İskender Aruoba

24 Kasım 2023

Ayça, Dilan, 50+1, Gazze…

Ünlü Amerikan dergisi FR (Fashion Republic) onu kapak yaptı ve Yadsınamaz bir müzik ve tiyatro kabiliyeti olan büyüleyici varlık!” benzetmesi yaptı.

Başlıkta adı geçen güzel kıza, yani Ayça Elif Varlıer’e ön ismi ile hitap edebilirim, çünkü annesi de babası da kadim dostumdur; hatta ablası Aslı Varlıer’e de “Aslı” diyebilirim. İkisinin de doğumlarını biliyorum, ama söylemem.

Ayça’nın babası, kadim dostum Oktay Varlıer, Devlet Planlama’nın parlak uzmanlarından biri idi.  Daha sonra, şimdilerde tuhaf sonuçlar üreten TÜİK’in genel müdürlüğünü yaptı. (O zaman adı Devlet İstatistik Estitüsü idi.)

Oktay’ın zamanında kurumda matematiği (!) kuvvetli kişiler çalışıyor olmalı ki; bugünkü gibi uyduruk sonuçlar çıkmıyordu. Mesela, bugün otomobile yüzde 20 zam gelmiş; TÜİK ortalama yüzde 3 göstermiş. Nasıl oluyor? Çünkü var olmayan bir “tip,” otomobilin fiyat artışını alıyorlar; o da tabii olarak artmıyor. Olmayan bir şeyin fiyatı artar mı?                                                        

Ya da Golf Sopası mesela; nedense Türkler son birkaç yıl golf oynamayı bırakmış olmalılar ki golf sopası fiyatları çıkmıyor. E, böyle olunca da Enflasyon rakamları ona göre çıkıyor…

Oktay, devletten ayrıldıktan sonra bir süre hocalık yaptı ve sonunda turizm sektörüne geçerek, sektörün bu günkü noktasına gelmesinde birincil amil kişilerden biri oldu.

Neyse, gelelim Ayça’ya. O artık bir Broadway Yıldızı.  Newyork’un ünlü bulvarı Broadway’deki “The Triad Theatre”da Tchaikovsky’nin ünlü “Kuğu Gölü” balesi üzerine kurulmuş bir “Swan Lake Rock Opera’da” önemli rollerden birini oynuyor.

Ünlü Amerikan dergisi FR (Fashion Republic) onu kapak yaptı ve Yadsınamaz bir müzik ve tiyatro kabiliyeti olan büyüleyici varlık!” benzetmesi yaptı.

Newyork’ta Broadway bulvarının tiyatro ve müzikal geçmişinin, daha ABD kurulmadan (1776) öncesi 1750’de ilk Shakespeare oyunları oynanan 290 kişilik bir tiyatro ile başladığı kabul edilir. Hatta daha da önce 1696'da Broadway'de The King's Arms adlı bir pub’ın Manhattan'ın en eski tiyatro gösterilerine ev sahipliği yapmış olduğu iddia edilir. Kimilerine göre burası özellikle müzikallerde “dünyanın merkezi”dir. İşte Ayça burada bir star...

Yazı başlığımdaki ikinci Kız, Dilan Yeşilgöz Ankara doğumlu. Çocukken ailesi ile birlikte Hollanda’ya göçmüşler. Orada Hollanda vatandaşı olmuş ama o da Ayça gibi bir Atatürk Türkiye’si ailesinde yetişmiş. İlaveten, tabii olarak Hollandalı olmanın gereklerini ve bilgilerini de edinmiş. Bu dünya güzeli kızımız siyaset ile uğraşıyor. 2022’den beri Hollanda Adalet bakanı. Bir daha yazayım… Hollanda Adalet Bakanı.

Bu günlerdeki seçimde Başbakan Rutte'nin yerine adaylığını ilan etti.

Keşke konumuz müzik, tiyatro, siyaset filan olsaydı da ben de kafa göz yara yara bir şeyler söylemeye çalışsa idim.

