İskender Aruoba

17 Ocak 2025

Yılmaz Özdil, teğmenler, siyasetçiler, okur mektubu…

Merasim alanı dışında bir alana teğmenlerin hepsi beraber koşuyor, şahsi malları olan kılıçları çekiyor, çatıyor ve “MUSTAFA KEMALİN ASKERİYİZ” diyorlar. BASTIR CİMBOM, HAYDİ KANARYA, KARA KARTAL” diye bağırsalardı da ifade verecekler miydi acaba?

Sevgili okur,

Küçük bir kaza geçirdiğim için geçen haftaki yazımı yazamadım. Affınıza sığınırım...

Bir maruzatım (makam, mevkii olarak büyük birine sunulan; yani okurlarıma hitaben...) daha var.

Ülkede en çok beğendiğim ve sevdiğim gazeteci/yazarlardan biri olan Yılmaz Özdil’in kalp krizi geçirdiğini duydum. Çok üzüldüm; Kendisini hiç tanımam, karşılaşmadık, ancak okuduğum (severek sevmeyerek filan değil, sevmediklerimi okumuyorum zaten) bir avuç yazardan biri.

Öncelikli sebep; yazdığı ve Youtube’da konuştuklarının doğru olması, yani dürüst biri olması, doğru söylemesi; ikincisi inanılmaz detayları bulup, parlak bir analitik zekâ ile sentezlemesi. Bunları başarabilmek için de müthiş akıllı olması…

Bu manada Sayın Cumhurbaşkanı bir konuşmasında, “Marmaray, Avrasya Tüneli, 3 Köprü, Osmangazi Köprüsünü” kendisinin yaptığından söylerken, bunları yaptığı için “takdir” ve “iltifat” beklediğini ihsas etti ve Sn. Özgür Özel’i kastederek; “Bugün İstanbuldan İzmir’e, milletvekili olduğun şehrine 3,5 saatte gidiyormusun!?” diye sordu ve “Mesele; marifet iltifata tabidir anlayışına yakın olmak. Bunların böyle bir derdi yok.” Dedi.

İşte Yılmaz Özdil hakkındaki “iltifatları” tam da bu mantık ile yazıyorum. Bu tip davranışı maalesef vatandaşımız unuttu. Şimdi biri birine bir iltifat edince “nereden çıkarı var acaba!” diye düşünülüyor. Tabii olarak ise; “ne olmuş yani, TV’de konuşuyor işte!?,” diye küçümseniyor… Hatta “bu da bir şey mi yani?!” diye sorgulayanlar oluyor.

Birisi yanlışlıkla “hadi sen yap o zaman’” derse; derhal küfür kıyamet!” filan sözleri; O da olmaz ise tekme tokat, hatta bıçak, kurşun!

Bazen “biz nasıl bu hale geldik, diye düşünüyorum; cevabını tam bulamıyorum!” Hatta bulmaya korkuyorum…

Sayın Cumhurbaşkanı’nın “yaptığı marifetlere karşılık beklediği iltifata” gelirce; beraberce, “YAPMAK” fiilini analiz edelim:

Bunları yaptık mı? Yaptık” diyor.

“Yapmak” için ilk iş ihtiyacı saptamak, sonra istemek, sonra planlamak, sonra en süratli ve ucuz şekli ile organize etmek gerek.

 Bahsi geçen yapıların (yol ve köprü) ihtiyacını saptayan, sonra planlayan, kendisinin belediye başkanlığından önce; ülkemizde bulunan en parlak zekâya sahip ve bilgili insanlarımız tarafından yürütülen, 1960’ta kurulmuş DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) olmuştur.

 Bu teşkilat kimsenin bilmediği ve anlamadığı sebeplerce 2011 de Sn. Başbakan tarafından kaldırıldı.

DPT, o güne kadar bahsi geçen tüm yapıların ekonomik planlarını yapmış, bitirmiş, ihtiyaç zamanı gelince siyasi otoritenin bütçe ayırıp uygulamasını beklemekte idi.

Bu işlerin bazılarından biraz, bazılarından ise epeyce iyi anlayan biri olarak; bahsi geçen yapılarının hiçbirinin zamanı gelmemişti.

