Heyecanla beklenen demokratikleşme paketi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın alınan kararları eleştirecek olanları sorgusuz sualsiz “darbeci” ilan etmesiyle açıklandı.
“Size kendimce biraz demokrasi bahşedeceğim ama beğenmez ve eleştirirseniz darbecisiniz.”
Aslında Erdoğan’ın bu yaklaşımı bugünkü en büyük demokratik sorunlarımızdan birini ortaya koyuyor, “beni eleştiriyorsan darbecisin, beni eleştiriyorsan suçlusun, beni eleştiriyorsan işsiz kalacaksın, beni eleştiriyorsan sokak aralarında öldürüleceksin, beni eleştiriyorsan gaz bombalarıyla kör edileceksin, beni eleştiriyorsan yargılanacaksın.”
Hiçbir demokrasi paketinin bu sorunları çözmeye yardım edeceğini sanmıyorum, bu baskının durması, fikirlerimizi özgürce söyleyip, özgürce eleştirip, özgürce yaşayacağımız bir ülkeye kavuşmamızın sağlanması için AKP’nin son iki yılındaki yönetim biçimini tümden değiştirmesi gerekiyor.
Bu paketin içindekileri, “paketin” fikir özgürlüğünün hunharca yok edildiği bir ülkede açıldığını hiç unutmadan değerlendirmek gerekir.
Gene de paketi tümden reddetmek, yapılan her değişikliği paketin çapsızlığını gözlerden kaçırmak için devrim gibi pazarlamaya çalışmak kadar “acıklı” olur.
Bir yandan, alınan kararların elbette ileriye doğru atılan önemli adımlar olması nedeniyle pakete sahip çıkarken, diğer yandan yapılan değişikliklerin, toplumun acilen derman bulunması gereken dertlerine merhem olmayacağı gerçeğini de kabullenmek bence en doğru yaklaşımdır.
Zaten adı “demokratikleşme paketi” olan bir “değişimden” şu zavallı ülkeyi olduğundan da geriye götürecek kararların çıkması beklenmiyordu herhalde.
Demokrasi maceramız olması gerekenden çok daha yavaş ilerlediği için mutlaka alınan her yeni karar demokrasi adına bir kazanç olacaktı.
Örneğin özel okullarda anadilde eğitim hakkının tanınmasına kim itiraz edebilir?
Bu, çok yerinde bir karar. Fakat yeterli mi? Anadilde eğitim haktır ve bu soruna “bazı kesimler henüz hazır değil” diyerek ucundan kıyısından çözüm bulmaya çalışmak, bu konuda “devletin hassasiyetlerini görmezden gelemem” diyerek çocuklarını özel okullara gönderemeyecek olanları umursamamak, demokratikleşme yolunda ileri doğru atılan bir adımda bile şark kurnazlığına sapıldığını gösterir.
Bu durumda çocuğunu özel bir okula gönderemeyecek olanlar için geriye iki seçenek kalıyor; ileri demokrasinin en şaşalı günlerini yaşadığı söylenen ülkemizde ya çocuğunu devlet okullarında anadilinde eğitim alamadan okutmak zorunda kalacaklar ya da tası tarağı toplayıp Kuzey Irak’a gidecekler ki anadillerinde eğitim alma haklarına evlerinden uzakta kavuşabilsinler.
AKP hem demokratikleşme adımı atıyor hem de o adımı gerektiği gibi atmaya korkuyor, hatırlatalım o zaman: “Korkaklar zafer anıtı dikemezler”.
Gelelim nefret suçları ve ayrımcılıkla ilgili yapılan değişikliklere…
Kağıt üzerinde burun kıvıracak bir şey olmasa da bu değişikliği gururla dile getiren bir başbakanın yanından hiç ayırmadığı, hatta sıkılmadan çözüm sürecinde rol oynayacak akil insanlar heyetine seçtiği bazı gazetecilerin attığı manşetlere, yazdığı yazılara bakıldığında, bu değişikliğin hayata geçirilmesinde bazı “suistimaller” yaşanacağı ortada. Başbakanın sevmediği insanlara karşı bu suçların işlenmesine belli ki gene ses çıkarılmayacak.
