sonraları "ev medeniyeti"nden "aparman medeniyeti"ne geçince genellikle aynı apartmanda oturanlar komşu oldu. Bitişik apartman "bitişik"ti ama oturanlar "bitişik" olmaktan, yapışık olmaktan çıktılar. Derken, yavaş yavaş, aynı apartmanda oturanlar dahi, geleneksel anlamda "komşu" olmaktan çıktılar. İkinci kattakilerin üçüncü kattakileri tanımadığı durumlar bile mümkün oldu. "Modern"leşiyorduk. Gemeinschaft olmaktan çıkıp gesellschaft oluyorduk. Kolay değil, gesellschaft denince, insan ilişkileri anonimleşiyor. "Komşuluk" dediğimiz temelde "topografik" yakınlık, insanları birbirine yaklaştıran, yani fiziksel değil, aynı zamanda manevi düzeyde yaklaştıran bir şey olmaktan çıkar. Adam gelmiş oturuyor, üst kattaki dairede. Bana ne! Orada oturuyor diye beş çayına gidecek halim yok. Hem zaten, "beş çayı ne, biliyor mu?"
Geleneksel komşuluk ilişkileri sönmeye başlayınca bu somut maddî durum da değişmeye başladı. Geleneksel komşuluk her şeyden önce "dayanışma" demektir. Bunu biliriz. Bütün büyük toplumsal değişimlere rağmen, hâlâ, bir ölçüde, devam etmektedir. Kapı çalınır, komşunun küçük kızı "Teyze!" der ("Amca" da diyebilir tabii). "Annem soruyor, bi limon var mı?" diye (soğan, kahve, maydanoz vb. de olabilirdi). "Bizde kalmamış da..."
Ama böyle yardımlaşmaların yanısıra ahbaplık demekti. Eski İstanbul'da taşıt yok gibi. Uzak mesafelere gidemiyorsun, Kendinden gayrı insanlarla konuşup "ülfet etme" imkânını ancak komşun veriyor. Hayat da çok dallanıp çatallaşmamış. Farklı siyasî parti filan yok. Anlaşmayacak fazla şey yok. Şimdi bunların hepsi değişti.
Gene de, bir ihtiyaç, farklı bir tavır yaratabiliyor. Yetmişlerde gene kapı çalınır, gene komşunun çocuğu, biraz farklı bir "mesaj"la gelirdi. "Bir maniniz yoksa" ibaresiyle başlardı mesaj: "Annemler akşam size gelmek istiyor." Bu, şu demekti: Mesajı gönderen aile henüz televizyon almamış (ne olsa, pahalı henüz); akşama da "Kaçak", "McMillan", "Ceyar" falan bir şey var. "Sizde seyredelim". Hattâ bunların "telesâfir" diye adı da çıkmıştı. Şimdi televizyon sahibi olmamak ayakkabı sahibi olmamak gibi bir şey. Bu tür komşuluğa da gerek kalmadı.
"Radikal" denecek bir şey oldu: Eskiden "komşu"dan genellikle iyi bir şey anlaşılırdı. Şimdi öyle olmak zorunda değil. Hiç değil. Şimdi komşu komşuyu daha çok kendisine "muzır" görünen faaliyetleriyle tanıyor; özellikle de sesi. "Çok gürültü yapıyorlar!" Hoşlanmıyorsan, isterlerse Beethoven çalsınlar, "gürültü oluyor." Ama bununla da kalmıyor: "Geleni gideni bir tuhaf" diye başlayan "ahlâk" itirazları ya da beteri, siyasî tecessüs ve hattâ gammazlamalar. Yani başka türlü ilişki (yardımlaşma, sohbet vb.) kalmayınca ancak "zarar verme" kanalından bir şey olabiliyor.
Ben, örneğin, berbat bir komşuydum: Gaz bidonunun musluğu ya da susuz evlerimizde su toplamak için açık bıraktığım su musluğu ile alt katta oturanların canına okumuşluğum çoktur. "Böyle komşu olmaz olsun" dedilerse yerden göğe haklılar.
Bunlar gene de "dalgınlık" falan, bağışlanır kusurlar. Ama tarih boyunca aksi adamların, cadaloz kadınların eksiği olmamıştır diye düşünüyorum. Bunlar komşu da olsa, aile üyesi veya aşiret üyesi de olsa, insanı canından bezdirirler. Böyle komşuluklar da yaşamak durumunda kaldım.
"Ev alma, komşu al" demişler. Demek komşu bu kadar değerli olabiliyor - ya da, kötümser ucundan bakınca, bu kadar çekilmez olabiliyor.
Geçmiş zaman komşuluğuna nostalji duyuyor muyum? Sanmam. Bunun olması için "mahalle" olmalı. "Mahalle" denince de, Şerif Mardin'in söylediği ve tutturduğu "mahalle baskısı" geliyor aklıma. Bizler elbette yetişemedik ama okuduk. Düşünebiliyor musunuz, mahalleli toplanmış, önde imamla bekçi, falan evde hovarda basmaya gidiyorlar. İster misiniz bunları yeniden. Bugün bunlara siyasî muarızlar, "bilmemneciler" de eklenecektir.
Bu bir yana, "dün akşam Naci Bey karısını dövdü", "Şuayip beylerin ortanca oğlu sarkıntılıktan hüküm giymiş", "Nezahat hanımlara dün görücü gelmiş, ama anlaşma olmamış..." Böyle yaşamak hoşunuza, hoşumuza gider mi?
İyi komşuluk her çağda mümkün. Gene her şeyin başı empati. Aklıma Frost'ın şiiri geliyor: Doğada duvar-sevmez bir şey var; var ki duvarlar sağlam kalmıyor, özel arazileri ayıran bahçe duvarlarının orasından burasından gedik açılıyor. "Duvara gerek yok" diyor Frost komşusuna. "Benim ağaçlarım senin bahçene geçmez." Komşu o fikirde değil. "Çit sağlam olursa komşuluk da sağlam olur," diyor.
Çit nerede gerekli, nerede gereksiz, buna doğru karar versek, komşuluk da, başka şeyler de, çok daha iyi olabilir diye inanıyorum.
İyi bir komşu her pazartesi T24'te İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 15. İstanbul Bienali, “iyi bir komşu” başlığını taşıyor. Mahallelerin ve ev içi yaşantılarının dünyanın her yerinde geçirdiği köklü değişimler, bir arada var olma şekillerimizin uğradığı değişimleri konuşmayı da zorunlu kılıyor. “iyi bir komşu”nun kim olduğu, aynı zamanda kendimizin “iyi bir komşu” olup olmadığı sorusunu soran İstanbul Bienali, T24 işbirliğiyle internet ortamında bir sohbet başlatıyor. Bienal başlayana dek her pazartesi sürpriz bir yazar, sanatçı, akademisyen, mimar, psikanalist veya gazeteci T24’te “iyi bir komşu” hakkında yazıyor. 15. İstanbul Bienali İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 1987 yılından bu yana düzenlediği İstanbul Bienali’nin 15'incisi, 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünde, “iyi bir komşu” başlığıyla gerçekleştirilecek. Koç Holding sponsorluğunda düzenlenecek ve iki ay boyunca ücretsiz olarak gezilebilecek 15. İstanbul Bienali’nde, birbirine komşu mekânlarda yer alacak serginin yanı sıra bir dizi performans ve konuşma da düzenlenecek. |