Işık Özel

15 Kasım 2020

Amerikan rüyası ile kâbusu iç içe; Biden'ın zaferi üzerinden ABD'nin ahval ve şeraiti

Sosyal patlamanın eşiğindeki ABD'de seçimler, Biden'ın gecikmiş sosyal devlet vaadi, Harris'in Amerikan rüyası ve yanıbaşındaki Amerikan kâbusu

Sosyal patlama eşiğindeki ABD'de seçimler

Annesi Hintli, babası Jamaikalı olan Kamala Harris, kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle diyor: "Çocukluğumda annemle markete girdiğimizde market çalışanları arkamızdan bizi izlerdi, paramızı ödeyip marketten çıkana kadar. O gözü hiç unutamam." Belli ki o ırkçı göz, Hintli anneyle melez kızlarını hırsızlıktan başka bir yere yerleştiremiyor. Kamala Harris'in bir dizi "ilk"le geçen olağanüstü kariyeri onu ABD Başkan Yardımcılığına taşıdı, ilk kadın –ve ilk Asya kökenli ve siyah kadın-başkan yardımcısı. Bu adeta Amerikan rüyasının Harris'in kimliğinde vücut bulmuş hali.

Bu rüyanın hemen yanıbaşında bir de devasa Amerikan kâbusu var, bu yazıya konu olan. Kâbusun bileşenleri pandemi, iktisadi kriz, belirsizlik, ırkçılık, eşitsizlik, zedelenen kurumlar ve bütün bunların sosyal patlamaya yol açabileceği endişesi. Biden-Harris ikilisi bu kâbusun tam orta yerinde dünyanın en büyük ekonomisini, sadece kutuplaşmış değil, aynı zamanda en eşitsiz toplumlarından birini yönetmeye hazırlanıyor.

Eşitsizlikler dünyasının şampiyonu ABD

ABD, gelişmiş ülkeler arasında en derin eşitsizliğe sahip olanı. Uzun zamandır bu meşum skoru elinde tutan ABD'de eşitsizlikler 1980'lerden bu yana gitgide derinleşiyor. Ülkedeki en zengin yüzde 1'lik kesimin toplam varlığı, orta sınıf sayılan, skalanın ortasındaki yüzde 60'lık kesimin toplam varlığından daha fazla. 2016 verileriyle en zengin yüzde 1 tüm varlığın yüzde 29'una (toplam 25 trilyon) sahipken, yüzde 60'lık orta sınıf toplam varlığın yüzde 21'ini (18 trilyon) elinde tutuyor (1995'de yüzde 32 idi).[1]

1970-2018 arasında, üst gelir grubun gelirinin toplamdaki oranı yüzde 29'dan yüzde 48'e yükselirken, orta sınıfın geliri yüzde 62'den yüzde 43'e, düşük gelir grubunun payı ise yüzde 10'dan 9'a gerilemiş.[2]

Eşitsizliği ölçmekte kullanılan GINI katsayısına bakıldığında, ABD daha çok gelişmekte olan ülkelere, onların da epey eşitsiz olanlarına benziyor. Hatta, US Census Bureau'nun hesabına göre, 2019'da 0.47 ile Türkiye'yi (bile) sollamış durumda.[3] 1980'de 0.34 olan GINI'nin bu denli yükselmesi, ki bu eşitsizliğin arttığı anlamına geliyor, son kırk yılda uygulanan politikalarla küreselleşmenin etkilerini yansıtıyor.

ABD'de ırkçılıkla eşitsizlik iç içe geçmiş halde birbirini beslemeye devam ediyor. Siyahlarla beyazlar arasındaki gelir eşitsizliğine baktığımızda, 1970'de siyahların ortalama geliri beyazlarınkinin yüzde 56'sı iken, aradan geçen yarım yüzyılda ancak yüzde 61'ine yükselmiş. 

Louis Armstrong'un 1929'da kaydettiği "What Did I Do To Be So Black and Blue?" parçasındaki serzeniş neredeyse yüzyıl sonra ne yazık ki hâlâ geçerli:

Tek günağım
Tenimde
Ben ne yaptım
Bu kadar siyah ve kederli olmak için?

 

Küreselleşme ve derinleşen eşitsizlik

Elbette ki, ABD'deki eşitsizliği Trump iktidarı yaratmadı, sadece daha da derinleştirdi. Tam tersine, bu denli yoğun eşitsizlik Trumpçılığın, ya da kavramsal tabiriyle sağ popülizmin ortaya çıkmasında önemli rol oynadı. 1980'lerden beri egemen olan politikalar finans ağırlıklı küreselleşme ve teknolojik dönüşümle birleşince eşitsizliklerin ivmelenerek artmasına ön ayak oldu.

