İrfan Yalın

25 Nisan 2021

Uygarlığımızı şekillendiren yumru; patatesin öyküsü

Sanayi devrimin yaşanmasında ve bugün ulaştığımız medeniyetin şekillenmesinde, "patates" yetiştirilmesinin ve gıda olarak kullanılmasının büyük payı var

Öngörü içermeyen tarım politikaları nedeniyle bazen yokluğunu, bazen de çokluğunu konuştuğumuz patates, kömür, buzdolabı, çamaşır-bulaşık makinesi, fırın, bilgisayar, şofben ve halı gibi, AKP'nin seçime dönük "oy" oltasına takılan yemlerden biri oldu. Daha önce beyaz eşya dağıtımındaki izdiham görüntüleri geçtiğimiz günlerde patates çuvallarını kapmak için de yaşandı. Aslında beyaz eşyadan başlayan bu dizgedeki sıranın patatese kadar inmesi bile yaklaşılan yol ayrımını gösteriyor; ekonominin yapısı hakkında somut şeyler söylüyor, olmalı! Yani Neşet Ertaş'ın dediği gibi "yolun sonu görünüyor", pandemi şartlarında çuvallara uzanan yüzlerce elin "mesafesiz" kargaşası, yoksullukla savaşan insanlarımızın yaşama tutunma mücadeleleri hakkında somut gösterge oluyor.

Patatesin yoksul halk kitlelerine dağıtılması, üretiminin teşvik edilmesi ve farklı pişim şekilleriyle özendirilerek sofralara taşınması yüzyıllar boyunca -bizdeki gibi sadece seçim kazanmak için değil- geçim için, ayakta kalmak, beslenebilmek, yaşama tutunmak adına uygulanmış. Patates başta Avrupa olmak üzere tüm coğrafyalarda sosyal yapının şeklini belirleyen, halkın kaderini değiştiren, insanların yarına ait ümitlerini yeşerterek günümüz teknolojisinin yakalamasında ateşleyici ürün olmuş. Patates sayesinde milyonlarca kişi tok karınla yatağa gidebilmiş, yaşamını idame ettirip ayakta durabilmiş. Patates olmasaydı bugün nasıl bir yaşamımız olurdu sorusuna en iyi cevap, elektrik, sanayileşme, bilimsel gelişmelerin ardışık yüzü ve günlük hayatımızda kullandığımız tüm teknolojik kolaylıkların tamamını -bir an için de olsa yok farz ederek- kendimiz de verebiliriz. Yani demek istiyorum ki, patates olmasaydı dünya tarihi farklı yönde gelişir, belki de bugün Orta Çağ Avrupa'sının açlık-yoksulluk dolu karanlık günlerini tekrar yaşıyor olabilirdik.

Patatesin anavatanı Peru

Bazı kaynaklara göre 5500 yıl, bazı yazılanlara göre de 8-10 bin yıl boyunca Güney Amerika halkının en önemli yiyeceği olan patates, Kristof Kolomb'un Amerika'ya ayak basmasından hemen sonra kıtaya akın eden ve bu yeni kıtanın dört bir yanına çıkarak keşfetmeye(!) çalışan İspanyollar tarafından Peru civarında görülüp Avrupa'ya getirilmiş. Aslında patates tek değil, yenidünyanın mutfağımıza hediye ettiği ve bugün dünyanın her yerindeki insan için neredeyse olmazsa olmaz olan domates, biber, kabak, mısır gibi başka temel sebzeler de var.


Her ne kadar bilinen ve üretimi yapılan 20 civarında patates tipi olsa da literatürde 3000 civarında farklı patates olduğu biliniyor

Patatesin Avrupa'ya ilk olarak nasıl ve ne zaman geldiği de üzerinde epey tartışılan bir konu ve kesin tarihi tespit etmek pek de mümkün değil. Denilen o ki, İspanya'ya dönen bir geminin taşıdığı patates ile Avrupa insanının tanışması 1535-1560 yılları arasında olmuş. Ama şu bir gerçek ki, çok ama çok uzun bir süre patates gerekli ilgiyi görmemiş, ilk yıllarda hayvan yiyeceği olarak düşünülüp göz ardı edilmiş. Boyu 60-80 cm olabilen beyazımsı-pembemsi çiçekler açan bu bitkinin ehlileştirilmesi yıllar almış, yumruları dışında kalan kısmının zehirli olması nedeniyle gıda olarak tüketilene kadar farklı kültürlerde farklı süreçlerden geçilmiş. Kimi zaman insanları kırıp geçen cüzzam hastalığını andıran dış yüzeyi ile tiksinti uyandırmış, kimi zaman da kilise tarafından aforoz edilmiş, dikimi yasaklanmış.

