İrfan Yalın

02 Haziran 2019

Saç kesimi medeniyetin habercisidir

Ne zaman tarih öncesini anlatan bir film izlesem saçlara dikkat ederim. Eski çağlara ait canlandırmalarda ilk akla gelen şeylerden biridir saçlar... Tarih öncesi yıllarda, erkeklerin uzun saçlı tasavvur edilmesini bilim de büyük ölçüde destekliyor

Saçlar her çağda insanı dış etkenlere karşı hem koruyan hem de tamamlayan bir unsur oldu. Mağara devrinden bu yana saçın bakımı ve uzunluğu hiçbir çağda aynı kalmamışsa da, tarım devrimiyle beraber saçın biçimi ve kesimi insanlar arasında kültürel tercihlerin dışa vurumu olarak görüldü.  

Antik Mısır’da, erkekler saçlarını uzatıyor ve sakallarını kesmiyorlardı. İlerleyen yıllarda Mısır medeniyetin gelişmesiyle saçlar ve sakallar tıraş edilmeye başlanmış. Varlıklı Mısırlılar kafa derileri pırıl pırıl parlayacak şekilde saçlarını kazıtmış. Uzun saç, sakal ve kaşlar pislik olarak sayıldıkları için her zaman ustura ile temizleniyor, tüm vücut kıllarından da arınıyorlarmış. Tıraşlı olmamak düşük bir statüyü simgeliyormuş. Saç-sakal tıraşı Mısırlılar için o kadar önemliymiş ki,  berberler altından yapılmış ve elmas parçalarıyla süslenmiş tıraş bıçakları kullanıyor, bir Firavun öldüğünde berberi ve onun favori tıraş bıçağı hep birlikte gömülüyorlarmış.


Eski Yunan'da kadınlar saçlarını çiçeklerle, kurdelelerle, erkekler de metal parçaları süslüyorlardı

Eski Yunan’da saçların örülmesi, tokalarla ve bantlarla başa sabitlenmesi modaydı. Kadınlar çiçeklerle, kurdelelerle, erkekler de metal parçaları ile saçlarını süslüyorlardı. Toplumda pek sarışın olmadığı için kadınlar arasında saçlarını sarıya ve kırmızıya boyamaya çalışanlar çoktu. Zenginlerin saçlarına altın tozu serpiliyor, erkeklerin saçları kısa kesiliyordu ve zeytinyağı, aromatik kokular ve baharatlarla saçların parlak görünmesi sağlanıyordu.

Sezar'ın defne dalı tacı saçlarındaki sorunu mu kamufle ediyordu?

Roma İmparatorluğunun kuruluş yıllarında halkın neredeyse tamamının saç modeli aynıydı; basitçe aşağı taranan saçlar bantlarla yüzün etrafına hapsediliyor, arka tarafta enseye yakın bir yerde yapılan topuz saçı süslüyordu. Ancak, İmparator Augustus döneminde, insanlar saçları için özenmeye, saçlarını kimliklerinin bir ifadesi haline getirmeye çalıştılar. Artık saçlar insanların servetini, statüsünü, cinsiyetini, yaşını hatta medeni halini belirlemeye başlamıştı. Bugünkünden çok daha karmaşık saç stilleri görülmeye başlandı. Saçlarını daha kalın, daha uzun göstermek isteyen kadınlar yapma saç parçaları ekliyor, değerli taşlardan yapılma saç tokaları ile sofistike örgüler ve düğümler saçları süslüyordu. Erkekler için uzun saçlar ve sakallar yerini özenle kısa kesim tarzlarına bırakıyor, sakaldan arınmış temiz yüzler gülüşleri ortaya çıkarıyordu. Dönemi anlatan bazı kaynaklarda, Sezar denildiğinde aklımıza ilk gelen şey olan başındaki defne dalı ve yapraklarından yapılma tacının, imparatorluğu simgelemesinin yanında, saçlarında oluşan bir sorunu örtmeye dönük olduğu yazıyor.

