Kerem Altan

08 Temmuz 2014

Başbakan'dan muz orta

Lafı ne yapıp edip de son yılların en heyecanlı Dünya Kupası’na getirebilirim diye düşünürken imdadıma Başbakan yetişti

Lafı ne yapıp edip de son yılların en heyecanlı Dünya Kupası’na getirebilirim diye düşünürken imdadıma Başbakan yetişti. Futbol terimiyle söylersek, Başbakan kaçırılmayacak, tam adrese bir orta yaptı.

Onun işi bu zaten; millete hizmet. Üstelik, aramızda kalsın, hizmet ederken olduğundan daha uzun görünüyor.

Şimdi de Samsun’dan çıktı yola, “daha Erzurum Kongresi’ne yetişeceğiz” diyerek Köşk’e Atatürk adımlarıyla çıkmak istediğinin altını çizdi.

En büyük hayali buymuş demek; dindarların Atatürk’ü olmak…

Bu ülke bunca acıyı Tayyip Erdoğan eninde sonunda bir Atatürk olsun diye çekmiş ve çekecek… Neyse o da hevesini aldıktan, dindar Atatürk’ten de kurtulduktan sonra belki bir şeyler değişmeye başlar şu zavallı topraklarda.

Şimdilik kendisinin Köşk’e çıkmasını önleyecek ve içindeki başkanlık ateşini söndürebilecek bir engel görünmüyor. İlk turda olmazsa ikinci turda Başbakan hayallerini gerçekleştirecek herhalde.  

Henüz başbakanken bile,  “yasağı da yasaklarız” diyebilen ve gerçekten de defalarca yasakları yasaklayan, kanunların altını üstüne getiren, istediğini tutuklatan istediğini özgür bırakan, yargı kararlarını hiçe sayan, yargıyı kendisine bağlayan birinin başkanlık konusundaki hevesini ise anlamak zor.

Başkanlık sistemi yokken bile “bir başkandan daha fazlası” gibi davranan birinin bu konudaki inadı insana biraz garip geliyor açıkçası.

Ama öyle ya da böyle bu ülke bir süre daha cumhurbaşkanı, başbakan, başkan, yarı başkan ya da en olmadı amca -‘baba yarısı’ sıfatıyla- Tayyip Erdoğan sorunuyla yaşamaya devam edecek.

Sonra da bir şekilde bu macera hayırlısıyla bitecek.

Neyse, hazır Başbakan imdadıma yetişmişken konuyu tekrar dağıtmayayım, kendisinin muz ortasını ıskalamayayım…

Köşk adaylığını resmen açıklamasından sonra “Başbakanlık’tan istifa etmemi gerektiren bir durum yok” dediği için biz de şimdilik kendisine Başbakan demeye devam edelim. Çünkü hukuk sistemi tersini söylese de o öyle diyor. 

Başbakan, Türkiye Futbol Federasyonu’nun Riva’da yaptırdığı tesislerin açılışındaki konuşmasında, “Dünya Kupası’nı seyrederken zaman zaman üzülüyoruz. Bakıyoruz kimler var. Ama Türkiye orada yok. Onların yanında bizim olmayışımız bizi olumsuz istikamette etkiliyor. 5-6 milyon nüfusu olan ülkeler orada. 76-77 milyon nüfusu ile Türkiye niye orada, turnuvada yok” diye dert yandı.

Kendisiyle aynı fikirdeyim. Özellikle bu kupada milli takımın da yer alması unutulmaz olurdu.

Bu hayalin neden gerçekleşmediğiyle ilgili sorular sormak, başarısızlığın nedenlerini aramaya çalışmak sağlıklı bir yol.

Sağlıklı bir yol fakat bunu yaparken, eğer amaç bir sonraki kupaya ya da bundan sonraki tüm kupalara katılmak ve oralarda başarılar yakalayabilmekse, kendimize karşı her zaman olduğundan daha objektif davranmak zorundayız. Böylesi daha sağlıklı olur.

“Neden orada biz de yokuz?” sorusunun cevaplarını olanca dürüstlüğümüzle ve cesaretimizle vermeye çalışmalıyız.

Mesela bu soruya, “Çünkü, Dünya Kupası’na katılan hiçbir ülkede, o ülkenin şampiyonu kupasını Başbakanın talimatıyla almamıştır” cevabı verildiği zaman hiç gücenmemeliyiz.

Ya da, “Çünkü, kupaya katılan hiçbir ülkenin başbakanı, genç sporcuları ziyaret ettiğinde, onların kılık kıyafet veya zevkleriyle ilgili telkinde bulunma gereği duymamıştır” tarzında bir cevap da ilk bakışta ilgisiz görünmesine rağmen üzerinde düşünülmeden geçilmemelidir.

“Çünkü, kupaya katılan kimi ülkelerde şike gibi yasadışı olaylar yaşansa da hepsi hem içeride hem de dışarıda bu hukuksuzluğun bedelini ödemiştir, o ülkelerin hiçbirinde başbakanla birlikte Meclis topyekun şikenin üstünü kapatmaya yeltenmemiştir” denildiği zaman utanmalıyız ama gerçeği de kabullenmeliyiz.

“Çünkü o ülkelerin hiçbirinde siyasi slogan atılıyor diye sahalar kapanmıyor, taraftarlar gözaltına alınmıyor” yanıtını da göz ardı etmemeliyiz.

“Çünkü, o ülkelerin hiçbirinde Başbakan ya da her ne sıfatı varsa o, hiçbir zaman bir spor bakanı ya da bir federasyon başkanı gibi davranmamıştır” cevabını çözüm süreci veya darbe komploları laflarıyla geçiştirmeden saygıyla karşılamalıyız.

“Çünkü, bizde her yıl bir büyük takıma göre ayarlanan yabancı kuralı gibi saçmalıklar o ülkelerin gündeminde yoktur” da önümüze koyduğumuz şapkanın içinden çıkacak cevaplardan olacaktır.

“Çünkü, kupaya katılan ülkelerin hiçbirinde kulüp başkanları, teknik direktörler, futbolcular ve federasyon yetkilileri o ülkenin başbakanının emrinde değildir” alacağımız tokat gibi yanıtlardan bir başkası olur.

Kısacası, “Çünkü o ülkelerin hiçbirinde siyaset ve futbol bizdeki kadar iç içe geçmemiş, siyasiler spora bizdeki kadar müdahale etmemiştir”.

İsteyen, Brezilya’da bulunmamamızın nedenleri arasında yanlış taktikle, yanlış teknik adamla, yanlış futbolcuyla oynamamızı da sayabilir.

Ya da şanssız olduğumuz veya hakemler tarafından hakkımızın yenildiği de iddia edilebilir.

Fakat benim, hepsinin burada sayamamış olsam da, “Neden orada biz de yokuz?” sorusuna vereceğim cevaplar bunlar.

Ne yanlış taktik, ne yanlış hoca, ne de yanlış futbolcu…

Orada olmayışımızın en büyük nedeni, bu soruyu soranın kendisi…

O, her işte olduğu gibi futbolda da bu kadar işin içinde olmasa diğer sebepler bir şekilde hallolur gibi geliyor bana.