Kerem Altan

25 Mart 2014

Gülünç ama tehlikeli

Sonunda yaşadığı çağla da dövüşmeye karar verdi diktatörümüz. “Post modern” İstiklal Savaşı’nda kazanamayacağı bir cephe daha açtı kendisine.

Sonunda yaşadığı çağla da dövüşmeye karar verdi diktatörümüz. “Post modern” İstiklal Savaşı’nda kazanamayacağı bir cephe daha açtı kendisine.

Şimdi küçük mavi kuşla savaşıyor.

Gazası mübarek olsun.

Times bu ‘sevimli’ ‘meydan okuma’ için, “Erdoğan gülünç duruma düştü” dedi. Amerika’dan ise art arda yüz kızartıcı benzetmeler geldi.

Belli ki Başbakan, “iletişim”le olan savaşında daha epeyce “gülünç duruma” düşecek fakat Türk toplumunun dünyaya karşı alınganlığını, mahcubiyetini ve komplekslerini çoğaltacak yanlış kararları sadece twitter’a açtığı savaşla kalmıyor...  Hepimizi çok daha tehlikeli başka savaşların içine de sürüklüyor.

Son bir haftadır Türkiye-Suriye gerginliğini uçak düşürmeye kadar götüren gelişmeler yaşanıyor. Süleyman Şah Türbesi gerilimiyle fitili ateşlenen olaylar, Niğde’de yaşanan saldırı ve son olarak Suriye savaş uçağının düşürülmesiyle devam etti.

Başbakan’ın Suriye ile savaş konusundaki kararlılığı bu defa “gülünç” olmaktan öteye geçebilir ne yazık ki.

Olası bir savaşın, bölgedeki Kürtleri ve Alevileri de göz önüne alırsak Türkiye’nin içine de sıçrama ihtimali çok kuvvetli.

Bu savaş sadece Esad’la değil bölgedeki “Sünni ve Türk” olmayan herkesle savaş anlamına gelir ve bunun içeride de kanlı sonuçları olur.

“Kanlı çözümler” Başbakan’ın iştahını kabartıyor biliyorum ama bu kararının bedelini hepimizle beraber ödemekten kendisi de kaçamaz.

Belki seçimler yaklaştıkça savaş korkusuyla arkasında birleşecek kitleyi sağlamlaştırmak veya genişletmek istiyordur, belki gerçekten ülkeyi Suriye ile bir savaşa sokup silahlı kuvvetleri de bir daha uzun süre kışlasına göndermeden diktatörlüğünü pekiştirmek istiyordur, belki de iddia edildiği gibi seçimleri iptal ettirmek istiyordur...

Şimdilik ne yapacağını ve nasıl yapacağını kimse bilmiyor.

Canlı bomba gibi.

Sıkıştığı köşeden durmadan “Beni yakalarsanız bombayı patlatırım” diye bağırıp duruyor.

Tek isteği, peşinin bırakılması. Suçlarının göz ardı edilmesi.

Edilmeyecek. 

Çünkü sadece çalmadı Başbakan.

Hem çaldı, hem sövdü, hem dövdü.

Acıları küçümsedi, insanları aşağıladı, çocukları öldürttü. “İçmeyeceksin” dedi, “yapmayacaksın” dedi, “izlemeyeceksin, dinlemeyeceksin, konuşmayacaksın, yazmayacaksın, çizmeyeceksin, gülmeyeceksin, ağlamayacaksın” dedi.

Şimdi bütün bunların unutulması amacıyla içinde iç savaşın da yer aldığı birçok ihtimali masaya koymaktan çekinmiyor.

Bir yanda “tek bir adamın” kaderi, bir yanda yetmiş altı milyon insanın kaderi.

O tek adam yargı karşısında hesap vermesin diye biz savaş ihtimalinin kapısına geliyoruz, Ergenekon’u serbest bırakıyoruz, orduyu yeniden siyasetin içine davet ediyoruz, nefretle bölünen toplumda her an patlayabilecek bir iç savaş ortamı yaratıyoruz, bir muhaberat devleti haline geliyoruz, polislerin vurduğu çocukları “terörist” ilan ediyoruz, yargıyı doğrudan siyasi iktidara bağlıyoruz, hukuku yok ediyoruz, binlerce polisi sürüyoruz, medyayı korkak bir kuklaya çeviriyoruz.

Eskiden de bu ülkede devlet yoktu ama hiç olmazsa bir “devlet görüntüsü” vardı, şimdi o görüntüyü de çökertiyoruz, toplumu hiçbir kuralı olmayan vahşi bir ormana sokuyoruz.

Koskoca bir toplum bir adamın suç işleme “özgürlüğü” için kurban mı edilecek?

“Kurban edilsin” diyenler var.

Onlar için tek bir adam ve onun yönetimi, bir toplumdan daha kıymetli.

Bir de “kurban edilmesin” diyenler var, onlar var güçleriyle insanları uyarmaya, başımıza gelebilecekleri anlatmaya çalışıyorlar.

Toplumun tercihini 30 Mart’ta hep birlikte göreceğiz.

Kendi isteğiyle kanlı bir mezbahaya doğru yürüyen bir koyun sürüsü müyüz yoksa geleceğini kurtarmak isteyen kararlı, dirençli ve ahlaklı bir toplum muyuz, anlayacağız.

Türkiye tarihi bir kırılma noktasına doğru yürüyor.

Bu yolculukta “mavi kuşa karşı İstiklal Mücadelesi” gibi gülünçlükler de, Suriye’yle savaş gibi ürkütücü ihtimaller de karşımıza çıkıyor.

Kanlı ihtimalleri tercih edersek bu toplum bir daha kendini çok uzun zaman toparlayamaz.

Bir adamın ihtirasına kurban edilmiş kalabalıklar olarak adımızı tarihe yazdırırız.

“Mavi bir kuşla” savaşarak kendini parçalayan bir topluma da dünya sadece güler.

“Gülünç” bir ölüm olur bizimkisi.