Bizim boyumuzdaki (Adam başına Milli Gelir 10 bin 000 dolar civarında 70’incilik civarında dolaşıyoruz) ülkelerde, yol ve köprü turistik gaye veya daha konforlu seyahat için yapılmaz... Öncelik, ağır nakliye, ticari ulaşımda sürat ve ucuzlama vs. gibi profesyonel ve daha ciddi gayeler için yapılır. Bugün İstanbul’dan İzmir’e rahat gidilen birkaç yol zaten mevcut. Tüm mesafe çift yol; yani ticari nakliye sıkıntısı yok... Otobüs ile İnsan ulaşımı ise uzun yıllardır rahatlıkla zaten yapılıyor.

Yani Sn. Cumhurbaşkanı “bu yapıları biz(ben?) yaptık” diyemez…

Zamansız ve hesapsız yaptık diyebilir!

Peki kime yarayacak, yaramakta bu yol? En çok bu işin kulisini yapan, kotaran, devlet (işveren) tarafında en olumlu şartları sağlayan “aracı” ticari şirket ve/veya temsilciye, sonra da, fiziki olarak planlayacak ve yapacak olan şirket tabii.

Doğrudan fayda sağlayacak kim? Ticari kullanım dışında, çok yüksek geçme parasını ödeyecek parası olan zenginler. Peki maliyet? Karayolları açısından muadil ülkelere bakınca en az iki misline mal olmuş görünüyor. Bahsi geçen “yap-işlet-devret” usulü ile yapılan benzer 8 projede “37.5 milyar dolar” zarar ettiğimizi uzmanlar söylüyor... Daha öncede bu usul kullanıldı ancak bunlar kadar devlete zarar vereni hiç yapılmadı...

Ayrıca hesapta olmayan, yani DPT’nin yakın tarihte ihtiyaç göstermediği, yani sahiden Sn. Cumhurbaşkanı tarafından “yapılmış” olan Kütahya, Balıkesir, Gökçeada, Uşak, Çanakkale havalimanlarına uçak inip kalkmıyor; ama vatandaş yıllarca bunların paralarını ödeyecek.

Şimdi bütün bu tabloya bakınca; Sn. Özgür Özel nasıl “Bravo Cumhurbaşkanı, çok iyi yapmışsın!” desin?

* * *

Haftanın diğer beni çok ilgilendiren konusu; Atatürkçü teğmenler, özellikle dünya güzeli kadın teğmenlerimiz.

Bu çocuklar yüzyılı geçkin süredir olduğu gibi Harbiye’yi bitiriyorlar; teğmen çıkıyorlar. Yani o andan itibaren birer T.C. devlet memuru oluyorlar, kurallar ve kanunlar çerçevesinde ve çalışma saatleri dışında, canları ne ve nerede isterse yapabilirler.

Bunlara “merasim esnasında Mustafa Kemal’in askerleriyiz demeyeceksiniz” deniyor. Hangi mantık, niye, ilk fikir hangi kuş beyinliden çıkmış bilemeyiz.

Ancak biz asker bir milletiz. Emir demiri keser...

Benim babamda aynı alanda 1936 yılında kılıcını arkadaşları ile çatıp “Mustafa Kemalin askeri olduğunu” hançeresi yırtılırcasına bağırmıştı. Zamanında kendisi anlattı… Hayatının en mutlu anı imiş, arkadaşları gibi, orada bulunan Atatürk ile paylaşmak istemiş…

Gelelim yine bizim teğmenlerimize; şimdi lütfen gözünüzde canlandırmaya gayret edin.

Emir komuta zinciri içinde konuşmalar yapılıyor, Okul birincisine plaket veriliyor. Resmi geçit yürüyüşü yapılıyor, tören bitiyor ve bittiği anons ediliyor...

Bu noktadan sonra, merasim alanı dışında bir alana bu çocukların hepsi beraber koşuyor, şahsi malları olan kılıçları çekiyor, çatıyor ve “MUSTAFA KEMALİN ASKERİYİZ” diyorlar. Kim karışabilir? Niye?

