Kerem Altan

30 Mayıs 2014

Cevapları masama bekliyorum

Yüzde 96.7’lik oranla Mısır’da cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Sisi şimdi kalkıp Erdoğan’ın karşısına geçse ve “Milli irade, sözünü sandıkta söyledi” dese…

Yüzde 96.7’lik oranla Mısır’da cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Sisi şimdi kalkıp Erdoğan’ın karşısına geçse ve “Milli irade, sözünü sandıkta söyledi” dese…

Sadece kıyafetlerinden ayırt edebildiğimiz iki diktatörden, henüz tam olarak neye benzediğinin farkında olamayanı ne cevap verir acaba bu sözlere?

Dört parmağını sallayarak lafa, “Esma, Rabia…” diye mi başlar, yoksa Koç’lara ellerini ovuşturarak söylediği gibi, “Bir ara üzdünüz bizi ama ben kin tutmam” diye mi?

Açıkçası ne zaman ne yapacağı pek kestirilemeyen fakat işin ucunda cepler doluyorsa pozisyonunu rahatlıkla esnetebilen Erdoğan bu sözlere ne derdi acaba?

Erdoğan’ın Sisi’ye vereceği cevap gibi aslında merak ettiğim başka cevaplar da var…

Bunlardan bir tanesi de mesela Etyen Mahçupyan’a sorulacak, “Çok sevgili Başbakanınızın televizyonlarda gazetecileri, ‘Neden örgüt demiyorsun? Örgüt de, örgüt’ diyerek azarladığı bir cemaatin yayın organında bunca şeye rağmen yazı yazmaya devam etmek istemenizin sebebi nedir?” sorusuna vereceği cevabı da çok merak ediyorum.

Biliyorum, daha iki gün önce Mahçupyan, hem mağrur hem de mağdur bir halde (bunu ancak AKP’liysen ya da AKP’li gözükmenin avantajlarının tadını almışsan başarabilirsin)  Zaman gazetesindeki yazılarına kendi isteğiyle son verdi. Fakat yine de benim cevabını çok merak ettiğim soru hala geçerli?

Onca yolsuzluk ve rüşvet operasyonu yaşandı, ortalara dökülmedik tape kalmadı. Bu süreç içerisinde Başbakan cemaati “örgüt” ilan etti. Neredeyse her yurt dışı gezisi öncesi havaalanında bir Zaman muhabirini azarladı, gerektiğinde tweet atan Zaman muhabirleri sınır dışı edildi.

Peki bunca şeye rağmen Etyen Mahçupyan, toz kondurmadığı Başbakan’ın tanımıyla bir “suç örgütü”nün parçası olmayı neden ve nasıl içine sindirebildi?

Hem Başbakanı haklı bulup, onun siyasetini sonuna kadar destekleyip, hem de onun “paralel” diye tanımlayıp “suç örgütü” ilan ettiği cemaatin gazetesinde çalışmak nasıl bir duygu ve düşünce dünyasının tezahürü?

Başbakan haklıysa neden bir “suç örgütünün” gazetesinde çalışıyorsun, Başbakan haksızsa neden onu hiç eleştirmiyorsun?

Sadece meraktan soruyorum. Çünkü böyle davranabilmek, yabana atılmaması gereken bir “sağlam irade” gerektiriyor, ben de haliyle işin sırrını merak ediyorum.

Bende merak çok…

Örneğin sadece İstanbul’un üç ilçesine 25 bin polis ve 50 TOMA yığan, Taraf gazetesinin deyimiyle, “Gezi kolordusu” kuran Erdoğan’dan diktatör diye bahsetmek için hala mı çok erken?

Bu soru ister istemez daha önemsiz ama yine de yeri gelmişken sorulması gereken başka bir soruyu da doğuruyor: Erdoğan’a diktatör denilmesi için illa Ahmet Hakan’ın “yükselmesini” mi beklemek zorundayız?

Bu tabloya bakıp, “Erdoğan diktatör olsa 50 bin polis dikerdi oraya” diyenler de elbette olacaktır eminim ama zaten bunlar, Başbakan çıkıp “Evet bildiniz, ben diktatörüm” dese bile “Diktatör olsa, diktatörüm der miydi hiç?” sonucuna varabilecek kadar kendinden geçmiş, taşıdıkları yükün altında belkemikleri ezilmiş adamlar.

Gezi olaylarının yıldönümünde 25 bin silahlı ama “sabırlarına hayret ettiği” adamını bir meydana yığan iradeye nasıl seslenmek gerekiyor çok merak ediyorum.

Bugünlük bir başka ve son merakım ise Merkez Bankası, Başbakan ve bakanlar arasında yaşanan faiz kavgasıyla ilgili…

Başbakan ısrarla, aklı başında insanların tüm uyarılarına rağmen faiz indirimi için bastırıyor, Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı ise direniyor. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de açıklamalarıyla Başçı’nın yanında olduklarını gösterdi.

Bense bu konuda sonuna kadar Başbakan’ı destekliyorum, her koşulda gösterdiği yeteneğini ekonomi alanında da göstermesi için kendisine bir şans tanınması için yalvarıyorum ve soruyorum:

“Neden adamı rahat bırakmıyorsunuz? Neden işine karışıp ekonominin de yargı gibi ya da demokrasi gibi yerle bir olmasını engellemeye çalışıyorsunuz?”

Bırakın dilediği gibi faizleri indirsin, yükseltsin, oy verenlerini kandırdığı gibi ekonomiyi de kandırabileceğini düşünsün. Düşünsün ki, şımarık diktatörlüğü, hırsızlıklara, yolsuzluklara, sokaklarda vurulan insanlara, madenlere gömülen işçilere, medyaya yapılan baskılara, yargının yok edilmesine hiç mi hiç aldırmayan “milli iradesi”nin de canını yakmaya başlasın.

Mütemadiyen huzursuz ve ölümün gönlünce kol gezdiği ülkede, her şey tek adamın iki dudağının arasından çıkan söze bağlı olunca ekonominin de dağılmaya başladığını görsünler ve bu topraklarda, din, dil, renk, ırk ayırt etmeksizin “milli irade”nin asıl derdinin çokça duygusal olduğunu kendisine uygun bir dille anlatsınlar.