Konumuz bu Türk kızlarının bu noktalara nasıl gelebildiği de değil. Sebepler meydanda, doğuştan, anadan, babadan alınan beceriler, daha sonra Atatürk Türkiye’sinin sağladığı imkanlar, yurt dışı çalışmalar, büyük ama çok büyük bir azim ve sonuç dünyanın en tepeleri…

Broadway’de star olmak ve/veya Hollanda Başbakanlığı!

Konumuz, 21. yüzyılda böyle Türk kızlarının/kadınlarının yetişebildiği bir dönemde koca koca siyasetçilerin; hatta kimi parti başkanlarının durumu...

Benim meslek ve ülke aşkını takdir ettiğim ama siyaset yapma tarzına akıl erdiremediğim rahmetli Prof. Erbakan’dır.

Oğlu Fatih Erbakan, babasının izinden gittiği imajını vermek ve babasının “haklı ününden” yararlanmak için partisinin adını bile “yeniden refah” koydu. Ama asla baba tavsiyesi dinlemedi, gidip AKP ile ortak oldu. Hoş olmasa idi başka bir şey olacağı da yoktu. Bence yine de yok…  

Partisinin seçim beyannamesinde -kadınların ve kadın örgütlerinin karşı çıktığı- “süresiz nafaka mağduriyetinin giderilmesi”, “6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun aile bütünlüğünü bozucu maddelerinin” ayıklanması sözü verdi.  Nedir “aile bütünlüğünü bozan maddeler”; zannederim kendisi de bilmiyor.

“Feminizm ile faşizm ayni şeydir” saçma lafı da kendisine aittir. Bu zat, kadının yerinin sadece mutfak ve çocuk odası olması yönünde söylemlerde bulunuyor.

Sorun, 21. asırda geleneksel bir T.C. ailesinden yetişen Ayça veya Dilan ile aynı yaşlardaki Fatih Erbakan’ın aynı dönemde yaşıyor olması.      

Fatih Erbakan’ın söylemleri 14. yüzyıl dolaylarından. Ayça ve Dilan’ı anlattım. 21. asır, hatta ötesini yaşıyorlar. Onlar gibi on binlerce başarılı Türk kadını var. Uygun olmaz diye, mesleğinde uluslararası tanınırlığı olan   kendi kızım Defne’den bahsetmiyorum.

Bu farklı çağda yaşamakta olan sadece Fatih Erbakan değil; AKP liderliğindeki Cumhur İttifakı’nı kuran kişiler de benzer söylemleri ile üç aşağı beş yukarı aynı asırlarda yaşıyorlar. Yağmur duasından, “dört eş” istemine kadar her türlü garabet var.

Ben, Erbakan’ın eşi Beyza Molu kimdir ne iş yapar diye araştırdım; Hiçbir bilgi yok. 

Vatandaşlarımız çoğunluk ile Cumhur ittifakı’nı yönetime getirdi. Acaba ne kadarı bilinç ile isteyerek oy verdi. Öyle ya; bazen de düşünmeden sadece “sempati” için oy veriliyor. 

Haydi bakalım sevgili vatandaşlar, size bir ciddi sual; elinizi vicdanınıza koyup karar verin. Sizin kızınız, yani kendi evladınız; Ayça ya da Dilan gibi mi olsun istersiniz, Fatih Erbakan’ın karısı Beyza gibi mi?

İkinci konumuz Cumhurbaşkanımızın son “fikir araştırması.”

Onun dünyanın en önemli siyasetçilerinden biri olması, sadece Türk Cumhurbaşkanı olmasından değil. Müthiş bir siyaset oyuncusu olmasından. Öyle hamleler yapıyor ki insanın ağzı hayretten açık kalıyor.

Son “hayret” sebebi meşhur yüzde 50+1 oranının değişebilir olduğunu söylemesi. Ülke, fasulye fiyatını unuttu, sadece bunu konuşuyor.

Ortakları “olmaz” diyor. O cevap vermiyor. Gazeteciler soramıyor; ya uçaktan atarsa!