Her ülkenin patatesle karşılaşma tarihi farklı

Patatesin ardında her toplum için yazılabilecek ayrı bir tarih var. Mesela İtalya 1565 yılında, İspanya Kralı 2. Philip tarafından Papa 4. Pius'a gönderilen hediyeler içinden çıkanlar patateslerle karşılaşmış, İngiltere 1586, Rusya 1697, Avustralya ise 1770 yılında Kaptan Cook sayesinde bu bitkiyle tanışmış. Bakmayın siz, Osmanlı padişahlarına patatesli domatesli yemek yediren dizilere, Osmanlının patatesle tanışması 19. yüzyılın başlarında olmuş. Rusya üzerinden Kafkasya yolu ile Türk topraklarına giren patatesin ilk olarak el yordamıyla Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi yaylalarında yetiştirildiği, sonrasında yaygın patates tarımının Sakarya Nehri Vadisinde ve Adapazarı Bölgesinde başlandığı yazılmakta. Ne derece doğrudur kararı size bırakıyorum ama Osmanlı Devletinin tarih sahnesinden çekilmesini de patatese bağlayanlar var. Geçtiğimiz yıllarda İngiltere'deki Devonshire Üniversitesi, Osmanlı ve Yakın Doğu bölümü içinde yapılan bir çalışmada Osmanlı'da duraklama döneminin başlamasını ve bu süreçte sistemin hızla yaralar alarak çöküşe giden yola girmesini patatesin topraklarımıza geç girmesine bağlayan bir tez ortaya atılmış.


Peru'ya ilk ayak basanlar arasında olan botanikçi, Pedro Cieza de León tarafından yazılan ve 1554 tarihinde basımı yapılan kitap, literatürde ilk kez patatesin geçtiği bölümleriyle bu alanda öncü olmuş

Neredeyse her tip toprakta ve her iklimde yetişebilmesi sayesinde kısa sürede insanların mutfağına girerek onları doyuran patatesin literatürdeki adı "solanum tuberosum" olarak biliniyormuş ve ilginçtir, patlıcangiller ailesindenmiş. Toprak altında kalan yumruları dışındaki kısımları zehirli olarak kabul edilen otsu kültür bitkisi olan patates, nişasta ve karbonhidrat bakımından zengin olduğu kadar belli bir oranda protein de içerdiği için her sosyal sınıfın sofrasında yer almış, zengine de, fakire de lezzet katmış. Her ne kadar bilinen ve üretimi yapılan 20 civarında türü olsa da, kimi yerde 1500, kimi yerde de 3000 ayrı çeşit patates olduğunu okudum.

Kızartması, çorbası, meze tabağı, ana yemeği, çerezi, böreği, şerbeti, salatası, alkollü içkisi, pizzası, tatlısı, çikolatalısı hatta dondurması bile yapılıyor

Patatesin ardındaki gizemli geçmişten, 2008 yılının Dün­ya Pa­ta­tes Yı­lı olarak kutlanması etkinlikleri öncesinde, değerli koleksiyoner büyüğüm rahmetli, Muhtar Katırcıoğlu'nun bana anlattıklarıyla sayesinde haberdar oldum. Son derece zengin menü ve harita birikimi ile koleksiyonculuğa bakışıyla bana ışık tutan Muhtar Katırcıoğlu üstadımın patates hakkında anlattıklarını geçen yıllar içinde hep hatırladım, karşılaştığım yeni bilgileri de belleğime ekledim. Dünya Pa­ta­tes Yı­lı kutlamaları için hazırlanan ve tümüyle patates kullanılarak oluşturulan özel gecenin menüsünde çorbadan ordövr tabağına, mezelerden salataya, ana yemekten tatlıya kadar her şeyin patatesten yapılacak olmasını ondan duymak benim için son derece ilginç olmuştu. Yani patatesin tuzlusundan tatlısına, çorbasından kızartmasına kadar akla gelebilecek tüm pişirme alanlarındaki varlığı, Orta Çağ yaşamındaki gerçek bir besin kaynağı olduğunu bana kolay yoldan anlatmıştı.


Kutsal kitaplarda olmadığı ve kabuğu da cüzzamlı yüze benzediği için yıllarca benimsenmeyen patatesin Avrupa'da yaygınlaşmasında ve halkın ikna edilmesinde, Prusya kralı Büyük Friedrich'in hala saygı ile hatırlanan emeği olmuş

Her ne kadar Avrupa iklimi patates ekimi için son derece elverişli olsa da, Kutsal kitaplarda geçmediği için patates yemek istemeyenlerin direnci nedeniyle bu bitkinin Avrupa'da yayılması son derece zor olmuş; halkın ikna edilmesi yıllar almış. İngiliz Kraliyet Akademisi 1662'de patates ekilmesini öneren bir açıklama yapsa da, Fransız Parlamentosu 1748'de cüzzama sebep olduğu gerekçesiyle patates dikimini yasaklamış. Paris Üniversitesinin 1771 yılında patatesin zararsız olduğunu açıklamasına kadar uzun yıllar boyunca patates yemenin tehlikeli olduğuna inanan Fransızları ikna etmek için Fransa Kralı XIV. Louis yakasına, eşi kraliçe M. Antoinette de saçına patates çiçeği takarak halka sevdirmeye çalışmışlar.

