Bu hafta ülkede çok rahatsız edici olaylar oldu, oluyor. Bunların hepsinin temelinde ülke sağlık ve eğitim işinin özel sektöre verilmesi yatıyor.
Devleti dolandırmak için “yenidoğan çetesi” kurulmuş, bebekler para kazanmak uğruna öldürülüyor. Bu iş nereden çıktı diye sorarsanız, hepsi özel sektör hastanelerinde.
Bugün sağlık bakanı olan kişinin, bu organizasyonun bir parçası olduğu anlaşılıyor. Nasıl bir tevil ile karşılaşacağız merak ile bekliyorum.
Milli Eğitim Bakanı Anayasa’da “laik eğitim” tarifine uymayan işler yapıyor. Resmen Anayasal suç işlemek ile meşgulken, birtakım tarikat mensupları da çocuklarımızın beynin yıkamak ile meşgul.
Benim ve binlerce Ankara Kolejli ve TED mensubunun “ne yapıyor?!” diye soruşturduğu Atatürk Türkiye'si tipi Eğitim için kurulmuş olan Türk Eğitim Derneği Başkanı, tam 21 yıldır koltukta oturuyor.
Atatürk hakkında düşünceleri ve hissiyatları sır olmayan iktidar ile gayet sıkı fıkı ilişkiler içinde.
(Bu arada; kendisine (Sn. Selçuk Pehlivanoğlu) bir mektup yazarak başta cumhurbaşkanlığı eğitim ve öğretim politikaları kurulu üyesi olarak faaliyetleri, ve diğer bazı sualler sordum. Telefonda konuştuk. Anlattıklarından tatmin olmadım; bana yazılı cevap vermesinin iyi olacağını söyledim. Bekliyorum. Cevap gelmezse siz okurlarıma ve tüm TED’lilere mektubumu yayınlayacağım.)
Bu arada ülkedeki Entelijansiyanın (TDK; Genellikle kültürel ve siyasal etkinliğe sahip entelektüel topluluk anlamında kullanılır. Rusça kökenli bir terim olan entelijansiya, sosyal bilimciler tarafından Rusya'da, özellikle 19. yüzyılda ayrı bir sınıf veya sosyal tabaka olarak aydınlar topluluğunu tanımlamakta kullanılmıştır. Bu deyimi Sn. Cumhurbaşkanının sık sık “ELİTİZMİ YOK ETTİK!” demesi üzerine kullandım. Hakikaten İktidar partisi mensuplarının pek “elit” olduğu söylenemez) ümidi olan CHP’nin içinde tuhaf bir şeyler olup duruyor; ya da dışarıdan bakınca öğle görünüyor…
Sn. Özgür Özel’in, gündelik “lise münazarası” tipi söylemlerden çıkıp “BİZ ŞUNLARI YAPACAĞIZ!” diyerek önümüze elle tutulur, gözle görünür Listeler koymalı. Buna çok çok ihtiyacımız var. CHP’nin “Bunlar sadece konuşur!” yaftasından kurtulması gerek. Bu çerçevede ilk yapılacak Sağlık ve Milli eğitimin hiçbir endişeye mahal vermeyecek tarzda Devletleştirilmesi olmalı.
Bu hafta olan en komik olaylarda biride Sn. Erdoğan’ın tekrar seçilmesini sağlayacak siyasi partilerin sayıca kalabalıklaştırılmalarına yönelik planlar ve konuşmalar oldu. Kendisi istemiyor ama, ona yakın olanlar tekrar seçilsin istiyor.
MHP, sadece DEM Parti’ye değil Öcalan’a da defne dalı uzattı.
Keşke anlayabilsem?!!
Bunlar olurken Cumhurbaşkanı BRICS toplantısına gitti.
Şimdi, biraz yerel siyasetten dünyaya dönelim…
BRİC, 2001’de ABD Bankası Goldman Sachs ekonomistlerinden Jim O’Niell tarafından, bir rapor içinde yazılmış bir “kavramdır.”
