Barış süreci başladığından beri süreçle ilgili olsun olmasın en ufak bir eleştiriye tahammül göstermeyen yandaş köşe yazarlarının, üzerinden hatırı sayılır bir zaman geçmesine rağmen Başbakan’ın anadilde eğitimle ilgili kararına hiçbir tepki vermemiş olması bize ne anlatmalı?
Süreci bundan daha fazla sabote edebilecek hiçbir "hamle" olmadığı halde bu sorunu dile getirmekten ısrarla çekinmeleri, barıştan ne anladıklarıyla ya da Kürtlerden ne bekledikleriyle ilgili önemli ipuçları veriyor.
Asıl dertlerinin Kürt halkı olmadığı görülüyor. Kürt sorununun tıpkı anadilde eğitim gibi doğuştan gelen çeşitli hakların gasp edilmesiyle ilgili olduğu bilindiği halde bu sorunu artık çözmek istediğini söyleyen başbakan tarafından bu hakların bir defa daha göz göre göre "yenmesine" hiçbir ses çıkartamamaları başka türlü nasıl açıklanabilir?
Eğer anlattıkları kadar barışı isteseler süreç içinde yapılan eleştirilere "diklendikleri" kadar başbakanlarına da "diklenmeleri" gerekirdi. Kendisine, "Bu kararın Kürt halkının güvenini sarsacağını ve barış sürecini zora sokacağını göremiyor musunuz?" diye sormaları, hatta hazır cesaretlenmişken "Bu kararı tek başınıza vermeniz diktatörlük eleştirilerinin haklılığını vurgulamıyor mu?" diye de eklemeleri gerekirdi.
Bu topraklara barışın gelmesini çok istiyorlar ama yapılan haksızlıkların süreci etkilemesi sonucunda ortaya çıkabilecek olumsuzlukları görseler de, bu ülkede barış kelimesini bir daha kolay kolay kullanılamayacak hale getirebileceğinin farkında olsalar da Başbakan’ın zorbalıklarına kafa sallamaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Ne Roboski’yi sorabiliyorlar, ne "anadilde eğitim Kürtlerin hakkıdır" diyebiliyorlar.
Aklı başında bir insanın Kürt sorununun çözümünün Kürtlerin haklarını vermekten geçtiğini görmemesi mümkün mü?
Değil tabii. O zaman nedir bu sessizliğin sebebi?
Barış süreci, bu demokrasi dışı uygulamalar nedeniyle değil de başbakana bu uygulamaların hesabı sorulduğunda mı zarar görecek?
Bana kalırsa artık açıkça itiraf edin. Derdiniz bu ülkeye barışın gelmesi değil, derdiniz Erdoğan’ın hiç eleştirilmeden iktidarını sürdürmesi, keyfi yönetiminin sınırlarını her gün biraz daha genişletmesi, her türlü dalkavukluğu çeşitli payelerle ödüllendirecek bir gücü elinde tutması. Kimliğinizden, kişiliğinizden, haysiyetinizden vazgeçme pahasına düzdüğünüz arsızca övgülerinizin, yılışık hayranlığınızın Erdoğan’ın bol keseden dağıttığı mevkilerden biriyle “değerlendirilme” umudunun hep canlı kalması.
Siz barışı değil, barışı Erdoğan’ın getirme ihtimalini seviyorsunuz. Barış olsun ya da olmasın yeter ki Erdoğan’ın "kahramanlığına" toz konmasın. Onun için anadilde eğitimin reddedilmesi karşısında ağzınızı bile açmıyorsunuz. Neticede o eski fıkradaki gibi siz “barışın” değil Erdoğan’ın dalkavuğusunuz.
Kürtlerin haklarını korumadan, Kürtlerin hakları için mücadele etmeden, Kürtlerin çiğnenen hakları konusunda bir eleştiri bile mırıldanmadan "barış savunuculuğu" yapmanın dayanılmaz hafifliğiyle kanatlanmış halde ahlaksızlığın semalarında uçuyorsunuz.
Barış isteyen, Kürtlerin haklarını savunur, gerçek bir barışın yolunun eşitlikten geçtiğini hiç bıkmadan söyler. Sizin gibi barışı eşitliğin dışında aramaz, barışın orada bulunabileceğini söylemez.
Adınızı, kimliğinizi, geçmişinizi kirlettiniz, bari bu adaletsiz oyunlarla barışı kirletmeyin.