Belki, gündeme bomba gibi düşen Başbakan’ın Ermeni Soykırımı’yla ilgili taziye mesajı yurtta ve dünyada yankılanırken bu gelişmeye biraz mesafeli durmak garip olacak fakat hem mesajın yandaş kalemlerde yarattığı coşkuya zorlasam da bir türlü yaklaşamadığım, hem de eğer beyan esas alınıyorsa aynı Başbakan’ın daha geçen hafta Meclis’te “Ermeni lobisi” diye bağırdığını hatırladığım için soğukkanlılığımı korumakta fayda görüyorum. Ki Başbakan’ın Meclis’te ağzından çıkan bu hedef gösteren “nefret” bir çırpıda verebileceğim örneklerden sadece bir tanesi.
Daha bunun, “Afedersiniz Rum”u da var.
Bilmiyorum, siyaset belki bir öne bir arkaya perendeler atılan, durduğun yerden birden tam ters köşeye uçulan bir sirktir ama böyle bir sirkin seyircisi olsam da, diğerleri gibi her perendeyle birlikte yerinden fırlayan bir sirk görevlisi olma fikrinden de hoşlanmıyorum.
Onun için böyle coşku günlerinde biraz mesafeli durmamı hoş görün.
Evet, dokuz dilde yayınlanan beklenmedik taziye mesajı olumlu bir adım. Kesinlikle öyle. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, 1915 yılında yaşanan acılara ilk defa resmi olarak el uzatılması küçümsenemez.
Ama artık böyle “tek adımlar” coşturmuyor beni. Bu “adımlardan, açılımlardan” çok izledik. Düz ve kararlı bir yürüyüş görmeyi özledim. Laflardan, jestlerden, gösterilerden fazlasını istiyorum. Her konuda planlı, programlı, demokrasiye doğru giden bir siyaset bekliyorum.
Çünkü, her gün, o günün şartlarına göre başka bir “jest” yaparak temel sorunları görmezden gelmeyi, hatta o temel sorunları bu jestlerle gözlerden saklamayı iyice alışkanlık haline getirmeye başladık.
Unutmayalım ki 1915 yılında sadece tehcir değil, utanılacak ve çok geç kalınmış o özrü bekleyen bir soykırım var ortada.
Hadi diyelim ki başbakan bunu henüz söyleyemez. Yıllarca bambaşka bir tarih dinlemiş insanlar birdenbire bunu başbakandan duymayı kaldıramaz.
Ama soykırımı tanımadan, soykırım diyemeden, özür dilemeden, “büyük acılar çekildi, onları anlamalıyız” gibi empati girişimlerini temel sorunları konuşmamak için bir bahane gibi kullanarak kendimizi rahatlatırsak, bu ülkenin entelektüel gündemini belirlemeyi de siyasetçilere bırakmış oluruz. Ülkenin aydınları siyasetçilerle birlikte bir öne bir arkaya perendeler atmaya koyulur.
Gerçek bir gündem hiçbir zaman oluşmaz.
Başbakan’ın tarihi taziye mesajıyla ilgili diğer “şüphelerim” ise tabii ki Başbakan’ın her dönem baştan aşağı zayıf dolu getirdiği karnesiyle ilgili.
Çünkü, taziye mesajındaki, “Bugünün dünyasında tarihten husumet çıkarmak ve yeni kavgalar üretmek kabul edilebilir olmadığı gibi ortak geleceğimizin inşası bakımından hiçbir şekilde yararlı da değildir” sözlerinin tam tersinin Erdoğan tarafından iç siyasette her gün uygulanması “şüphelerimi” besliyor.
Ermenilerin acılarını kabul ederek insanca bir adım atan siyasetçinin, Roboski’li ailelerin, Berkin Elvan’ın, Ali İsmail Korkmaz’ın ve diğerlerinin yakınlarının acısını görmemesini anlamakta zorlanıyorum.
Tüm bunların dışında, daha bugün “Soykırım Masalı” manşetiyle çıkan Yeni Akit gazetesinin Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya’nın Başbakan’ın çok yakını olması “samimiyet ve kararlılık” konusundaki tereddütlerimi artırıyor.
Ve belki de en önemlisi… Hrant Dink suikastı.
Kendi iktidarı döneminde yaşanan cinayeti bunca zaman geçmesine rağmen bırak aydınlatabilmeyi, işin içinde isimleri sık sık geçen devlet yetkililerinden Muammer Güler’e İçişleri Bakanlığı görevini vermek, suikastın öncesinde Hrant Dink’e yapmadığını bırakmayan Veli Küçük, Muzaffer Tekin ve Kemal Kerinçsiz gibi adamları “kumpas” diyerek kahraman haline getirmek, 1915’te yaşanan soykırımla ilgili yayınlanan resmi mesajın samimiyeti konusunda kaçınılmaz olarak kuşkular yaratıyor.
Yine de tüm bunlara rağmen böyle bir “jest”e ihtiyaç vardı, hayatın zorlamaları karşısında böyle bir adım atmak bile önemliydi diyelim ama başta da belirttiğim gibi soğukkanlılığımızı koruyalım, Fehmi Koru gibi “bu bir özürdür” diyerek kendimizden geçmeyelim.
Dilenmesi gereken bir özür hala bizi bekliyor. Gelecek yıl, 1915’in yüzüncü yılında bütün dünya ayaklandığında bu “jest” Türkiye’yi yapayalnız kalmaktan kurtarmaya yetmez.
Tabii illa bu konuda Başbakan’ı övmeden duramıyorsak, Gezi ve yolsuzluk sürecinde içinden halden anlayan tonton bir amca çıkan, adeta bir Hulusi Kentmen’e dönüşen Devlet Bahçeli’nin konu Ermeni meselesi olunca özüne dönmesini sağladığı için övelim ve teşekkür edelim.
Az kalsın, Bahçeli’nin en olgun ve en mantıklı siyasetçi haline geldiği bir ülke oluyorduk, hiç olmazsa o tehlikeden kurtulduk.