Karel Valansi

10 Mayıs 2019

İran yaptırımları ters teper mi?

ABD’nin hegemonyacı tavrından rahatsız olan ülkeler arttıkça, Washington’a yönelik karşı bloklar da oluşmaya devam ediyor

ABD, İran’a yönelik yaptırımlarını gittikçe sıkılaştırıyor. ABD’nin hedefi ekonomisi hidrokarbonlara dayalı enerji malları üretimi ve ihracatına bağlı olan İran’ı bu gelirden mahrum etmek böylece hem bölgedeki etkisini ve gücünü kırmak, hem de nükleer silah sahibi olmasını engellemek. İzlediği yol da bu yönde. En son Devrim Muhafızlarını terör listesine alarak ve muafiyetleri uzatmayarak bu konuda hiçbir şekilde geri adım atmayacağını gösteren Trump, bu hafta da İran'ın bir diğer önemli gelir kaynağı olan demir, çelik, bakır ve alüminyum sektörlerine yönelik yaptırım getiren başkanlık kararını imzaladı.

Petrol konusunda ‘İran yerine Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden alın’ diyen ABD, Türkiye gibi bu ülkelerle pek de sıcak ilişkileri olmayanları veya artacak maliyetlerini pek düşünmüyor. Hatta müttefiklerine dahi yaptırım uygulamaya hazır gözüküyor. Türkiye ise bu konuda bir istisna oluşturamıyor çünkü S400 başta olmak üzere Türkiye-ABD ilişkilerinin durumu da ortada.

ABD’nin çizdiği tablo böyle. Ancak, bu kararlarıyla İran’dan petrol alımını yasaklayan ve dünya ülkelerine ‘ancak benim onayım olan ülkelerden petrol alabilir, ticaret yapabilirsiniz’ diyen ABD’ye diğer ülkelerin nasıl tepki göstereceği önemli. Ve tabi bu işten kimin karlı, kimin zararlı çıkacağı da.

Hiçbir ülkenin ABD’nin bu tavrından ve yaptırım tehditlerinden hoşlanmadığını öncelikle söylemek gerekir. Eğer şu an gelişmelere ayak uydurmaya çalışıyorlarsa bile, bir daha bu duruma düşmemek için önlemler alacaklarını veya bu durumdan kurtulmak için arka yollar bulmaya çalışacaklarını söylemek mümkün.

İlk bakışta, İran yerine petrol talebini karşılaması düşünülen Suudi Arabistan’ın bu işten karlı çıkacağı düşünülebilir. Ancak Obama’nın Orta Doğu’ya bir mirası İran nükleer anlaşmasıysa, bir diğer mirası da müttefiklerinin ABD’ye olan güvenini zedelemiş olması. Suudi Arabistan, ABD’nin nükleer anlaşmadan çıktığının açıklanmasıyla birlikte, piyasaları sakinleştirmek için söz verdiği gibi üretimini arttırmış ve kasım ayında OPEC verilerine göre tarihinin en yüksek seviyesine çıkarmıştı. Ancak ABD’nin Türkiye dahil sekiz ülkeye muafiyet vermesiyle birlikte, ABD’nin sözünü ne kadar yerine getireceği konusunda şüpheye düşen Suudi Arabistan, o tarihten itibaren günlük üretimini azaltarak Nisan 2018 seviyesine düşürdü. Suudlar ABD’nin İran’ı köşeye sıkıştırmada ne kadar kararlı olduğunu anlamak için bekle-gör politikasını benimsemiş gözüküyor. Bu durum ABD-Suudi ilişkilerini test ederken, piyasaları da zorlayacaktır.

ABD’nin sert tutumunun bir diğer kazananı olarak Rusya gözüküyor. İran’dan petrol alımını durduran ülkelerin Rusya’dan tedarik etmesi bekleniyor. Bu da ciddi bir gelir sağlayacak Rusya’ya. Nitekim Türkiye örneğine baktığımızda, İran’dan alımını azaltırken Rusya’ya yöneldiğini görebiliyoruz. Bu durum Ankara’nın kaynak çeşitliliği yaratmak isterken, Moskova’ya bağımlılığını arttırıyor ve Rusya’ya karşı elini gittikçe zayıflatıyor. Yunanistan ve İtalya’nın Rusya’dan alımlarını arttırmasıyla boğazlara binecek ekstra trafik, artan maliyetler ve tedarik süreleri de cabası.