MÖ 1700 - 1100 tarihleri arasında, sadece sosyal statüsü yüksek olan Hintliler için saçların ustura ile tıraş edilip yan taraflarda ve ensede bir tutam saç bırakılması, Tanrı tarafından cennete kabul edilmenin şartlarından biriydi. Sonraki yıllarda Hint kadınları da statüleri ne olursa olsun simsiyah saçlarını farklı stillerde kestirdiler ve hem alınlarında hem de saçlarının arasında taşıdıkları değerli - yarı değerli taşlarla, mücevherlerle görünüşlerini farklı kıldılar. Hint giyim kültüründe bugün de erkekler tarafından kullanılan ve saçları örten türban şekli 6. yüzyılda ortaya çıktı. Hint coğrafyasının belli yerlerinde Müslümanlığın da etkisiyle fese benzeyen şeyler kullanıldıysa da, çok fazla etkili olamadı, denilebilir.

Çin kültüründe çok uzun yıllar boyunca saç modelleri özellikle kadınlar için yaşa ve medeni duruma bağlı olarak değişti ama uzun saç, özellikle genç kızlar ve evlenmemiş kadınlar için atalardan kalan bir anane olarak hep varlığını devam ettirdi. Evlenen kadınları belli formlar dışına çıkılmasa da saçları için seçebilecekleri birkaç model bekliyordu. Son 500 yıldır süregelen ve 20. yüzyılın başlarına kadar da görülen erkek saç kesimi ise başın ön kısmının ustura ile kesilip arka taraftaki saçların ipek kumaşlar ile örülüp uzun bırakılmasıydı.

Batıdan bakıldığında Çin ile Japonya gelenekleri hep karıştırılmış, zaman zaman aynı görülmüştür. Oysa iki kültür arasındaki farklılıklar neredeyse yaşamın her alanına yansımış ve günümüze kadar gelen bir döngü içinde özgünlüklerini her daim korumuştur. Japon soylu kadınlar, 7. yüzyıla kadar da saçlarının arka kısımlarını orak şeklinde atkuyruğu ile süslüyorlardı. Bu geleneksel uygulama, 14. yüzyılın ortalarına doğru değişti ve cilt bakımının getireceği güzellik ile birleşen ayrıntılı saç stilleri, saç tokası, kurdele, çiçek ve taraklarla zenginleştirildi. 

Masaai kabilesinde gençliğe adım saç kesim töreniydi

Afrika gibi birbirinden çok farklı kabilelerle çok değişik geleneklerin bulunduğu büyük bir coğrafyada, saç kesimi ve stili konusunda binlerce yıldan bugüne dek gelen müthiş bir zenginlik var. Ama ben birkaç popüler kabile üzerinden örnekler vererek özet bir bilgi vereceğim. Maasai kabilesi insanları için saç bakımı aynı zamanda kabile içi birlikteliğin, birlikte yaşamanın da önemli bir parçası. Çünkü bu kabile insanları boş vakitlerini birbirlerinin saçlarını örerek geçiriyorlar. Tüm vücutlarını ve saçlarını boyadıkları kırmızı rengi, hayvanlarının kanı, yağı ve yaşadıkları arazilerde bulunan volkan toprağı ile karıştırarak elde eden Maasailer için saç kesimi aynı zamanda erginleşme ve evlenme sonrası yaşanacak yeni hayatın renkliliği ile engellerden arınmış halini de simgeliyor. Sünnet edilen bir gencin erginleşmesine kadar uzattığı örgülü saçı, belli bir yaşam sınavını geçmesi sonrasında kabile içine “savaşçı” olarak kabul edilmesinin onuruna törenle kesiliyor ve o günden sonra yetişkin birey kabul ediliyor. Kabile içi görevleri değişiyor, evliliğe ve sorumluklar almaya hazır hale geliyor. Yani gençliğe adım atmak üzere saçların kesilmesi törenine katılmak belli bir yaşa ulaşan çocukların rüyalarını süsleyen bir rüya. Ama hiç de kolay değil, çünkü erginleşme törenine alınmak için –neredeyse- basit bir mızrakla büyük bir hayvanı avlamak ve kabile şefinin barakasının önüne bırakmak gerekiyor. Burada koku ile iz sürmek, ayak izlerini takip etmek ve gece karanlığında gözlerden peşinde olduğunu seçebilmek ve uygun bir saldırı anını kollamak gerekiyor. Yani aklın ve fiziksel yetinin tüm olanaklarını iyi kullanmak gerekiyor. Çünkü elindeki tek silah olan basit mızrağın aslan gibi, leopar gibi güçlü bir hayvanı alt etmesi için avıyla belli bir pozisyonda karşılaşması gerekiyor. Bu da ciddi anlamda plan yapmasını, avının tüm hareket kabiliyetini okuyabilmesi, nefes alışlarından aç-susuz oluşunu ve yorgunluğunu anlayıp en zayıf anında karşısına çıkmayı becerebilmesi demek. Ve olması gereken en uygun durum, hayvanın bir yerden sıçrarken açıkta-savunmasız bıraktığı göğsünün altında olabilmek! İşte o anda da birkaç saniyelik bir zaman içinde, ağaç dalından yapılma basit mızrağı tek hamlede en öldürücü yere saplamak gerekiyor. Aksi halde bir daha hiç saç tıraşı olmaya gerek olmama ihtimali var. Ne yazık ki Afrika gerçeğinde her şeye rağmen geleneksel hayatlarını sürdüren kabileler arasından çok gencin, şu ya da bu nedenle bu tür töreler yüzünden hayatını kaybetti biliniyor. 


