Kerem Altan

29 Kasım 2013

Dersaneler ve Başbakan'ın 'özgürlüğü'

Bir Başbakan’ın giriştiği siyasi bir kavgada kendisine yarar sağlamak amacıyla herhangi bir özel girişimi yasaklama hakkı var mıdır?

Aralarındaki iktidar kavgası hiç ilgimi çekmiyor ama günlerdir hükümet ve cemaat arasında devam eden “şamarlı” dershane kriziyle ilgili tek bir soru sormak istiyorum:

Bir Başbakan’ın giriştiği siyasi bir kavgada kendisine yarar sağlamak amacıyla herhangi bir özel girişimi yasaklama hakkı var mıdır?

Kısa bir cevap vermek istiyorum; yoktur.

İster dershane olsun, ister yemekhane olsun bu böyledir.

Fakat Başbakan’ın keyfi işlerine o kadar alışıldı ki artık yasadışı uygulamalar herkese doğal geliyor.

Dershanelerin kapatılıp kapatılmamasının benim için hiçbir önemi yok ama çok evhamlı olduğumu düşünseniz de yaşadığım ülkenin Başbakanı’nın bu ülkeyi tamamen şahsi nedenleriyle altüst etmesine takılmadan edemiyorum işte.

Cemaat, dershane değil de hastane açmış olsaydı ne olacaktı, başbakan bütün özel hastaneleri kapatacak mıydı?

Cemaat pastane çalıştırsaydı pastaneler mi “dönüştürülecekti”?

Cemaatin otel zincirleri olsaydı turizm mi yasaklanacaktı?

Bir ülke sadece bir kişinin isteklerine, öfkelerine, siyasi hesaplarına göre biçimlenebilir mi?

Anayasa’daki girişim özgürlüğü ne olacak, yok mu sayılacak başbakan kızdığında?

Başbakan’ın asabiyeti “anayasal hakların” tek belirleyicisi mi olacak, o kızdığı herkesin anayasal haklarını askıya mı alacak? Sevdiklerine de Anayasa’da olmayan haklar mı bağışlayacak?

Başbakan kızdığı insanların işletmelerini kapatacak,  kızdığı başka insanların “anayasal haklarını” çiğneyip onların telefonlarını “koordineli” dinleyenlerin yargıya hesap vermesini önleyecek…

Gezi’ye katılanları hukuksuz biçimde gözaltına aldıracak…

Roboski’nin faillerinin bulunmasına izin vermeyecek…

Bu ülkede vatandaşların hiçbir anayasal güvencesi bulunmayacak mı? Tek hukuki ölçü başbakanı kızdırıp kızdırmamak mı olacak?

Yarın başbakanın hangi konuda ne karar vereceğini bilen var mı?

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın ikide bir de kontrpiyede kalmasına bakılırsa hükümet üyeleri bile bilmiyor yarın başbakanın ne karar vereceğini, hangi anayasal hakkı çiğneyip geçeceğini.

İş yeriniz kapatılabilir, telefonlarınız dinlenebilir, Roboski’de olduğu gibi çocuklarınız bombalanabilir, arkadaşlarınız saçma sapan suçlamalarla gözaltına alınabilir.

Yeter ki başbakan istesin.

Şu zavallı ülkedeki tek özgürlük, Başbakan’ın istediği zaman anayasayı çiğneme özgürlüğü.

Evrensel hukuk parolasıyla çıkılan yol, “tek adamın” arzularının yasa sayılmasına vardı sonunda.

Yine de henüz kimseyi “sallandırmadığı” için ona diktatör demek haksızlık olur.

Bir yandan da bu son “dershane krizi” sırasında, hükümetin dış politikada hakkıyla layık olduğu “değerli yalnızlık” zırvasını iç politikada da benimsemesi insanı ümitlendiriyor.

Kendilerine pek değerli görünse de, dışarıdan bir o kadar acıklı görünen yalnızlıklarının gitgide artması üç kritik seçim öncesi her şeye rağmen insana siyasi bir ümit veriyor.

Herkesle kavga etmesi, insan haklarını yok sayması, anayasal hakları çiğneyip geçmesi belki siyasi bir tepkiye dönüşür, başbakana “dur” diyecek bir ses çıkar seçimlerde.

Çünkü başbakan bu hızla devam ederse siyaset otobanında bir “trafik canavarına” dönüşüp bütün kuralları çiğneyerek direksiyonuna oturduğu toplumu duvara toslatacak.