Doğanın temel işleyişlerini ve değişmeyen yasalarını fark etmeye, anlamaya çalışan atalarımız gözleme dayalı çıkarımları, nesilden nesile geçen farkındalıkları, tecrübe ettikleri ve keşfettikleri ile hayata tutunmaya çalışmışlar. Bu yolla yaşamlarını kolaylaştırmaya, anlayabildiklerini genelleştirmeye çalışarak doğanın değişmez kurallarını aramışlar; tekrarlanan doğal felaketlere, doğanın yenilenen afetlerine karşı kendilerini hazırlamaya çalışmışlar. Bilimin evrimsel devinimi içinde dikkate alınan "doğa yasaları" doğal olgular arasında şaşmaz bir düzenin, zorunlu ve nesnel bağlılığın gözlemlenmesi ile iğne ile kuyu kazarcasına yüzyıllar süren bir çaba sonucunda yeşertilmiş, insanın kültürel evrimi içinde üst üste konan her bilgi tanesi ile bulunanlar yanlışlanabilir doğrular eşliğinde bilimin havuzuna dökülmüş.
İnsanın mağaralarda yaşadığı yıllardan beri fark etmeye çalıştığı doğal afetler içinde oransal bir ilişkinin varlığına kendini uydurmaya çalışması anca doğayı gözlemlemesi ve doğanın gerçeklerini kendine örnek almasıyla gerçekleşebilmiş. Fark edilmiş ki, yeryüzünün ortak dili olan doğa yasaları evrensel olarak çok uzak coğrafyalarda da aynı şekilde yaşanıyormuş; doğanın yasaları değişmiyor, aynı şartlarda aynı şekilde ortaya çıkıyormuş. Bin yıl önce neyse oymuş, aynı tarzdaymış. Görülen o ki, doğa yasaları yarın da aynı olacak şekilde genel ve geçerli; yani anlamaya çalıştığımız her doğa kanunu bu çerçevede işliyor, zamana ve mekâna göre değişmiyor.
Atalarımız karşılaştığı doğal afetleri anlamaya ve önlem almaya çalışmış.
Doğa yasaları mutlaktır, hukuk kanunları gibi yoruma bağlı değildir; yandaşı, çıkardaşı yoktur
İnsanın bilgiye ulaşma, aklını kullanarak yaşamını kolaylaştıracak tasarımlarla ayakta kalma mücadelesinde çok kayıplar verse de fark edilen düşünce gücüyle doğayı anlayabileceği olmuş. Doğanın gerçeklerini kavrayacağı oranda yaşamını kolaylaştırabileceği, doğal afetlerde ayakta kalabildiği oranda insanlaşacağı hep son söz olmuş. Bu süreç biter mi diye düşünmeyin, evrenin bilinmezleri var olduğu sürece bilimsel arayışlar devam edecek, aranacak gerçekler ve bilimsel düşünen zihinler hep var olacak.
Doğayı anlamak ve değerlendirmek adına bilimsel bilgiye ulaşma yolunda verilen mücadelede ortaya çıkan temel doğru şu ki; doğa yasalarının mutlak olduğu, yandaşı, çıkardaşı, eşi - dostu olmadığı. Doğa yasalarının kimse için ayrıcalığı yok, hukuk kanunları gibi yoruma bağlı değil, başkanı, komutanı, yardımcısı, ideologu, savcısı, polisi, yargıcı yok; öğretmeni de öğrencisi de kendisi…
Sürdürülebilir istikrarsızlık içinde 80 yıldır depreme dayanıklı bina yapmayı konuşuyoruz.
Olayların, olguların birbirlerine anlaşıldıkları ve açıklanabilir oranda bağlı olması, gerçekleşen her doğa olayının bir nedene dayanması ya da her şeyin bir sebebe bağlanarak açıklanabilmesi tarihsel süreç içinde düşünürleri hep meşgul etmiş. Aynı nedenlerin aynı koşullarda aynı sonuçları vereceği saptaması, doğa yasalarının insan davranışlarıyla değiştirilemese de deney ve gözlemlerle anlaşılabilmesinin mümkün olduğunu göstermiş. Karşılaşılanların bilgisi değerlendirildiğinde hem ondan yararlanıp hem de doğanın kısıtlamalarından kurtulabilmenin mümkün olduğu savı, neslimize yüzyıllar boyunca bedeller ödeterek öğretmiş. Öğrenilen ileride meydana gelecek olayları önceden kestirme olanağına kavuşmayla önlem alıp tasarımları doğaya uygun hale getirmeye çalışmak olmuş.