ABD’nin, Rusya’nın bu gelişmelerden fayda sağlayacağını hesaplamış olması lazım. Bu da bize ABD’nin önceliğinin İran olduğunu, İran’ı dizginlemek adına Rusya’ya geçit verdiğini gösteriyor. Rusya ise bu durumdan bir hayli memnun. Rusya ve İran Suriye konusunda artık amaç ve hedeflerinin ayrıştığını saklamıyorlar. Ocak ayında bir açıklama yapan Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergei Ryabkov, Suriye konusunda İran ile müttefik olmadıklarını -İran’ın tersine- İsrail’in güvenliğinin kendileri için öncelik olduğunu vurgulamıştı.

Muafiyetler olmadan İran’ı daha rahat köşeye sıkıştırabilecek olan Rusya, böylece büyük güç olma iddiasını sürdürecek ve Suriye’yi İran ve Hizbullah’ın elinden alarak hem İsrail’i rahatlatabilecek hem de Suriye’yi yeniden Arap coğrafyasına ekleyebilecek. Rusya ile İran’ın ezeli rakibi Suudi Arabistan arasında Kırım yaptırımları ile başlayan ve ekonomilerinin temeli olan petrol fiyatını dengelemek için OPEC anlaşması ile devam eden yakınlaşmayı ve birbirlerinin enerji şirketlerine yaptıkları yatırımları da eklememiz gerek.

Muafiyetten artık yararlanamayacak olan Hindistan ve Çin ise, Amerikan yaptırımlarını aşmak için bir formül bulmaya çalışıyorlar. Petrol ithalatçıları olarak bir blok kurmayı düşünen ikili böylece OPEC’in karşısına daha güçlü bir şekilde çıkarak fiyat pazarlığını kendi lehine çevirmeyi ve Amerikan banka sistemini aşarak İran’a uygulanan yaptırımları baypas etmeyi planlıyor. Dünyanın en önemli petrol ithalatçısı olan bu iki ülke, İran’ın da en önemli müşterileri ve uygulanan yaptırımların maliyetlerini arttırmasına müsaade etmek istemiyorlar. Muafiyetini kaybeden bir diğer ülke olan ve petrol ihtiyacı ithalata bağımlı olan Japonya da, Amerikan yaptırımlarının ekonomisini etkilememesi için bir çözüm yolu bulmaya çalıştığını belirtiyor.

ABD’nin İran yaptırımlarına karşı bir diğer adım ise 2015 nükleer anlaşmasını devam ettirmeye çalışan Avrupalılardan geliyor. ABD’yi karşılarına almak pahasına İran ekonomisinin çökmemesi için yaptırımları bertaraf edecek özel bir ticaret mekanizması kurmaya çalışıyorlar. Başarılı olmaları durumunda Türkiye’nin de bu sisteme katılmak isteyebileceğini söyleyebiliriz.

ABD’nin hegemonyacı tavrından rahatsız olan ülkeler arttıkça, Washington’a yönelik karşı bloklar da oluşmaya devam ediyor. Yaptırımları aşmak için çözümler aranırken, bundan en büyük zararı ABD’nin en önemli gücü olan Dolar yaşayabilir. ABD, dünya rezerv birimi olan Doların gücünü kullanarak baskı yapmak istediği ülkeyi cezalandırırken, o ülkeyle ilişkide olan ülkeleri de cezalandırıyor. Ülkeler maliyetlerini dengede tutmak ve ekonomilerinin Amerikan yaptırımlarından zarar görmesini engellemek için çabaladıkça, Dolara olan bağımlılıklarını da sorguluyor. Açık ara ilk tercih olan Dolara şu an itibariyle bir rakip bulunmasa dahi bu memnuniyetsizlik, Doların uluslararası işlemlerdeki ve petrol fiyatlandırılmasındaki hakimiyetini sorgulatıyor. Bu durum uluslararası işlemlerde küresel yeni bir para birimi tartışmalarını yeniden alevlendirebilir ve eğer ABD’nin siyasi ve ekonomik gücünün kaynağı olan Dolara karşı ciddi bir adım atılırsa eğer, ABD açık veren Amerikan ekonomisini dolar talebiyle kapatamayabilir ve uzun vadede nüfuzunu kaybedebilir. Bu da  dönüp dolaşıp kendisini zararlı çıkarır.