Geçen haftaki yazımda Dünya genelindeki “Demokrasi Dışı” anlayışın ve yönetimlerin yükselişte olduğunu yazmıştım.
"Ülkede işler hiç iyi gitmiyor sevgili okur..." demiştim.
2024’te dünyada küresel nüfusunun yarısından fazlası sandık başına gitti ve ortalama “Demokrasi Endeksi’nin (2023’teki 5,23'ten) daha da alta, 5.17’ye düştüğü anlaşıldı...
Bu tip endekslerin araştırılıp yapılmaya başlandığı 1972 yılında, ülkemiz dünyanın gözünde “Free/HÜR” bir Ülke idi.
1980 den itibaren “Partly Free/Kısmen HÜR” olmuş, 2017’te ise “Not free/Hür olmayan” ülke haline gelmişiz... Bu yıl; Hürriyet Endeksi’nde 100 üzerinden 33 alıyoruz. Siyasi haklar da 40 üzerinden 17, sivil özgürlükte 60 üzerinden 16…
Bu yazımın T24’te yayınlandığı günün ertesi Sn. İmamoğlu tutuklandı… Ben bu kadar da olmaz falan derken, ülkedeki siyasilerin “hemen hepsi” haklı çıktı…
Anlamaya , bir anlam vermeğe çalışırken; istemsiz olarak aklıma “Operadaki hayalet” (Le Fantôme de l'Opéra, Fransız yazar Gaston Leroux'nun 1910 da yayımlanan bir romanı.”) geldi.
Bu aslında basit plotlar (hikayeler) üzerine yapılandırılmış bir hikâye. Faust’tan Othello’ya hatta eski Anadolu Mitlerine kadar izler bulabilirsiniz. Roman 19. yüzyılda Paris Operası'nda yaşanan -kimisi gerçek- bazı olayları anlatıyor.
Kabaca konu bir büyük binada kendini -çok çirkin olduğu için- gizleyerek kimine göre iyi kimine göre kötü bir şeyler yapan, yaptıran bir “hayalet” Tabii olarak içine bir de aşk hikayesi oturtulmuş; ancak önemli olan “Hayaletin” varlığı, ruh hali ve yaptıkları.
1900’lerin başında yapılan birkaç filmi ve sahne çalışması sonunda; En son büyük “Müzikal” dehası İngiliz Andrew Lloyd Weber tarafından 1980’lerin başında Londra da West End’de sahneye kondu; Ben tesadüfen ilk seyredenlerden biri oldum. Birkaç yıl sonra New York Broadway de başladı ; Hala Oynuyor. Tarihin en uzun oynayana “Sahne Eseri”
İlk eserini 1965 de besteleyen Weber’in son eseri İllüzyonist 2023 de başladı. Şu anda (2025) Sherlock Holmes komedisi üzerinde çalışan Besteci, bu 60 yılda; 7 Tony, 3 Grammy, 1 Oscar, 1 Emmy, 6 Olivier ödülü ve 1 Altın Küre Ödülü kazanmış.
Bu güzel “sanat” dünyasından; tekrar yaşadığımız “berbat” günlere dönelim…
Ekrem Bey, Türk Milletinin, istikbaline dair “her şey çok güzel olacak!!” duygusunu canlı tuttuğu için tutuklandı.
Tutuklatan da AKP yönetimi. İstedikleri kadar “Türk Adaleti” falan desinler. Ben 80 yıldır Türk Adaletinin Vatandaşın, seçtiği ve bu derece sevdiği bir kimseyi “sebep icat ederek” hapse attığını bilmiyorum. Seçilmişlerin asıldığı bile oldu; ancak ortada bir ihtilal vardı; Yani Adalet yoktu.
AKP siyasileri ve yandaş medya boyuna “Efendim hele bekleyin mahkeme sonuçlansın!!” filan gibi soğutma hamleleri yapıyorlar ama; Vatandaşın 23 yıllık tecrübesini hesaba katmıyorlar; Artık vaatler bitti; takke düştü kel göründü.