Bilimsel düşünüş kaynağı olan bilimsel bilgi, sadece bilimsel yöntemlerle yürütülen gerçek deney ve gözlemlerle elde ediliyor. Bilimsel bilginin elde edilmesi, bilim heyecanı, sürekli çalışma gücü, irade, ilham ve merakla mümkün. Bilimsel akıl yürütme, varsayımlar ve onların getirdiği mantıksal beklentiler arasında sürekli olan karşılıklı etkileşim; yani bıkmadan, tükenmeden sorgulama, deneylerle, gözlemlerle doğa yasalarını anlamaya çalışma…
Yani bilimsel düşünce; araştırıcı, sürekli bilgi edinici, edindiği bilgileri yeni bilgilerle irdeleyip doğrulara ulaşmaya çalışan bir disiplin içinde. Bilimsel düşünce, geçeği aramayı, sorgulamayı, tartışmayı ve ancak bunun ardından ifade etmeyi izleyen bir süreç. Bu da demek oluyor ki, bilimsel bilginin bilimsellik ölçütü sınanabilir, yanlışlanabilir ve denenebilir olmasında.
İnsan var olduğundan beri düşünce gücüyle doğanın yasalarını anlamaya, evrenin gerçeklerini kavramaya çalışmış.
Doğal afetlerin zararlarını azaltmak mümkün mü?
Doğal afetlere hazır olmanın ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz, yazıldı, çizildi, yüzlerce kere söylendi. Aslında bu günümüze ait bir olgu değil; acil durum yönetiminin çok eskiye dayanan yaşanmışlıkları var. Mağara duvarlarına çizilen resimlerde, Antik Mısır'a ait hiyerogliflerde, felaketlerle başa çıkmaya çalışan insanların tasvirleri var. Afetler olduğu sürece, bireyler ve birlikte yaşayan topluluklar düşünü güçleriyle karşı koymaya çalışmışlar, bilgileri oranında bir şeyler yapmaya gayret etmişler.
Bugünün sorumluları merak ederler mi bilmiyorum ama münferit faaliyetler iki asır öncesinde sistematik hale gelmeye başlamış, afetlere karşı organize girişimler 19. yüzyılla birlikte yeşermeye başlamış.
Amerika'nın New Hampshire Bölgesinde Portsmouth liman kentinde yaşanan yıkıcı bir yangın felaketi sonrasında 1803 yılında, ABD Federal hükümeti yöre halkının yaralarını saracak önlemler almış, gelecekte yaşanabilecek bu tür felaketlerin önüne geçmek ve olası kayıpları azaltma yolunda planlama yapmış. 1803 Kongre Yasası olarak bilinen bu kararname, aynı zamanda bir parlamento tarafından kabul edilen ilk ulusal afet yasası olarak kayıtlara geçmiş
İlk ulusal afet yasası 1803 Yılında Portsmouth yangını sonrasında Amerikada çıkarılmış.
Takip eden yıllarda, Portsmouth Liman yangının bıraktığı acı izler, merkezi ve yerel yönetimlere önceden tedbir alma konusunda adım atmayı teşvik etmiş, Amerikan Kongresi tedbir amaçlı afet yasalarını 20. yüzyılın ortalarına kadar 100'den fazla kez tekrar etmiş. 1835'te York City, 1871'de Chicago, 1900'de Galveston ile Teksas'ı yerle bir eden kasırgaya ve 1906'da San Francisco'yu vuran yıkıcı depreme karşı önceden önlem alınmış, kayıplar önceden yapılan planlamalarla en aza indirilmeye çalışılmış.
1930'lu yıllara gelindiğinde ABD ekonomisinde afet yönetimin geniş kapsamlı bir mevzuatının parçası olarak yeri varmış; doğal afetlerden zarar gören kamu tesislerinin, otoyolların ve köprülerin yeniden inşası için federal fon sağlayan yasalar yürürlükteymiş. Yani demek istediğim şu ki, liyakat aranmadan önemli kurumların başına getirilenler deneme, planlama, öngörü yapmamış, tatbikatlarla öğreneceklerini felaket anında yüzleşmeye tercih etmiş.
Doğayı anlamaya çalışıp onu taklit eden medeni uygarlıklarda, bilimsel bilgiye erişim yollarında bu uyum görevlendirme konusunda da örnek alındığında bir kimsenin kendisine iş verilmeye uygun görülmesi, layık olması, yaraşması hep olumlu netice vermiş. Yeterlilik, yetenek yani liyakate dayalı görevlendirmelerde çıta her zaman yükseğe çıkmış, kifayete dayalı işe almalar her zaman verimli sonuçlar vermiş. Tek adama sadakat yerine liyakate dayalı görevlendirmelerde kazanılan başarı toplumun gücü olmuş, kurumlara – kişilere şeref kazandırmış. Ne dersiniz, istifa etmek, onurla ayrılmak, yanlışları kabullenmek çok kere kalmaktan daha önemli değil mi?