Yüzde 50+1 deyimi, kısaca “çoğunluk” ifade eder. Daha çok özel sektör yönetiminde karar için kullanılır. Şirketlerde tek haneli sayıda yönetim kurulu üyesi olur; karar çabuk çıksın diye. Yani; aslında bu nisaba çoğunluk değil, azınlık demek de olabilir. Çünkü eğer yüzde 50-1 aldıysanız; istediklerinizi artık çoğunluk olan muhalefetin izin verdiği kadar yapabilirsiniz. Bu noktada sadece TBMM karar merciidir. Cumhurbaşkanlığı genelgesi filan gibi tuhaflıklar olamaz. Bunlar ancak tek adam rejiminde olur. Orada da TBMM’nin bir önemi yoktur artık.

Bir an için sayın Cumhurbaşkanının istediği oldu ve ülke seçime eskisi gibi “çoğunluk” usulü ile gitti diyelim. Yani en çok oy alan başa geçiyor.

X ve 35 aldı, Y ve 29 aldı, Z de yüzde 36 aldı. Z cumhurbaşkanı seçildi; bir karar aldı. Ülkenin yüzde 64’ü uymak istemiyor. Ne olacak şimdi?  Kaos…

Ben bu tuhaf sistemin biteceğini biliyorum. Eşyanın tabiatına aykırı…

İlk devlet fikrini çıkarmış filozoflardan Aristo, ideal devleti “orta sınıf yaşam biçimine sahip herkesin aynı haklar ve eşitlikler ile yaşadıkları bir insan topluluğu” diye tarif eder. Sokrat' a göre ise ideal devlette; “eşit kazanç, güvenlik ve aynı hakların bulunması yeterli değildir, devlet vatandaşın mutluluğundan da sorumludur.”

Bu yazıda vatandaşlara ikinci ciddi sual; hayatınız bu yazılanlara ne kadar uyuyor? Mutlu musunuz?

Gazze’de olanlar bir insanoğlu olarak beni tabii rahatsız ediyor. Ancak ben o insanları “kardeşim” olarak görmüyorum. Bazıları gibi “İngiliz’le bir olup Mehmetçiği arkadan bıçaklayan Arap!” gibi bir söylemim de olamaz. Eğer sünya, Hamas denilen teşkilatı (bizim PKK gibi) terör örgütü olarak görüyorsa; ben aksini iddia etsem ne olur? Bazı ülkeler PKK’ya “hürriyet savaşçısı” diyor. Kimin umurunda? Bir insan topluluğu şu veya bu sebep ile benim vatandaşımı öldürüyor ise benim düşmanımdır. Herkesin imzaladığı Birleşmiş Milletler kurallarında harp te sulh de terör de tarif edilmiştir.                                                                                           

Benim Arap kardeşim olduğu kadar Yahudi kardeşim de var. Bunlar dini tercihlerdir.                                                                                                        

Kimisi Mardin’de kimisi İzmir’de yaşar. Onlar T.C. vatandaşıdır. Kılına halen getirmek suçtur.

Son günlerde özellikle Yahudi vatandaşlarımıza yönelik bazı “uygunsuz” olaylar yaşıyoruz.                                       

Osmanlıdan kalma Balat’taki Musevi Hastanesi önünde toplanmış 30’a yakın, kimisi kafası takkeli, kendilerini “hekimler olarak” tarif eden kişiler “onurlu yürüyüş” yapıyorlarmış.

Kardeşim, yarın okul bitince aynı yere gelip iş arayacaksın. Orası senin de hastanen..

İstanbul’da 200 yıldır görev gören bu hastane insanlara sağlık getirmeye gayret ediyor. Sadece Yahudilere, Hristiyanlara, Müslümanlara, Ataistlere, dinsizlere değil.

Eylemi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu Üyesi Ahmet Selim Köroğlu duyurmuş..

Sayın Cumhurbaşkanı bu arkadaşa ne danışıyor acaba?