Peki nereden aklıma geldi bu “hayalet”
Önce AKP kurucusu Sn. Erdoğan’ın Ülkeyi AKP adına yönettiği Sarayda kaç tane “başdanışman” var diye inceledim. Bilinen, kayıtlı 70 adet var. Kayıtsız sayısı bilinmiyor. Rahmetli Demirel’in çeşitli konularda 20 civarında danışmanı vardı. Ahmet Necdet Sezer’in ise 4 adet.
Bu zatlar niye var, ne yapar bunlar?
Sn. Erdoğan’ın hayatını inceleyince sebebi anlaşılıyor. Hani Halit Refik’in ünlü “Gurbet Kuşları” filimi vardı. Orhan Kemalin ayni isimli romanından senaryolaştırılmış. Anadolu’nun bir ücra köyünden İstanbul’a gelen bir ailenin öyküsü. Başkahramanlardan biri Haydarpaşa’da trenden inip, “Seni yenmeye geldim İstanbul!" benzeri bir söz eder.
Erdoğan Ailesi de Orhan Kemal’in Kahramanları gibi 1950’ler de Rize’den İstanbul a göç etmiş. 1950-55 arası İstanbul 900.000 kişiden fazla göç aldı.
Recep Tayyip 1954'te O dönem İstanbul’un en yoksul semtlerinden Piyalepaşa’da doğmuş. Batum’dan Rize’ye göçmüş olan bir Gürcü Ailenin çocuğu. Babası Ahmet Erdoğan Haliç vapurlarında çalışmış. Küçük Recep Tayyip Su ve simit satarak ailesine yardımcı olmuş. yaz aylarında gittiği Rize'de çay ve fındık toplarmış.
İlkokulu Piyalepaşa ilk okulunda, Lise eğitimini yatılı olarak okumuş, Fatih İstanbul İmam hatip lisesinden 1973 yılında mezun olmuş; Aynı yıl normal Eyüp lisesini de bitirmiş ve yine aynı yıl, İstanbul İktisat Akademisine bağlı Aksaray Yüksek Ticaret Okuluna girmiş. (Burayı tam anlamadım!)
1974'te ise İETT de işçi olarak çalışmaya başlamış. Bu arada bazı amatör takımlarda futbol oynamış; ancak anlaşılan iyi bir futbolcu değilmiş, yoksa o dönemde ülkede 185 boyunda bir Futbolcu pek bulunmuyordu. Biraz becerisi olsa idi bir İstanbul takımı muhakkak ilgilenirdi.
Şubat 1981 de Yüksek okulu bitirmiş, bitirdiği okul 1982 Temmuz da kurulan Marmara Üniversitesine bağlanınca, Diplomasını buradan alıp orada okumadığı halde, Fakülte Mezunu diploması almış. (Burayı da birçok insan gibi ben de pek anlamadım?)
1916 yılında kurulan, zaman içinde çeşitli siyasi akımlara (Türkçü, Atatürkçü, Sağcı, solcu, vs.) hedef olan Milli Türk Talebe Birliği, 1960-1965 yılları arasında yer yer sol görüşlere de eğilim göstermişti. 1960 tan kapatıldığı 1980 yılına kadar ise siyasal İslamcı bir kimliğe sahip olmuştur. Genç Recep 1970’li yılların başında lise öğrencisi iken buraya üye olmuş;
Ayni Yıllarda üyesi olduğu, Millî Selamet Partisi (MSP) Beyoğlu gençlik kolu başkanlığına (1975), 1976 yılında ise MSP İstanbul il gençlik kolları başkanlığına seçildi. MSP’nin kapatıldığı 1982 ye kadar orada çalıştı. Askere gitti. 1983’te kurulan Refah Partisine girdi ve 1984 de Beyoğlu ilçe başkanı oldu.
1991 de Refah Partisi'nin 19. dönem milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi.