Trump'ın, ABD'de küreselleşmeyle eş anlamlı algılanan Çin'e bu kadar takıntılı olmasının sebebi bu. Dani Rodrik (2018) küreselleşmenin ABD'de işgücü piyasasına, özellikle mavi yakalı çalışanlara etkisi üzerinden popülizmin güçlenmesine zemin hazırladığını gösteriyor.[4] David Autor vd. (2016) özellikle Çin'den yapılan ithalatın ABD imalat sanayisinde istihdam, talep ve ücretlere olumsuz etkisinin altını çizerken, bunun siyasetteki kutuplaşmanın artmasında önemli rol oynadığını iddia ediyor.[5] 1990'lardan bu yana yoğunlaşan finansallaşmanın ve sendikaların eş zamanlı güç kaybetmesinin gelir adaletsizliğine etkisini ise Başak Kuş'un çalışmalarında görmek mümkün.[6]

Eğer Demokratlar, sağ populizmin daha fazla güçlenmesinin önüne geçmeyi ve iktidarda kalmayı istiyorlarsa, çalışan kesimin, özellikle de mavi yakalıların taleplerine kulak vermeye mecburlar. Bu bağlamda Biden-Harris ekibi, Obama Hükümetlerinden farklılaşmak, partinin uzun zamandır izlediği ortayolcu çizgiden sapmak, çoğunlukla solda mevzilenmiş gençleri dinlemek durumunda kalabilir

Devletin dönüşü ve rötarlı sosyal devlet inşası

Eğer Biden, programında yer alan vaatleri uygulayabilirse, bu Roosevelt'in damgasını vurduğu 1930'lardan sonraki en keskin devlete dönüş olacak. Bundan önceki yazımda Biden'ın "gelmiş geçmiş en ilerici başkan olma" sözünden ve Demokrat Parti'yi sola kaydırması muhtemel olan vaatlerinden bahsetmiştim. Bu yazıda da, devletin tekrar piyasaya dönüşünün arkasındaki talepleri tartışacağım.

Aslında ciddi biçimde parçalanmış olan Demokrat Parti'nin ön seçimler sonrasında tek yürek oluşu Biden'ın zaferinde önemli rol oynadı. Bu noktada Clinton'ın sağlayamadığı parti birliğini Biden sağlamış oldu. Biden'ın Demokrat Parti içindeki popülerliği değildi bunu yaratan. Kanımca birliğin oluşmasında üç etmen önemliydi: Birincisi 2020 yılının kendine özgü koşulları. İkincisi, bu ahvalin sorumlularından addedilen Trump'dan kurtulma azmi. Üçüncüsü pandemi, iktisadi kriz, ırkçılık, eşitsizlik, kurumlar ve demokrasinin erozyonu arasında kâbusu yaşayan ve varoluş savaşı veren Amerika. İkincisi ise, Biden'ın ekonomik programında verdiği sözler.

Genç aktivistlerin Biden'a uyarısı

Biden'ın ortayolcu çizgisine tepki duyan pek çok genç, Biden'ı destekledi, seçim öncesi bilfiil sahaya çıkıp milyonlarca -özellikle genç- seçmeni oy vermek üzere mobilize etti. Sonuçta beyaz olmayan 30 yaş altı genç nüfusun çoğunluğu Biden'a oy verdi. Siyahların yüzde 86'sı, Asya kökenlilerin yüzde 83'ü, Latin Amerika kökenlilerin ise yüzde 74'ü. Beyaz gençlerde ise yüzde 51'e iniyor Biden desteği.[7]

Ancak, birlik duygusunun sürekliliği koşullu. Partinin sol kanadında mevzilenen Adalet Demokratları (Justice Democrats) ve Gündoğumu Hareketi (Sunrise Movement) adlı iki genç aktivist grup geçtigimiz hafta Biden'a baskı yapmaya başladı bile. Bu baskı sadece "bak, verdiğin sözleri tutacaksın, gözümüz üzerinde" ile sınırlı değil. Ellerinde belirli kabine pozisyonları için desteklediği isimlerden oluşan somut bir listeyle ulaştılar Biden'a. Listedeki isimlerin bir kısmı tanıdık. Maliye Bakanlığı'na Elizabeth Warren, Çalışma Bakanlığı'na Bernie Sanders, Ulusal Ekonomi Konseyi Başkanlığına Joseph Stiglitz.