Ayrımcılığa bir son vereceksek ilk adımı başbakan atsa, hem kendi üslubunu değiştirse hem de o üsluba sahip olanları çevresinden uzaklaştırsa gerçek demokrasiyle olan mesafe belki daha çabuk kat edilir.
Başka bir başlık; gösteri yürüyüşleri kanununda değişiklik. Hükümet komiseri uygulamasına son verileceği söylense de, mülki amir ilgili STK’ların görüşlerini almak suretiyle nihai kararı verecek olsa da, Gezi’de o kadar insanın hayatını kaybetmesine karşılık “Polise emri ben verdim” diyen bir başbakanın yönettiği ülkede bu kararın uygulanması konusunda kuşkulara sahip olmamak ve bu kararı demokratikleşme yolunda olağanüstü bir adım olarak görmek için insanın o meşhur ışıktan gözlerinin kör olması gerekir.
Sırada en “tutarsız” maddelerden biri var; kişisel verilerin korunması. Bu değişikliği bize demokrasi diye yutturmaya çalışan başbakanın Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yasadışı fişleme skandallarına göz yumması, “Kişisel verilerin korunması hakkında yasal güvence getiriyoruz” lafını kızsanız da üzülseniz de boşa çıkarıyor.
Devam edelim…
Önemli bir kesimin hiç hoşuna gitmeyecek olsa da kendi adıma ilkokullarda andımızın kaldırılmasını yerinde buluyorum. Uzun zaman önce vazgeçilmesi gereken bir “alışkanlık”tı, iyi oldu.
En demokratik hamleyi ise sona bıraktım; “Kamuda başörtüsü” meselesi.
Hem yıllardır devam eden demokrasi dışı bir uygulamaya son verildiği için, hem de “Benim başörtülü bacılarıma yapılanlar…” “istismarı” artık “yürürlükten kalkacağı” için bu değişikliği çok önemli buluyorum. Neden bunun için bu kadar beklendi anlamakta zorlanmasam da ne olursa olsun hiç olmazsa sonu iyi oldu. Tebrik etmek ve başörtülü vatandaşlarımıza hayırlı olsun demek gerekir.
Diğer maddelerle ilgili uzun uzun konuşmaya gerek duymuyorum. Mor Gabriel Manastırı arazisinin iade edilmesi ya da Nevşehir Üniversitesi’nin isminin Hacı Bektaşi Veli olarak değiştirilmesi gibi “hoşluklar” da var pakette ama bunları gereğinden fazla büyütmek demokrasiye ihanet olur. Güzel şeyler ama tam olarak neye ne kadar iyi gelecek orası tartışılır.
Belki seçim sistemi ve siyasi partilere hazine yardımı konuları üzerinde de durmak gerekir ama seçim sistemiyle ilgili ortada bir tekliften daha fazlası yok henüz. Oysa doğrudan “Seçim barajını kaldırıyoruz” ya da “Seçim barajını indiriyoruz” denilebilirdi. Kim, neden itiraz etsin ki?
Durum bu…
Sözü edilen her değişiklik ne olursa olsun bu ülke için bir kazanımdır. Fakat zamanında büyük bir coşkuyla “yetmez ama evet” diye bağırıp sonrasında hevesi kursağında kalan biri olarak paketi genel anlamda olumlu bulsam da eskisi kadar heyecanlanamıyorum. O dönemde, o değişiklikleri Avrupa Birliği yolunda ilerleyen, askeri vesayete karşı demokrasiyi savunan, fikir özgürlüğüne ve yaşama biçimlerine saygı gösteren bir parti gerçekleştiriyordu. 12 Eylül referandumunda verilen sözleri ve sonrasında yaşanan gelişmeleri, pişmanlıkları, “ihanetleri” ve demokrasi yolundan sapmaları hatırladıkça da ne yazık ki demokratikleşme paketiyle değilse de o paketi açıklayanlarla aramdaki mesafe iyice açılıyor.
“Tek adam” yönetiminde açılan paketlerin değil, yapılan uygulamaların önemli olduğunu biliyorum.
O nedenle şimdi de diyorum ki, “Yetmez ama hayır!”
Kaç paket açarsanız açın, “tek adam” yönetimini, fikir özgürlüğü ve yaşam biçimi üstündeki baskıyı sürdürdüğünüz sürece “hayır.”