Prusya Kralı Büyük Frederick, halkın patates yetiştirmesi için 1774'te bir emir yayınlamış ama halk "kokusu da yok, tadı da yok, bunu hayvanlara bile yediremiyoruz biz niye yiyelim" diyerek yıllarca karşı durmuş. Ama Büyük Frederick, bugün için de kararı minnetle anılacak şekilde halkı ikna edip patates ekmelerini sağlayınca patates Alman tarımının temel ürünü olmuş. Öyle ki, 1756 -1763 yılları arasında süren 7 yıl savaşlarında halkın açlıktan ölmesini patates engellemiş.

Aynı şey Rusya topraklarında da yaşanmış, İmparatoriçe Catherine, patates ekilmesi için emir yayınlamış ama halk istekli olmamış. Ortodoks Kilisesi de patatese karşı çıkmış ve "iyi bir şey olsa İncil'de yer alırdı" görüşünü tekrarlamış. Sonunda 1850'de Çar I. Nicholas'ın çabasıyla halk patates ekmeye ikna olmuş ve gece yatağa karnı tok olarak girmenin olumlu havası kısa süre içinde tüm Rusya topraklarına yayılmış.


Van Gogh tarafından 1885 yılında çizilmiş "patates yiyenler tablosu" kendi adına kurulan müzede ziyaretçilerini karşılıyor

İrlanda halkının patatesli kaderi

Patates dendiğinde akla ilk gelen şeylerden biri İrlanda'da yaşanan patates kıtlığı olmalı. Katolik İrlanda halkının patatesi kısa sürede benimsemesi ve 1750 yılında 1,5 milyon olan nüfusunu 1841'de 9 milyona çıkartarak İngiltere ile çekişmeye başlamasındaki patatese dayalı pembe yıllar fazla uzun sürmemiş. 1845-1848 Yılları arasında patates tarlalarına musallat olan bir hastalık sonrasında yaşananlar felakete dönüşmüş ve milyonu aşkın kişinin açlık ve tifodan ölmesine, bir o kadarının da Avrupa ve Amerika'ya göç etmesine yol açmış. Abdülmecit eliyle, Osmanlının yardım ulaştırmasıyla ortak tarihimize işlenen bu vaka sonrasında, nüfus bakımından dünyanın en çok göç veren ülkesi haline gelen İrlanda halkının Amerikaya yoğun göçü yaşanmış. Afrika kökenlilerin köle olarak kullanıldıkları bu dönemde benzer zorlu yaşam koşullarında çalıştırılmaları yeni sosyal çekişmelere yol açmış, İrlandalılar, ucuz emeğin beyaz yüzü olmuş. Patates yüzünden yeni kıtada kurulan İrlanda yaşam kolonisi bugün sinemanın sık sık işlediği mafyasıyla, farklı yaşam tarzı ve kendine özgü kültürüyle yeni kıtaya yayılan bir etnik izin toplumsal gücü olmuş.

Patates savaşlarda halkı ve orduları açlıktan kurtarmış, denize açılanları karaya çıkana kadar beslemiş, insanlarda direnme gücü yaratmış. İşgal ordularının toprak altında olduğu için zarar veremediği hasatıyla, Rusya'nın soğuk steplerinde de, Arap coğrafyasının kurak topraklarında da yeşermiş, kendisine bel bağlayanları aç bırakmamış.


Bir anlık kızgınlıkla bulunan patates cipsi, çok kısa bir sürede dünyanın her yerine yayılmış, patates talebine tavan yaptırmış

Patates cipsinin bulunması ardında ilginç bir şehir efsanesi var. Denilen o ki, 1853 yılında, Lake House isimli lokantada yemek yiyen nakliye ve demiryolu baronu Cornelius Vanderbilt Moon, servis edilen patates kızartmasını çok kalın kesildiği için beğenmeyip geri göndermiş. Afrika kökenli aşçı George Crum, kendisine yapılmış kabalık olarak gördüğü bu davranışa karşı had bildirircesine patatesleri olabildiğince ince dilimlemiş ve çıtır çıtır olacak şekilde kızartmış. Sonuç Crum'u şaşırtacak şekilde olumlu olmuş, Vanderbilt önüne konan çok ince kızarmış patates dilimlerini bayılarak yemiş ve sonrasında da hep aynısını istemiş. Deneyen başkaları da bu pişirme şeklini sevince patates cipsi doğmuş ve patates talebinin kısa sürede yükselmesine yol açmış.

Ardında tam bir kültür yumağı olan Patates ile koleksiyonculuğun ne ilgisi var diye düşünmeyin, bugün dünyanın dört bir tarafında bu bitkinin lokal olarak kültür tarihini gözler önüne seren "patates müzeleri" var. Bu konuda yapılan araştırmaları patates temalı pullar, fotoğraflar, tablolar, objeler, menüler, gazete ilanları ve farklı işlevlerdeki tarihi makineler zenginleştiriyor. Ne diyelim, devlet eliyle dağıtılacak üretim fazlası patatesi alırken salgın koşullarını unutmayalım, bundan sonrası için de görevlileri uyaralım.


1947 Yılında bulunan patates soyma makinesi İsviçre'de pul olarak basılmış, koleksiyonlardaki yerini almış.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.