Sol grupların listesinde, bu ünlü şahsiyetlerin yanısıra, Mustafa Santiago Ali (Çevre Koruma Dairesi Direktörlüğü), Rashida Tlaib (Konut ve Şehircilik Bakanlığı), Pramila Jayapar (Sağlık ve Beşeri Hizmetler Bakanlığı), Jesús Chuy García (Ulaştırma Bakanlığı) gibi isimlerinden bembeyaz olmadıklarını tahmin edebileceğiniz –bir kısmı sonradan ABD vatandaşı olmuş- pek çok isim de yer alıyor. Bu ABD'de demografik dönüşümün, beyaz olmayan grupların artan ağırlığının sadece seçmenlerin oyu hesabıyla sınırlı kalmadığını da gösteriyor. Göçmen kökenli bazı siyasetçiler, ABD'de geleneksel siyaseti ve neoliberalizmi kökten değiştirmeye soyunuyor.

Bu grupların Kongre'deki sözcülerinden Alexandria Ocasio-Cortez, Biden-Harris ekibi tarafından listelerinin dikkate alınmasının olmazsa olmazları olduğunu vurguluyor. Biden-Harris, Obama'nın hatasını tekrar edip, artık bir avuçtan ibaret olmayan solcu gençleri dikkate almazsa, bunun için ağır bir bedel ödeyebilir. Bu taleplerin ne kadarının ortayolcu Demokratlar tarafından kabul göreceğini önümüzdeki birkaç ay gösterecek. Benzer şekilde, Biden'ın seçim öncesi verdiği sözlerin ne kadarını gerçekleştirebileceğini, bunların kaçının Kongre'den geçip hayata geçirebileceğini de önümüzdeki dört yıl gösterecek.


Gündoğumu Hareketi'nin pankartı: "Yükselme vaktimiz geldi"

"Biden'ın sola çarkı parti programında kalmasın" talebi

Biden, 1933'de Büyük Buhranın en sert senesinde iktidara gelen Roosevelt'in yaptığı gibi, süregiden krizden devlet eliyle çıkmayı vaat ediyor. Programı krizden çabuk ve daha güçlü çıkmayı hedefleyen cömert bir destek paketinin yanısıra, devasa bir kamu yatırımı seferberliği içeriyor. Programa göre, ülkenin köhnemiş altyapısı elden geçirilecek (ABD'de köprüler ortalama 43 yaşında), çağın gereklerine uygun, teknoloji savaşına göre mevzilenmiş yeni bir altyapı kurulacak.

Devletin görünen eli, 1930'larda benimsenen Keynesyen politikada olduğu gibi, bu sefer çukur kazdırmasa da, bu sefer 5G götürerek talebi körükleyecek. Roosevelt Hükümetinin başlattığı, ancak aradan geçen 90 yılda tamamlanamayan geç kalmış sosyal devlet olma sürecini acaba Biden-Harris ikilisinin yönetiminde tamamlayabilecek mi?

Sağlık politikası: "Yetmez ama evet"

Trump'ın gider ayak Obamacare'i iptal ettirip ettiremeyeceği tartışılırken, milyonlarca ABD'li sağlık sigortası olmadan yaşamaya devam ediyor. Eğer Obamacare iptal edilirse, sigortasızlara 21 milyon ABD'li daha eklenecek.[8]

Dünyanın en büyük ekonomisi ve uzun dönem hegemonu ABD'de hâlâ evrensel sağlık sigortasının, yani herkese "hak" olarak sağlanan kamu sağlık hizmetinin olmaması şaşılası, ama gerçek. Şaşılacak şey sadece bu değil. Her ne kadar sağlık, eğitim, sosyal yardım gibi konularda kesenin ağzını kendisinden önceki demokratlardan daha fazla açmayı vaat etse de, Biden hâlâ evrensel sağlık sigortası sözü ver(e)miyor.

İşin daha da ilginç yanı, ABD siyasetinde evrensel sağlık sigortasının bile "radikal sol" duruşun bir parçası olarak algılanması (Cumhuriyetçilere göre "ultra-komünist plan"ın parçası, orta yolcu Demokratlara göre bile "radikal" sol). Demokrat Parti aday adaylarından Sanders'ın "herkes için sağlık sigortası" vaadinin Biden'a uzak olması partinin sol kanadı tarafından eleştiriliyor.

Sınırlarına rağmen, Biden'ın programı Obamacare'ı genişletmeyi, kamu sağlık sigortası opsiyonunu özel sigortalara bir alternatif olarak sunmayı öneriyor ve--en azından--sigortasız Amerikalıların sayısını belirgin şekilde azaltmayı hedefliyor. Biden'ın kayabildiği sol bu kadar sol. Ayrıca, kamu sağlığı kapasitesini genişletmeye yönelik, COVID-19 testlerini bedava hale getirme, etkili bir aşının geliştirilmesi için kamu ve özel fonları seferber etme gibi pek çok araç öneriyor.