Rapor dünya ekonomisine etki edecek ve ekonomik dengeleri Asya ülkeleri lehine, daha doğrusu “Batı ülkeleri” aleyhine değiştirebilecek bir “güç” ü tanımlamak için kullanılmıştı.
BRIC, kısaltması, BRASİL, RUSSIA, INDIA, CHINA (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkelerin baş harflerinden oluşuyor.
Ancak, zaten aralarında eskiden beri iyi ilişkiler bulunan bu ülkeler, (belki de) bu rapordan sonra resmi olarak bir araya gelmeye karar verdiler ve 2009 yılında BRIC resmi olarak kuruldu. Hemen sonra Güney Afrika'nın katılma isteğinin kabulü ile 2012 de artık BRİCS (South Afrika’nın S’si) olmuşlardı.
1 Ocak 2024 itibari ile Mısır, Etiyopya, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri resmen üye oldular.
Daha önce buna benzer kurulmuş olan mesela Şanghay İşbirliği Örgütü vardı. Daha çok Şanghay Beşlisi olarak tanınan örgüt 1996’da Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından kurulmuştu. 2001 yılından 2021’e kadar Özbekistan, Hindistan, Pakistan ve İran'ın Örgüte tam üye olarak kabul edilmesi ile üye sayısı dokuza çıktı.
2012 yılında BRICS üyeleri, IMF’nin borç verme kapasitesini artırmak amacıyla fona 75 milyar $ kredi taahhüt etti. Ancak bu kredinin onayı IMF karar alma mekanizmasında bürokratik engellere !! takıldı. (yani ABD pek sıcak bakmadı!!) Bunun üzerine 2013 yılında kriz durumlarına karşı ortak bir fon oluşturma kararı ile IMF ve Dünya Bankası gibi “Batı” merkezli kuruluşlara alternatif olabilecek, “Yeni Kalkınma Bankası” kurulması kararlaştırıldı ve 2013 de Çin 41 milyar $, Brezilya, Hindistan ve Rusya’nın her birinden 18 milyar $ ve Güney Afrika’dan 5 milyar $ bağış ile ortak havuz kuruldu. 2014'te ise BRICS, resmi olarak 100 milyar $ değerinde Yeni Kalkınma Bankasında 100 milyar $ değerinde bir rezerv para havuzu kurdu.
İşte bizim cumhurbaşkanının BRICS toplantısına gitmesinin baş sebebi bu olmalı. Bu nasıl olacak anlamış değilim, üye olup olmayacağımız daha belli değil. Biz zaten NATO mensubu “ABD uyumlu” bir devletiz. Bizi davet ederler mi? Davet ederlerse ABD izin verir mi; bunlar hep sual işareti.
Bir de Amerika da kendisi ile görüşmeyen Beşer Esat ile bu defa Putin aracılığı ile görüşme ümidi vardı. Bu da olmadı…
Kurucu 5 BRICS üyesinden sonra kabul edilerek üye olan ülkeler; Brezilya, Mısır, Habeşistan, İran, Birleşik Arap Emirlikleri. Bizim de aralarında bulunduğumuz üyelik için başvuran ülkeler ise; Azerbaycan, Bangladeş, Belarus, Bolivya, Küba, Myanmar, Nijerya, Sri Lanka, Suriye ve Türkiye.
2’nci Harp’ten sonra Birleşmiş Milletleri, her ülkenin temsil edildiği bir teşkilat olarak düşünülmüş; bu yönde “kuruluş felsefesi” oluşturulmuştur.
Ancak bugün tarihte birçok devlet adamı ve bu günlerde bizim Cumhurbaşkanının da vurguladığı gibi, BM içindeki 5 tane değişmez üyeden oluşan Güvenlik Konseyi daha farklı bir işlev üstlenmeli ve daha önemlisi karar verme yetkisi tüm BM üyelerini kapsayacak şekilde genişletilmeli.