1994 de rakipleri kendi aralarında mücadele ettikleri için sadece yüzde 25.19 oy oranı ile İstanbul Belediye Başkanı seçildi.
Başkanlık dönemine ilişkin olarak 18 dosyadan İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde dava açıldı. Bunlardan bazıları yolsuzluk davaları. Bu davalar, milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle dokunulmazlığı süresince donduruldu.
1997' de Siirt'te düzenlenen bir açık hava toplantısı sırasında Ziya Gökalp'ın "Asker Duası" adlı şiirinin sonradan değiştirilmiş bir sürümünden bir dörtlük okudu ve hapis cezası aldı.
Çeşitli ertelemeler sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini bırakarak 1999 günü Kırklareli'nin Pınarhisar ilçesindeki Pınarhisar Cezaevi'ne girdi. 4 ay sonra da tahliye edildi.
“Saray da Hayalet” araştırma bölümü burada sonra eriyor.
Karşımızda “mesleki yükselme” olarak müthiş başarılı bir genç adam var. Geçici işçi olarak girdiği Belediyeden Başkan olarak çıkmış.
Aktif siyasete lise öğrencisi olarak girmiş; Cumhurbaşkanlığına yükselmiş. Bunlar müthiş “kişisel” başarılar.
Ancak; tüm bu, 17 yaşlarında başlayan ve sadece siyaset ile geçen 45 yıllık dönemde mecburen ihmal edilmiş bir “genel kültür ve dünyasal bilgi” var. 17 yaşından öncesinin tahmin etmek zor değil.
Gerek bu tip ailelerin kültür seviyeleri gerekse daha sonra alınan tahsilin kalitesi ülkemiz genç insanlarını kurulduğumuz günden beri hırpalıyor. Ancak genç Recep; bütün bu handikapları, müthiş zekâsı ve belagat (konuşma) kabiliyeti ile geride bırakmayı bilmiş.
Önceleri TV seyircisinin önünde yaptığı bazı programları seyredince insan “Acaba niye TV’ye çıkıp eskiden olduğu gibi fikir tokuşturmuyor!” diye hayıflanıyor.
Bugün ülkede en önemli siyasi figür haline gelmiş olan Sn. Recep Tayyip Erdoğan en az 70 başdanışman ile çalışabiliyor. Çaresi yok; bulunduğu mevkii itibarıyla bilmesi gereken birçok şeyi bilmiyor. Mecburen danışmanları var; onlardan gelen bilgileri söylüyor, okuyor.
Peki; bu “başdanışmanlar” kim? Hangi geçmişten geliyor? Bunlar siyasi değil; Çünkü AKP Genel Başkanı olan Sn. Erdoğan’ın en son “siyasi tavsiyeye” ihtiyacı var. Bu kimseler; genel manada, belirli spesifik konularda bilgi sahibi profesyoneller; Saray denilen “Külliyede” maaş için çalışıyorlar.
Peki; ya bunlardan biri “Operadaki Hayalet gibi” Erdoğan’a iyi sandığı ancak yanlış; hatta bilerek yanlış bir şeyler empoze ediyorsa?
Bizzat kendisi; merkezi otoritenin antidemokratik ve sert davranışları yüzünden hapse girdikten sonra; hatta girdiği için vatandaşın gözünde kahraman olmuş biri olarak kendine yapılanın en yakın rakibine yapılmasını niye ister?
Bu olayların Sn. Ekrem İmamoğlu'nu kahraman yapmakta olduğunu bilmez mi? Nasıl bilmez? Kendi yaşamadı mı? Bunun cevabı var mı? Ben bulamıyorum, onun için aklıma hiç olmayacak böyle “hayalet” hikayeleri geliyor!
“Operadaki Hayalet” müzikalinin ünlü şarkısı şöyle bitiyor:
“The Phantom of the Opera is here, in my mind/Operadaki hayalet burada, benim zihnimde!!”