“Yapmayın” tarifine uygun hiçbir şey yapmıyorlar... Vatandaş serbest hareket haklarını kullanıyorlar...” BASTIR CİMBOM, HAYDİ KANARYA, KARA KARTAL” diye bağırsalardı da ifade verecekler miydi acaba?

* * *

 Bu haftaki yazımı bir teşekkürler ile sonlandırayım:

İzmir’den Erden beyin samimi ve sıcak yazısına benzer, ayni minval üzerine yazılan epeyce e-posta aldım. Bu okurlarım “daha çok yaz” diyorlar; hatta Erden Bey “yazdığınız bilgiler gençlerimiz için lazım, TV programı yapın lütfen” demiş.

Yaptığı işi, yazdığı yazıları, herhangi menfaat değil; sadece ülkesine borç ödemek için yapan 80 yaşındaki biri için biraz fazla iddialı olur Erden bey; Ancak dediğiniz ihtiyaç çok doğru, yaşadıklarımız çerçevesinde, özellikle kalemini kiraya veren gazeteci lakaplı kişiler görevlerini layiki ile yerine getirselerdi de bana hiç ihtiyaç kalmasa idi…Keşke, Ülkemiz insanı uyutulmasa, eşek yerine konmasa, alçakça hassas noktaları kullanılıp menfaatler sağlanmasa idi.”

Hakketmediğim kadar güzel sözlerle beni motive eden tüm okuyucularım için, hatta bana “kuş beyinlerinin izin verdiği ölçüde laf sokanlar dahil!” teşekkür ederim; belki de onlardan aldığım “gaz” ile yazı hayatımı sürdürüyorum.

Elimden geldiği kadar, kuruluş değerlerimiz için mücadeleye devam edeceğim.

Burada yeri gelmişken, rahmetli babamın (ve onunla ayni sosyal süreci yaşayanların) yaptığı bence büyük hatayı söylemeliyim.

Babamın hatası; 4 erkek kardeş olan bizlere “Politikaya girmeyin!” tavsiyesi olmuştur. Hepimiz iyi tahsil aldık ve bugüne kadar yaptığımız işlerde mesleki başarı kadar ülkemize de yararlı olduk.

Bu ülkenin çok ciddi yetişmiş, konularında dünya çapında bilgi seviyesinde olan insanlarımız var. Ancak bunlardan hiçbiri meydanda görünmüyor.

Muhtemelen bunlarında babaları aynı hatayı yapmış.

Eski bir siyasi parti başkanı geçen gün; siyasetçiler ile ilgili konuşuyor, adeta olunması gereken vasıfları sayıyor…

“Bir fikir adamı değil, bir bilim insanı değil, bir düşünür, bir entelektüel, bir aydın değil, olmayabilir de fakat ideolojik olarak davası olan bir adam da değil. Bir devrimci değil, reform yapmaya çalışan bir öncü değil, Bunların hiç biri yok…

Uzmanlık alanı rant üretmek ve rant dağıtmaktır.

Bu şekilde, özellikle son yıllarda etrafında bir yalaka tayfası oluşturmayı başarmış bunun üzerinden güç devşirebilmiş bir orta sınıf kasaba politikacısıdır. Bu kadardır, kapasitesi bu kadardır, Acı olan tablo şudur; bu adam ülkenin gelecek yüzyılını tek başına belirlemek istiyor.

Bilime dair, Hukuka dair, Demokrasiye, İnsan haklarına, İslam’a dair, sanata edebiyata dair bugüne kadar tek bir kendisine ait fikir ortaya sürmemiş, sürememiştir, önünde cam olmadan iki tane cümle kuramayan bir adam önümüzdeki 100 yılı belirlemek istiyor diye, boyun eğecek değiliz, kusura bakmasınlar…”

 Kimin hakkında, ya da kimler hakkında konuşuyor; doğrusu tam anlamadım. Biraz zorlanınca tüm siyasetçilere uydurulabilir gibi geldi… Konuştuğum bazı dostalar AKP olabilir dediler. Ancak; Konuşmanın bir yerinde “İdeolojik davası olan bir adam değil!!” diyor. AKP’de herkes bir “davadan” bahsediyor, demek ki AKP de değil.

Kim bilir belki de hayali bir rakipten bahsediyordur…

Trump olmasın!