Mangbetu Kabilesi” kadınları, koni biçiminde ördükleri sepeti başlarına geçirip iğne şeklinde incelttikleri kemik parçaları ile sabitliyor. 

Saçlarını hayvan gübresi ve tereyağı sürerek biçimlendiren Afrika kabileleri…

Afrika'nın her köşesinde farklı saç biçimi alışkanlıkları var; mesela “Mangbetu Kabilesi” kadınları, günümüze dek sürdürdükleri geleneklerinde, koni biçiminde ördükleri sepeti başlarına geçiriyorlar ve iğne şeklinde incelttikleri kemik parçalarını da sepetin arasından sokup saça tutturarak son derece güzel bir stilde saça sahip oluyorlar. Sepetin içine hapsolan saçın uzunluğu sıkışmayı arttırdığı için görünümü güçlü gösteriyormuş. “Miango Kabilesi” kadınlarının da benzer bir saç örüş şekilleri var. Tek farklılık saçları saran bezin hayvan kuyruğundan koparılmış kıllarla örülmesi ve yaş hayvan gübresi ile iyice karıştırılması. Bu yolla boyanan ve sertleşmiş saçların haşarat gibi Afrika hayatını olumsuz etkileyen bir tehlikeden uzak tuttuğuna inanılıyor. Etiyopya’da Omo Vadisinde yaşayan “Hamer ve Benna Kabilesi” kadınları saçlarına tereyağı sürerek biçim veriyorlar. Bu aynı zamanda onları uçucu haşarata karşı da koruyormuş.

Amerika’ya giden ilk göçmenler, yerli halkın saç şekillerin Afrika insanlarına benzediğini gördüler. Sadece başının tepesinde küçük bir tutam saçı kesmeyerek uzatan Kızılderililerin de saça yaşamdaki sosyal statülerinin yanında bilgelik yolundaki aşamalarını da eklediklerini gördüler. Bırakılan bir tutam saçın kanaat önderlerinin verdiği kararlar neticesinde, yerine göre birden fazla örgüye ayrıldığı, her örgü sayısının da kabile içindeki bilgelik durumunu, gücü, yaşı ve yaşamsal değer taşıyan tecrübelerini simgelediğini gördüler. Amerika’ya ilk gidenlerin yazdıklarına göre, Kızılderili kadınların saçları her daim karmaşıkmış ve boncuklarla süslüymüş. Navajo ve Pueblo gibi Güney Amerika kabilesi kadınları kabak çekirdeği şeklin sokulan saçlarını kafalarının arkasına bağlıyor ve giysileri içine sokuyorlarmış.


Amerika'ya ilk giden göçmenler, Kızılderililerin yaşamdaki sosyal statülerini ve bilgelik yolundaki aşamalarını saçlarına ekledikleriyle dışa vurmaya çalıştığını gördüler.

