Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan İngilizce bilmiyor; ancak "how are you?" diye hatır sorabiliyor. Bir defa Akdeniz'e "white sea" demişti. Oradan anladım İngilizce bilmediğini.
Hakikaten Akdeniz, "ak (İngilizce White,) deniz (İngilizce sea). Tam lügat manası ile çevirince whitesea çıkıyor.
Aslında "white sea" isimli bir deniz de var. Atlantik okyanusunun kuzeyinde, tamamı Rusya'nın kontrolü altındadır ve Rusya'nın iç sularının bir parçası olarak kabul edilir. Adı Beyaz Deniz'dir. Çünkü yılın büyük bölümü beyaz buzlar ile kaplı geçer. Sayın Erdoğan lisan bilmiyor ama, yine de böyle "yakıştırmalar" yapabiliyor. Zeki bir kimse; ancak bilgi başka bir şey tabii.
Geçen gün öldürülen bir Arap siyasetçinin "yasını tutmayan cibilliyetsizdir" dedi. Ben bu kişini öldürülmesine üzülmedim. Sevinmedim de. Arap dünyası benim hiç ilgimi çekmiyor. Hiçbir inovasyon yok ve çok sıkıcı. Bu demek değil ki Natenyahu denilen tuhaf katilin yaptıklarını tasvip ediyorum. Sadece İsrail'de yaşayan ve bu olanlardan büyük mahcubiyet duyan insanlara acıyorum. Ancak kendi düşen ağlamaz. Kim seçti bu kasabı? Biz değil.
Biz bambaşka bir yönetim seçtik. Ancak bizim seçimin başkanı Rizeli ama Rizelinin temel geçim kaynağı olan çaya maliyetinin altında alım fiyatı veriyor. Rize'den yüzde 77 oy alıyor. Ben de hayret ediyorum.
Sayın Erdoğan bana "cibilliyetsiz" deyince doğrusu pek alınmadım, ancak Sayın Erdoğan'ın Arapça da bilmediği anlaşıldı. Her ne kadar "cibilliyet" Osmanlı'da "yaratılış, huy, karakter" anlamında kullanılıyorsa da aslında kelime manası "cömertlik" demek.
Osmanlı Türkçesinde buna benzer epeyce farklı manalar takılmış yabancı kelime var. Mesela Fransızca bonkör "iyi kalpli" demektir, ama Osmanlı cömert manasına kullanmış.
Hem annem hem karım beni cömertten öte, savurgan bile bulurlardı. Hiç değilse birisi, hem de bir devlet büyüğümüz benim "cibilliyetsiz" olduğumu, yani "cömert olmadığımı" söyledi. Hoşuma bile gitti.
Ancak, bir de "ev zencisi" deyince birden kafamda bir ışık yandı. Bu bir ihtimal tabii, ancak sizlere de söylemek istedim. Ben bir sonuç çıkaramadım çünkü.
Sayın Erdoğan'ın "ev zencisi" sözcüğünü bilmesi olası değil. Bu eski bir "Amerikan tabiri". İngilizcedir, ancak İngilizler bu deyimi kullanmaz. Bu deyim, 1700'lerde sadece Amerika'da kullanılmış günümüzde eskimiş bir deyimdir.
Amerikalılar iki tip nigger (negro/zenci sözünün kısa ve küçültücü bir tarzda kullanılma şekli) sözcüğü kullanırdı.
Birincisi "field nigger" ikincisi "house nigger". Adından da belli olduğu gibi; Field nigger, tarlada çalışan, öteki ev de hizmetçilik eden zenci demek.
Ben kabinenin yönetildiği sarayda da "house nigger"ın ne demek olduğunu bilen kimse olduğunu sanmıyorum. Eğer biliyor ve Sayın Erdoğan'ın konuşmalarının hazırlanmasında kullanılıyorsa mesele yok; ama değilse, o zaman Amerika'dan birileri mi bu konuşmaları yolluyor acaba diye bir mantık yürüteceğim.
Neyse, Sayın Erdoğan bazen görevinin ne olduğunu unutup üstüne vazife olmayan tavsiyelerde de bulunuyor. Instagramı, oyun portallarını (oyun güzel değil diye!) kapatıyor.
Üç tane çocuk yapın diyor. Eğer bu bir "devlet politikası" ise, mesela çocuk başına para verirsiniz. İnönü bir tarihte nüfusumuz çoğalsın diye uygulamıştı. Yanlış hatırlamıyorsam, "yol vergisi" almamıştı. Ancak, birilerinin özel hayatına bu kadar ciddi bir konuda müdahil olamazsınız.
Tabii Sayın Erdoğan farkında olmayabilir, çünkü çocuklarını bugünkü kadar zor ekonomik şartlarda yaşayan bir ülkede büyütmedi. Anlaşılıyor ki, o günlerde ülkeyi yönetenler Erdoğan gibi dar gelirli bir kimsenin bile 3, 4 çocuk büyütmesine imkân sağlamış.
Büyük oğlan Burak Londra'da okumuş bugün armatör. Büyük kız Esra iki Amerikan üniversitesi mezunu sosyoloji doktoru. Küçük kız Sümeyye hem Amerikan üniversitesi hem de meşhur London School Of Economics mezunu. Küçük oğlan Bilal ise, yine bir ABD üniversitesi mezunu, iş adamı.
