Kerem Altan

29 Ağustos 2014

"Reis ve Hoca"

Erdoğan veda konuşmasında, daha önce yaptığı gibi, her şeyi bir kenara bırakıp uzattığı eli tutmamızı beklediğini söyledi

Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olarak atanacağı kesinleştikten sonra ne zaman kendisini ve Erdoğan’ı aynı karede görsem, gözümün önüne “Ayı” (L’ours) filminin o unutulmaz sahnesi geliyor…

Bu filme çok uzun yıllar önce “bir büyüğüm”le gitmiştim… Filmi unutulmaz yapan sebeplerden biri de kendisiyle ilk kez sinemaya gitmiş olmamdı…

Kendisinin film seçimindeki “ince” mesajı ise yıllar sonra yolda yürürken birden dank etmişti kafama…

Bu arada kesinlikle bir yanlış anlamaya mahal vermek istemem, onun için açık açık söylemeliyim ki mesaj tamamen benimle ilgiliydi.

Neyse biz “Ayı” filmindeki sahneye geçelim. Bu hatıranın sonu kötüye gidiyor çünkü…

Yavru ayı ormanda, ne olduğunu şimdi hatırlayamadığım bir yırtıcıyla karşılaşıyor… Ya kaplandı, ya puma, ya da o tip bir şey…

Puma diyelim…

Puma, yavru ayıyı görünce hemen dişlerini gösterir ve saldırmak için harekete geçer…

Aralarında sadece çağlayarak akan bir dere ve o derenin üstünde de bir taraftan diğer tarafa geçmeye yarayan bir kütük vardır…

Yavru ayı, düşmanını korkutmak için ayakları üstüne kalkar ve sesi yettiğince bağırmaya çalışır…

Haliyle puma pek etkilenmez bu gösteriden… Yavaş yavaş yavruya doğru adımlarını hızlandırır…

Yavru ayı, “Ben nerede yanlış yaptım” der gibi şaşkın ve çaresizdir…

Bu sırada arkada anne ayı belirir… Yavrusu annesinin geldiğinin farkında değildir ve pumayı püskürtmek için son bir defa daha dener şansını…

Tam kükremek için ayağa kalktığı sırada anne ayı da arkasından aynı şeyi yapar…

Puma da canı sıkkın bir şekilde kaçmaya başlar…

Yavru ayı ise her şeyden habersiz, bu ilk “av”ının gururuyla annesinin yanında ormandaki macerasına devam eder.

Şimdi hem bu sahneyi, hem de Yeni Şafak’ın deyimiyle, “Reis ve Hoca” ikilisini beraber hatırlayınca elimde olmadan gülümsüyorum… Ne yapayım?

Üstelik anne ayı ve yavrusu arasındaki fiziksel farklar da bu benzeşmeyi iyice kuvvetlendiriyor…

“Yeni Türkiye”nin ilk icraatı, “uzun adam”dan, “soyadı kendisinden uzun adam”a geçmek oldu…

İnsanlarla “kısa” diye dalga geçmek pek alışkanlığım değildir veya bir başbakanın boyutları hiç mi hiç ilgimi çekmez fakat “uzun” olmanın haddinden fazla anlamsız övgüler aldığı, bir adamın “Bana arkadaşlar arasında ‘uzun’ derler” tavırlarıyla etrafta caka sattığı yerlerde, “kısa” olmanın da bu kadarcık bir bedeli olmalı herhalde…

Filmdeki o sahneyi önümüzdeki günlerde tekrar tekrar izleyeceğiz…

Daha ilk günkü konuşmasıyla sahibinin sesi olmaktan öteye gidemeyeceğini gösterdi Davutoğlu…

Bakarsınız salı günleri kürsüde kendisini Erdoğan seslendirir… 15-20 gün boyunca anayasayı çiğneyip hem cumhurbaşkanlığı, hem de başbakanlık yapabilen, on parmağında on marifetli biri, “kardeşi” için neden seslendirme de yapmasın?