Avrupa’da saç şekli önemli aşamalar geçirmiş. Ortaçağ boyunca, yani 400’lü yıllardan başlayan ve 1000 yıl kadar devam eden dönem içinde Roma ordusunun işgal ettiği toplumlara taşıdığı Katolik inancının Alman toplumu ve İngiltere üzerinde etkili olması saç şekli de değişmeye başlamış. Özellikle askerler başlarının tepesindeki saçları çok uzatarak düşmanları nezrinde korkutucu bir görüntüye sahip olmaya çalışmışlar. İlerleyen yıllarda gür sakallar, saçların etkisini bastırmış ve ilk bakışta görünür kısım olmuş. Uzun saç sadece krala ve kademeli olarak soyluların hakkı olarak algılanmış. 700’lü yılların orta Avrupa'sında, erkekler saçlarını ve sakallarını ustura ile kesiyorlarmış. Bu tarz izleyen 400 yıl boyunca korunmuş; hatta papa VII Gregory, din adamlarının da saçlarını sakallarını ustura ile kesmeleri yönünde bir tamim yayınlamış. 11. Yüzyılla beraber saçlara verilen şekiller ve kesim tarzları tekrar önem kazanmış ve ensede toplanan saçları popüler olmuş. Bütün bu dönem içinde, kadın saçı uzun ve dizlere kadar inen şekliyle kıyafetin bir tamamlayıcı parçasıymış. Saçların erotik görünebileceğini düşünen Katolik Kilisesi, erkeklere eşlerinin saçlarını örtecek peçe giydirmeleri çağrısında bulundu. Bunun üzerine evli kadınlar, peçenin yanı sıra, şapka ve file de kullanmaya başlamışlar. Rönesans dönemi kadınları, yüz hatlarını daha iyi gösterecek şekilde saçlarını geriye çektiler ve zenginliklerini belli etmek için tamamlayıcı başlıklar kullandılar. Bugün özellikle düğünlerde gördüğümüz belli bir şekli saça uyarlamak, yani saç yapma” kavramı bu yıllarda çıkmış.

 1792-93'te İstanbul'da 1046 berber dükkânı 

İtalyanca sakal anlamına gelen “barba kelimesinden türetilen ve saç - sakal kesimi yapan meslek sahiplerine söylenen “barbiere” kelimesi muhtemelen 16. yüzyıl başlarında Osmanlı Türkçesinde “berber” şeklinde kullanılmaya başlanmış. Osmanlı İstanbul’unda dükkan sahibi olan berberlerle, kalıcı bir yeri olmadan tıraş yapan “ayak” berberleri vardı. Hamamlarda hem tellaklık hem berberlik yapan hamam berberlerini burada saymak gerekiyor. Tüccarların ve zenginlerin tıraş edildiği yerler çok temiz ve güzelmiş ama rençper, amele gibi toplumun alt kesimlerine hitap eden saç kesim yerleri hakkında iyi şeyler yazılmıyor.


Üçüncü Selimin hükümranlığı sırasında, 1792 – 1793 yılları arasında kahvehanelerden sonra en çok iş yeri olan iş kolu 1046 dükkânla berberlermiş. Yeniçerilerin kaldırılmasıyla büyük ölçüde mağdur olan berber esnafı, tekrar iş yeri açabilmek için kargaşanın geçmesini beklemiş ve bu süre içinde bir anlamda yaşam mücadelesi vermiş. 

Sultan II. Mahmud‟un reformlarından sonra sakalın kesilmeye başlanması ve Avrupa usulü saç tıraşının şehir yaşamına yerleşmeye başlamasıyla beraber berberlik mesleği de yeni bir döneme girmiş. Toplumun alt kesimi için bir şey değişti sayılmaz; onlar için kulaklarının üstüne çıkmaya başlayan saçlarını 1 numara makine ile kestirmekten başka seçenek zaten yokmuş. Ama İstanbul yaşamının orta ve üst kesimi, kendilerine yakışanı makul ölçüler arasında aramaya Sultan Abdülaziz ve sonrasında da aramaya devam etmiş.

Berber malzemeleri biriktiren çok sayıda koleksiyoner var. Jilet gibi, ustura ve saç kesen el aletleri gibi aksesuarları toplayan çok koleksiyoner mevcut. Dünyanın farklı yerlerinde de saç-sakal kesiminin tüm el aletlerinin sergilendiği müzeler kapılarını meraklı gözlere açıyorlar. Gittiğim tüm berberlere müşterilerinin gözüne hoş gelecek şekilde dükkanlarının dekorasyonunu düşünürken mutlaka eski berber aletlerinden faydalanmayı ve onlara bir köşe ayırmayı öneriyorum. Öyle ya, siz de gittiğiniz bir berber dükkanında geçmişe ait el aletlerinin sergilendiği bir köşeyi, alelade bir dekorasyona tercih etmez misiniz? 

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim!..