Eğitimde eşitsizliği azaltma vaadi

Biden'ın programında ABD'de derinleşen eşitsizliğin önemli belirleyicilerinden biri (kaliteli) eğitime erişime ilişkin önemli öneriler yer alıyor. 7 Kasım akşamı yaptığı zafer konuşmasında iktidarının öğretmenlerin iktidarı olacağını muştulayan Joe Biden'ın eşi Jill Jacobs Biden Delaware'de bir yüksek okulda hoca. Tesadüf bu ya, 1972'de trajik bir trafik kazasında kaybettiği merhum ilk eşi Neilia Hunter da öğretmenmiş.

Program, okul öncesi eğitimi ve iki yıllık (devlet) yüksek okullarını tamamen, dört senelik devlet üniversitelerini ise toplam yıllık geliri 125 bin dolardan daha düşük aileler için ücretsiz hale getirmeyi vaat ediyor. Bütün bunlar, dar gelirli ailelerden gelen pek çok öğrencinin devlet üniversitelerinde bile harçlarını ödeyebilmek için gece gündüz garsonluk yaptığı ABD'de neredeyse "devrim" niteliğinde planlar.

Emek yanlısı vaatler

Biden'ın programının en "ilerici" özelliklerinden birisi emek haklarına ilişkin duruşu. Sendikalaşma, asgari ücretin arttırılması, geçici işler (gig) ekonomisi çalışanlarının haklarına yaptığı vurgu Biden'in programını, en azından kağıt üzerinde, ABD'de 1980'lerde Reaganomics'le başlayan "muhafazakar devrim" diye de anılan neoliberal dönüşümden beri en emek yanlısı program konumuna getiriyor.

Uzun lafın kısası, Biden'ın önerilerinin bir kısmı -tabii eğer gerçekleştirilebilirse- ABD standartlarında oldukça "ilerici." Eğer uygulanabilirse, bu paketin vahşi kapitalizmin dişlerini biraz törpülemesi, eşitsizlikleri bir nebze azaltması mümkün olabilir. Elbette ki, bu programların finanse edilmesi daha önce de bahsettiğim vergi reformuna ve Kongre'nin onayına bağlı.

Biden-Harris'le filizlenen umut: Popülizmin çöküşü yakın mı?

Biden'ın zaferinden sonra pek çok kişi, Trump'ın gidişinin popülizmin çöküşünü hazırlayacağı yönündeki kanımca naif bir beklentide buluşuyor. Popülist liderlerin üzerinde güçlendiği sosyo-ekonomik ve siyasi koşul ve haykırışlar süregiderken, sadece Trump'ın gidişine bel bağlamak çok gerçekçi görünmüyor. Ayrıca, bu beklenti kronolojik olarak epey problemli. Çünkü, farklı coğrafyalarda konuşlanmış popülist liderlerin iktidara gelişi Trump'ın iktidarını önceliyor. Bu liderlere oy veren milyonlar tercihlerini Trump'ın gidişiyle değil, ancak somut çözüm üreten alternatif siyasetçilerle değiştirebilirler.

Seçim sonrası sıklıkla kulağa çalınan başka bir ifade de: "ABD kurumları da güçlüymüş gerçekten. Trump bile yıkamadı". Bu noktada, çok zora düşmedikçe, popülist liderlerin kurumları doğrudan ortadan kaldırmadığını, ancak içeriden kuşatmaya çalıştığını göz önünde tutmak gerek. Ne de olsa bu kurumlar söz konusu liderlerin meşruiyetlerini güçlendiriyor.

Kanımca burada düşünmemiz gereken şey, denge ve denetlemeyi garanti altına almış, veto oyuncularının çok güçlü olduğu ABD'de bile kurumların içeriden erozyona uğratılabileceği. Trump'ın kadrolaşma yoluyla kurumları "kuşatma" stratejisi sadece yargıyla sınırlı kalmadı. Yavaş yavaş kadrolaşarak önce sistemi içinden kuşatmak, sonra belki de dönüştürmek. Bilmem tanıdık geliyor mu?

Düşünmemiz gereken diğer bir nokta da, Trump'ın gidişiyle Trumpçılığın tarihe karışmayacağı gerçeği. Trump'a oy veren, Amerikan rüyasına inansa da, -en azından bir kısmı- pandemi, belirsizlik, sosyal adaletsizlik, işsizlik üzerinden Amerikan kâbusuna da sıkışmış olan 72.7 milyon seçmenin somut gerçekliği.

Önümüzdeki dönemde ABD'nin Amerikan rüyasını mı, yoksa kâbusunu mu öne çıkardığını hep birlikte göreceğiz. Biden'ın birleştirici mesajları öne çıkaran kampanyasında kullandığı, the Staple Singers'ın "We The People" parçasıyla veda edeyim:

Kanın siyah da olabilir
Ya da beyaz da olabilir
Hepimize hayat veren kan
Kimsenin çamura saplanmasına izin verme.