Ne AKP’lilerin ne de yeni başbakanın buna pek itirazı olacağını sanmıyorum… Davutoğlu konusunda yanılıyor olsam bile, o itirazı dahi eminim “uzun adam”ın sesiyle dile getirir…

Davutoğlu’nun “yapılacaklar listesi”nin Erdoğan’ın ülkeyi perişan eden tasarruflarından pek bir farkı yok… Üstelik inandırıcı da değil…

Örneğin, “Yetim hakkına uzanan eli, kardeşimiz de olsa kırarız” gibi laflar kağıt üzerinde pek şaşalı dursa da, “Yetim hakkına uzanan eli, o eli suçüstü yakalayanları hapse atarak mı kıracaksınız?” veya “Fezlekeleri bin bir oyunla Meclis’ten uzak tutarak mı, yargıdan kaçırarak mı kıracaksınız o elleri?” soruları karşısında fiyakasından pek eser kalmıyor ne yazık ki…

Bunların dışında, Cumhuriyet gazetesinin de dikkat çektiği bir nokta daha var ki, eğer Davutoğlu’nun tam olarak anlatmak istediği buysa, Mısır asıllı Marksist düşünür Samir Amin’in Utku Çakırözer’e söylediği gibi “Daha büyük Gezi’lere hazır olun”…

Şunu söylüyor Davutoğlu “Yeni Türkiye”yi tarif ederken: “Özgürlükler ‘yeni ahlaki formasyonla’ buluşturulacak.”

Cumhuriyet gazetesi bu sözlerin kafaları karıştırdığını söylerken haksız değil…

“Yeni ahlaki formasyon” ne demek?

Belli ki yine kendilerine göre bir ahlak dayatması peşine düşecekler. Ülkenin kendileri gibi olmayan diğer yarısını kendi ahlak anlayışları çerçevesinde yaşamaya zorlayacaklar…

Metroda öpüşmeyin, alkol kullanmayın, şort giymeyin, göz göze gelmeyin, el ele tutuşmayın, şunları izleyin, bunları izlemeyin…

Tabii ki başaramayacaklar ama buna teşebbüs etmeleri bile burada yeni ve daha büyük Gezi’lere yol açacak...

Yine çocuklar ölecek, nefret büyüyecek, düşmanlık artacak…

Tabii bir taraftan da ahlaklarının ne olduğunu da çok net gördük bunların…

Bu “ahlaki formasyon” içinde hırsızlık ve yolsuzlukla ilgili bir şeyler de var mı acaba?

Tüm ülkeye “Çalın, çırpın” diye mi emredecekler? Herkese, “Bizler gibi utanma bilmeyen hırsızlar olun” mu diyecekler? Vakıf kurup arsa komisyonculuğu yapmak, rüşvet almak mecburi mi olacak?

Kafalarındaki plan ne tam bilemiyorum ama ahlaktan da özgürlükten de anlamayanların, “yeni ahlaki formasyon”la özgürlükleri buluşturma niyetinin bu ülkeyi karmakarışık hale getireceğine eminim.

Çünkü, biz onların ahlaksız ahlakını istemiyoruz…

 

Önce o eli bir indir”

 

Bu başlığı Taraf gazetesinde kullandığımızda ortalık epey karışmıştı…

Fakat gördüğünüz üzere bu beni durduramadı tabii ki…

Erdoğan veda konuşmasında, daha önce yaptığı gibi, her şeyi bir kenara bırakıp uzattığı eli tutmamızı beklediğini söyledi…

“77 milyon” lafını kullandığı için, istediğim kadar kafamı başka tarafa çevirsem de, o uzatılan eli üzerime alınmamak elimde değil…

Ama kendisine önce o eli bir indirmesini, sonra da illa el ele tutuşmak veya tokalaşmak istiyorsa “mutluluğa” giden bu yolun sayısız engelle dolu olduğunu söylemek isterim…

Gezi’de öldürttüğün çocuklar için yargı önüne çıkmadan, Roboski’de üstlerine bomba yağdırttığın insanların sorumlularını ortaya çıkarmadan, bakanlarınla beraber yolsuzlukların hesabını vermeden, unutturmaya çalıştığın rehineleri kurtarmadan, Reyhanlı’yı açıklığa kavuşturmadan, Afyon’u çözmeden, Soma’yı anlatmadan, medyaya karışmaktan vazgeçmeden, darbecilerle hesaplaşmadan, yola çıkarken verdiğin sözleri tutmadan, kendine bir çeki düzen vermeden…

Elini uzatarak karşımıza gelme “uzun adam”…

Çünkü bunlar hallolmadıkça o her yere uzanan elin daha epeyce havada kalır.