Kimine göre AKP'de "gelecek başkan adayı"…
Bu dört genç insanı bugün o seviyelerde okutmaya kalksanız kaç milyon eder acaba?
Bugün kabinemizin aralıksız (!) çalışmaları sayesinde anaokulu için yılda 150 bin TL'ye kadar bağış istenebiliyor. Bir kolejin yıllık tahsil ücret 1 milyon TL'ye kadar çıkabiliyor. Üniversiteler ise milyonun üstünde. Bir de ufak bir sorun daha var: Üniversite bitirdin, iş yok!
Maârif-i Umûmiye Nezâreti Nâziri Yusuf Efendi'nin yakın çalışma arkadaşı, dünyanın en sulhçu dinini elde kılıç ile temsil eden bir şahıs: Tarikat ve cemaat destekleyicisi bir devlet memuru... Bu iki bey ve benzer düşünenler tarafından hazırlanan ve Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu tarafından onaylanan "Türkiye Yüzyılı Maarfi Modeli" bu yıl yürürlüğe girecek. Bu çalışmalar konusunu ciddiye alacağım ve sizlere mümkün olduğu kadar bu dalda ne oluyor bilgi vermeye, yorumlamağa gayret edeceğim.
Bu konu ile ilgilenmemin sebebi ilk nesil Atatürk cumhuriyetçileri tarafından yetiştirilen ve hep "Ülkem ve halkım için iyi bir şeyler yapmalıyım" telaşı ile büyüyüp yaşıyor olmam.
Benim neslim bu terbiyeyi sadece ailemizden değil, okuduğumuz okuldan da aldık.
Ben Türk Eğitim Derneği'nin kurduğu, önce Yenişehir Koleji, sonra Maarif Koleji, daha sonra da Ankara Koleji isimli okullardan mezunum.
Türk Eğitim Derneği Atatürk tarafından, onun talimat ve teşviki ile kurulmuş, yabancı dilde tedrisat yapan bir okuldur.
Kurucularımızın gayesi, gelişim ve medeniyeti elinde tutan batı dünyası ile ilişki kurmamız, bizim ve daha sonra gelecek nesillerin "muasır medeniyetlerde yaşayanlar" gibi düşünmesi ve onlar gibi yaşaması idi.
Bunun için "sadece yabancı dil bilmek yetmez, onlar gibi düşünmek de gerekir" diye öğrendik. Ben de bu düşüncenin uygulanabilmesi için bir ömür geçirdim.
Bugün AKP'nin ülkeyi getirmeye gayret ettiği bir nokta var. Oysa, bu iş 100 yıl evvel Atatürk ve arkadaşları, yani atalarımız tarafından ortaya konmuş ve öncelikle laik, yani din işleri ile devlet işlerinin asla karıştırılmadığı, herkesin istediği dine mensup olması ve gereklerini yerine getirmesinin sağlandığı bir yönetim tarzı benimsenmişti. Osmanlı'yı batıran konu ve coğrafi ve sosyal şartların iyi araştırılıp onlardan uzak durulması kararı verilmişti.
Orta Doğu'da, yani eski Osmanlı topraklarında olup bitenlere hiç karışmamak düstur edilmişti. Aynı Osmanlı'da olduğu gibi, hedef Batı medeniyeti olarak konmuş, oraya varmak için tüm hazırlık yapılmıştı. Osmanlı "düşünce tarzını" değiştiremediği için o hedefe varamamıştı.
Oysa tamamen yeni bir anlayış ile kurulan Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti, çok kısa bir sürede "inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğmuştu".
Yüzyıl sonra AKP'nin, kendi kabiliyetlerine ve durumlarına bakmadan bunu değiştirme gayreti içinde olduğunu görüyoruz.
Bazen, Güney Fransa'da yaşayan bazı Korsikalıların 21. asırda yeni bir Fransız krallığı kurup, Louvre Sarayı'na yerleşme gayreti göstermelerine benzetiyorum.
Özellikle AKP Genel Başkanı'nın yönetimde tek yetkili olduktan sonra bu gayretleri arttırdığını görüyoruz. Bu ham bir hayaldir. Bir şeyler yapılmaya gayret ediliyor, ancak atalarımızın kazdığı sağlam temeller sayesinde sadece bir "kargaşa" yaratılabiliyor, istedikleri sonuç gelemiyor. Ancak bu arada güzel yıllar heba ediliyor. Vatandaşımız hiç olmadığı kadar sıkıntı çekiyor.
Bu mücadelenin verilmesinde Türk Eğitim Derneği yadsınamaz bir yere sahiptir.
Ancak bu derneğin bugünkü başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, yukarıda sözü edilen Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyesi.
İktidarda bulunanların Atatürk Türkiye'sini "Türkiye yüzyılı Türkiyesi" değiştirme gayreti içinde oldukları sır değil.
Bu noktada eğitimin değeri ortada...
Öncelikle Selçuk kardeşimizin bu kurulda ne yaptığını öğrenmek için TED'liler tarafından kimisi itham olan konuları da katıp bir mektup haline getirip kendisine yolladım.
Verdiği cevabı hep beraber değerlendireceğiz. Umuyoruz, böyle bir yazıya ihtiyaç yokmuş diyeceğiz.
Yaşadığımız dönemlerde Türk Eğitim Derneği'nin en ufak gölge altında kalmasına kolejliler olarak izin veremeyiz.