Doğayı anlamaya çalışmak bilimin sonu olmayan yolculuğu.
Sürdürülebilir istikrarsızlık
Sanıyorum, siz de aynı şekilde düşünüyorsunuz, biz toplum olarak yaşanmışlıklardan az ders çıkaran bir toplum düzenine sahibiz. Meriç Nehri sık sık taştığında benzer şeyler konuşur, geçmişteki haberlere benzer şekilde manşetlere taşır, öncekilere benzer halde üzülürüz.
1940 yılındaki gibi Meriç taşmaya, bizler de bakmaya devam ediyoruz.
Orman yangınlarında aynı acıları yaşar, yanan orman arazileri için aynı şeyleri söyleriz. Her ne kadar müthiş bir dayanışma içinde felaketzede kardeşlerimize el uzatsak da önceden tedbir almayı hep ihmal eder, her zaman yaşadığımız acılar sonrasında birlik-beraberlik cümleleri kurarız.
Bugün çok yerde söylenen şu ki, enkaz altında kalan sistemdir, kazanan sürdürülebilir istikrarsızlığımızdır. Sorun yıllardan beri süre gelen hantal merkezi yapıdır, yerel yönetimleri görmezden gelmedir. Yöresinde seçilmiş insanlara güvenmeyen, yöresinin sorunlarını bilen, çözümleri için seçenekler üreten vatandaşlarımıza destek olmayan tekçi yapıdır. Katiline, tecavüzcüsüne, yandaşına ceza veremeyen, kontrol mekanizmaları büyük ölçüde çalışmayan, suçlusunu kutsayan, liyakate değil sadakate göre çalışarak birbirinin pisliğini örten erkten mertlik beklemek saflık değil mi?
Maraş'taki İnşaat Mühendisleri Odası'nın il temsilciliği binası doğaya uygun tasarımların afetlere karşı durabileceğini gösteriyor.
Savaş şartlarına göre hazırlandığını düşündüğümüz ordu günlerce sahra mutfağı, seyyar hastane, uzman desteği ve kol gücü yardımında bulunamıyorsa bu nasıl bir Cumhuriyetin 100. yılına hazırlanmaktır. İnisiyatif kullanamayan yöneticilerin olduğu yerlerde yönetilenler kritik kararların alınması gerektiğinde acılar çekerler. Uzman madenci ekiplerinin bölgeye transferinde, gelen yabancı yardım ekiplerinin ihtiyaç duyulan enkaz başına intikalinde kimler, neden karar veremedi? Bölgedeki Ordu Komutanı helikopter kaldırıp uzman ekipleri enkaz başına getirmek için emir mi bekliyordu? Liman yangınına müdahale etmek için alevlerin ürkütücülüğü yetmez miydi? Enkaz altında soğuktan ölen insanların feryatları emir telakki edilemez miydi?
Ne diyelim, istikrarsızlığı tekrar tekrar yaşamaya devam etme adına dere yatağına yaptığımız konutlar içinde sel baskınlarında ölmeye hazır olalım mı? Orman yangınlarında söndürme uçağı olmamasını kanıksadık mı acaba? Devlete ait binaların ilk yıkılanlar arasında olması sizce de normal mi? İmar affı için verilen yasa teklifine el kaldırmaya hazır mıyız?
Sürdürülebilir istikrarsızlık içinde orman yangınlarını her yaşadığımızda aynı cümlelerle aynı hüznü yaşayacağız.
Bizler acıları sarıp tekrar yola çıkarız ama bu gidişle daha büyük kayıpları yaşayacak olan çocuklarımız için sorunları halının altına süpürmekten başka bir şey yap(a)madığımızın farkında olmanın ezikliği içinde yaşarız, diye düşünüyorum. Süregelen istikrarsızlığı bilimin sesini dinleyerek kesip atmak için doğa yasalarını ve insan aklını egemen kılan pozitif bilimleri rehber almak yolunda geç mi kalıyoruz?
Kayıplarımız önünde saygıyla eğiliyorum.
https://lawliberty.org/book-review/meritocracy-ancient-and-modern/
https://www.stcoema.org/index.php/about-us/em-history/
https://www.preventionweb.net/walk-though-history-disaster-risk-reduction
https://www.gastearsivi.com/gazete/ulus/1943-07-10/2
https://www.gastearsivi.com/gazete/son_posta/1940-04-08/1
İrfan Yalın kimdir? Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… |