Ancak başta ABD olmak üzere BM’nin çalışabilmesi için “parayı” veren ABD’nin isteği dışında “siyasi” bir iş yapılabilmesi olası değil.
Bir zamanlar Teknolojiye ABD kadar sahip olan Avrupa birliği siyasi manada ABD’nin dümen suyundan pek çıkamıyor.
Daha vasıflı siyasiler tarafından yönetildikleri sıralarda bu mümkün oluyordu.
Özellikler Avrupa Birliğinin Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından 3 Kasım 1990'da iki Almanya'nın birleşmesi, Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin Sovyet denetiminden kurtulmaları ve demokratikleşmeleri, Aralık 1991'de de Sovyetler Birliği'nin çözülmesi Avrupa'nın siyasi yapısını baştan aşağı değiştirdi.
Üye devletler bağlarını güçlendirme kararlılığıyla, temel özellikleri 9-10 Aralık 1991'de Maastricht'te toplanan Avrupa Birliği Zirvesi'nde kararlaştırılan yeni bir antlaşmanın müzakerelerine başladılar. Maastricht Antlaşması, diğer adıyla Avrupa Birliği Antlaşması, 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu antlaşma ile 1999'a kadar parasal birliğin tamamlanmasına, Avrupa vatandaşlığının oluşturulmasına ve ortak dış ve güvenlik ile adalet ve içişlerinde işbirliği politikalarının meydana getirilmesine karar verildi.
Maastricht Antlaşması ile üç temele dayalı bir Birlik oluşturuldu. Bu yapının ilk temel; Avrupa Toplulukları (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) - ikinci temel "Ortak Dışişleri Güvenlik Politikaları" - üçüncü temel ise "Adalet ve İçişleri" oluşturuyordu.
Avrupa ortak para birimi olan Avro, 1 Ocak 2002 tarihinde resmen tedavüle girerek, 12 ülkede kullanılmaya başlandı.
2004 yılında, Avrupa Birliği'nin tarihindeki en büyük genişleme dalgası gerçekleşti ve 10 yeni ülke (Çek Cumhuriyeti, Estonya, GK. Rum Yönetimi, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya ve Slovenya) Avrupa Birliği'ne katıldı. 2007 yılında, Bulgaristan ve Romanya'nın katılımıyla AB'nin üye sayısı 27'ye yükseldi. 2013 yılında Hırvatistan'ın katılımıyla Avrupa Birliği’ne üye devlet sayısı 28'e ulaştı. Bugün İngiltere'nin çıkması ile, hayatına 27 ülke ile devam ediyor.
Bugün (Türkiye Cumhuriyeti) ve Tarihte (Osmanlı imparatorluğu) Avrupa'nın en büyük ülkelerinden biri olan ülkemiz, görünüşte AB’ye girmek için epey gayret gösterdi. Ancak, Özellikle 2017 de yapılan Anayasa değişikliği ile sonuçta “tek kişinin yönetimi” olan GÜÇLÜ CUMHURBAŞKANLIĞI neticesinde AB, bu pek de anlaşılamayan devlet yönetim biçiminin, Kopenhag kriterlerine uygun olmadığı söyledi; ve bu üyelik “şimdilik” buz dolabına kaldırıldı.
AKP’nin iktidardan gitmesi, tuhaf anayasamızın tekrar Kopenhag kriterlerine uygun hale getirilmesi, ayrıca sivil toplum örgütlerinin tekrar tarif edilmesi ve devlet yönetiminden tamamen kurtarılması gibi olmaz ise olmaz bazı yönetim detayların uygulanmaya koyması ile ülkemiz tekrar Atatürk Türkiye’si normlarına dönmüş olacak ve AB ye katılacaktır.
Bu olacaktır, hem de epey yakında, okurlarım enseyi karatmasınlar...