Kim ne derse desin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün meclis açılışında yaptığı konuşma, Başbakan’ın ölesiye övündüğü, yandaşlarının ise öve öve bitiremediği ( “Hoş geldin Özgürlük” diye manşet atabilenini gördüm) demokratikleşme paketinden çok daha rahatlatıcı, kucaklayıcı ve ümit vericiydi.
Gül’ün Gezi olaylarında hayatını kaybedenlerle ilgili üzüntüsünü dile getirmesi ve ailelerine bir başsağlığını çok görmemesi açıkçası bana 2013 yılında Andımız’ın kaldırılmasının yarattığı coşkudan daha fazla güven verdi.
Tabii Gül’ün konuşması sadece uzun zamandır kendini dışlanmış hisseden, özellikle son iki yıldır büyük bir baskı altına alınan kesimlere değil, aynı zamanda AKP’nin içine de yönelikti.
AKP bugün, 10 yıl önce karşı çıktığı yapıyı taklit ederken, partinin kuruluş aşamasında “deklare ettiği” değerleri savunan bir tek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kaldı. Diğerleri hangi amaçlarla yola çıktıklarını, iktidar sarhoşluğunun yarattığı baş dönmesiyle çoktan unuttular.
Cumhurbaşkanı Gül siyaset sahnesinde demokrasiyi savunan tek etkili muhafazakar lider konumunda şimdi. Savunduğu çizginin AKP içinde taraftarları olduğunu bilecek kadar da tecrübeli bir siyasetçi.
Bugün Erdoğan’ı, varlıklarını ve geçimlerini kendisine borçlu olan dalkavuk gazeteci takımıyla, geçmişten ve kendilerine yapılanlardan intikam almak isteyen AKP’liler büyük bir aşkla destekliyor.
Bu AKP’liler, bir zamanlar kendilerini ezenlerin yaptıklarını bugün aynen tekrarlayarak intikam alabileceklerine inanıyorlar. Kendilerinden olmayan herkesi “onlar” diye etiketleyip, “onları” ezmek, aşağılamak, süründürmek istiyorlar. Demokrasiden anladıkları tek şey peşinde oldukları intikamı almalarını sağlayacak gücü ele geçirmek. Geçmişin günahlarıyla, aynı günahları yeniden işleyerek hesaplaştığını sanıyor, bir de buna alkış tutulmasını bekliyorlar.
Sonunda da “İşte Kemalistleri yendik, demokrasi de budur” gibi anlamsız ve acıklı bir çıkmaza saplanıp kalıyorlar.
Kemalistleri “yendikleri” doğru olabilir ama Kemalizm’i bir türlü “yenemiyorlar”. Tam aksine Kemalizm AKP’yi yeniyor. Kemalizm’in zaferi, AKP’yi tam anlamıyla baskıcı bir Kemalist parti yapmasıyla, “tek adam” rejimine tapınır hale getirmesiyle kendini gösteriyor.
AKP Kemalistleştiği için zulmedenler değişiyor ama zulüm hiç bitmiyor, demokrasi bahşiş paketleri halinde dağıtılmaya devam ediyor bu ülkede.
AKP’lilerin bu bitmez tükenmez intikam istekleri kaçınılmaz olarak Türkiye’nin ekonomik ve siyasi çıkarlarına aldırmamalarına yol açıyor. Erdoğan ile Gül arasındaki yol ayırımı da burada ortaya çıkıyor zaten. Abdullah Gül iktidar olmak isteyen ama bu iktidarı huzur içinde, yaşam tarzlarına gereken saygıyı göstererek, ne yazacağını, ne söyleyeceğini, nerede nasıl davranacağını insanlara dikte etmeden, sürekli bir kavga içinde yaşamadan sürdürmek isteyen muhafazakârların sözcülüğünü üstleniyor. Bu kesim, Türkiye’nin bütün dünyayla kavga etmesine de, içeride gerginlikler yaşamasına da karşı. Bu politikanın sonunda AKP’nin çok güvendiği ekonomiyi de vuracağının bilincindeler.
Gül özellikle Gezi olaylarından bu yana izlediği siyasetle, Erdoğan’ın ve AKP’nin “intikamcı” bir çizgiden gerginlik çıkartmasına karşı olan AKP’lilerin istediği demokrasiyi ve huzuru getirmeye adaylığını koyuyor. Meclis açılışında yaptığı konuşma, bu adaylığın açıklanması anlamına geliyor bence.
Bazıları Gül ve Erdoğan arasındaki anlaşmazlığın “iki siyasetçi” arasındaki anlaşmazlık olduğunu zannediyor ve onlar anlaşırsa ortada bir çatlak kalmayacağını düşünüyor. Halbuki AKP, Erdoğan ve Gül arasında çatlamıyor, çatlayan AKP tabanı iki ayrı lider, iki ayrı anlayış, iki ayrı politika ortaya çıkarıyor.
Huzur ve istikrar isteyen AKP’lilerin temsilciğini üstlenen Gül’ün çıkışları, kurucularından biri olduğu partiyi kurtarma çabasının da sonucu bir anlamda. Çünkü Erdoğan’ın “tek adamlığı” AKP’yi yok etti. Bugün ortada bir parti değil sadece “bir adam” ve onun her dediğine “evet” diyen, “her şeyin en iyisini Erdoğan bilir” diyen emir erleri var.
Başbakan bir muhalefet partisi olmadığından yakınıyor ama Türkiye’de bugün bir iktidar partisi de bulunmuyor. AKP bir parti değil artık. Kendine ait fikirleri, tartışmaları kısacası bir hayatiyeti bulunmuyor. Düşünsel anlamda AKP bir ölü.
Bu nedenle, Erdoğan’ın ve hala intikam peşinde koşan muhafazakârların “tek adam” hayranlığının yok ettiği AKP’nin kurtuluş çabaları olarak da okunmalı bence Gül’ün çıkışları.
Türkiye’nin “demokrat” bir AKP’ye duyduğu ihtiyacı düşünürsek, Gül’ün izlediği siyaset hem bu parti için, hem de Türkiye için hayati bir önem taşıyor.