İrfan Yalın

29 Eylül 2019

Postanın tarihi

İnsanoğlunun evrimsel gelişiminde posta kavramı hep önemli oldu; gönderilenin alındı haberi, beklenenlerin yolları gözlendi…

Posta dendiğinde ve koleksiyonculuk açısından bakıldığında akla ilk gelen şeylerden biri pul ama pulun yaşamımıza giriş tarihi çok eski değil. Oysa posta kavramı yüzyıllar öncesine dayanıyor. İnsanlar her çağda, her coğrafyada ve her toplumda farklı haberleşme teknikleriyle birbirlerine bir şeyler göndermişler. Adına bugün "iletişim" dediğimiz bu devasa alanın kültür geçmişi içinde, bugüne varana dek sayısız denemeden geçilmiş. Gerek elimizdeki cep telefonu gerekse bilgisayarlarımız ile dünyanın en ücra köşesine birkaç saniye içinde ulaşan gönderilerimizi bir yana bırakırsak, tarih süreci içinde, birkaç kelimelik mesajlar için bile yerine göre aylarca hatta yıllarca beklenmiş.

Şu çok net bir gerçek ki, insan her çağda iletişime önem vermiş. Haberin gitme yolu kimi yerde duman, kimi yerde denize atılan şişe olmuş. Güvercin gibi yetiştirilmiş hayvanlar da eşlik etmiş haberleşmeye, büyük kuşlar, farklı evcilleştirilmiş hayvanlar da. Kimi yerde ulak, kimi yerde de kervanlar, seyyahlar, askerler, elçiler de yerine göre posta taşımışlar, gönderileri sahiplerine ulaştırmak için çaba göstermişler.

Gönderilen her postayla birlikte, insanoğlunun farklı yerleri ve farklı kültürleri keşfetme güdüleri ile hiç sonlanmayan yolculuk hevesi de kaynaşmış. Gönderiler bazen sıladan hasret dokunuşları olmuş bazen de cepheden sağlık haberleri. Ülkelerin kralları arasındaki güç gösterilerinde postalardan kimi zaman hediyeler, kimi zaman da tehdit ve meydan okumalar çıkmış.

Amasya'da 2500 yıllık postane kalıntısı 

Hatırlarsanız, geçtiğimiz günlerde Amasya'daki kazılarda ortaya çıkartılan 2500 yıllık postane buluntuları yazılı ve görsel basında bir hayli yer aldı; belli çevrelerde heyecan yarattı. Anadolu gibi farklılıkların hep bir arada yaşadığı zenginliğin binlerce yıl öncesine dayanan bir kültür geçmişi içinde, Pers dönemine ait bu postane binası, o günün insanlarının iletişim ihtiyacını yansıtması açısından tabii ki, çok önemliydi.

Amasya'da bulunan Pers dönemine ait 2500 yıllık postane kalıntıları, kültürler arası iletişimin yüzlerce yıllık geçmişine ait bir kanıt oldu.

Anadolu'daki binlerce yıllık posta geleneğine sahip çıkıp sürdüren Osmanlıda, merkez ile taşra arasındaki haberleşme, değerli evrakların iletimi ve devlet hazinesine ait değerli emtianın yer değiştirmesi, hep at sırtında gerçekleşmiş. Ve bu resmi haberleşme devletin ilk kurulduğu dönemden itibaren ulaklar aracılığıyla sağlanmış. Padişah fermanını vali, sancak beyi veya hakkında hüküm verilen diğer yetkililere ulaştırma görevindeki ulakların konaklamaları, yorgun atlarının bekleyen dingin olanlarla değişimi için kurulan menzilhaneler sayesinde, posta hizmeti düzenli bir yapı içinde gelişmiş. İki mesafe arasında ulağın dinlenmesini sağlayan Arapça kökenli menzil kelimesi "konak, yol, konak yeri" vb. anlamları taşımakta. Örnek vermek gerekirse, menzilhaneler, günümüzdeki şehirlerarası yolculuklarda kullanılan, ihtiyaçların giderildiği, alışverişin yapılabildiği, yiyecek-içecek gereksinimlerinin karşılanabildiği mola yerleri gibiymiş. Buraları aynı zamanda, orduların sefer sırasında konakladığı, hac yolunda olanların geceyi geçirdiği, ticari amaçlı kervanların mola verdiği yerler olarak görün. Bir yerin menzil olarak kullanılabilmesi için bulunduğu bölgenin coğrafi durumunun önemli olması gerekmekteymiş. Menzilhanelerin sivil haberleşmede kullanılması yasaklanmış olsa da, bu yasağın ihlal edildiği, özel haberleşmelerde ve ticari mal naklinde kullanıldığı zamanlar da olmuş. Savaş döneminde menzildeki beygirler arttırılır, haberin önemine göre yorgun ulağın yerine bir başkası geçer ve hazırda bekleyen atlarla beraber hedefe odaklı olarak yola devam edermiş.

Aynı yıllarda Avrupa'da da posta hizmeti konusunda gelişmeler yaşanıyor. Franz von Taxis ve Francesco de Tasso adlı kişiler, geleneksel şekilde, iptidai koşullarda yürüyen posta hizmetini 1490 yılında imparatorluklar bünyesinde, kurumsal bir hale getirmeye çalışmışlar. Kutsal Roma Devleti imparatoru I. Maximilian döneminde, atlı posta hizmeti, bugün Avusturya sınırları içinde olan Innsbruck kenti ile Brüksel arasında her 28 km'de değiştirilen atlarla ve 5,5 güne sabitlenen süreyle sistematik bir hale bürünmüş.


Roma Devlet Postası (Cursus Publicus) temalı bu eser Ludwing Burger tarafından çizilmiş.

Avrupa'da posta hizmeti, "Taxis" ailesiyle anıldı 

1516 yılında bu yeni organizasyonun merkezi olan Brüksel'den yola çıkacak bir posta için Fransa'nın Blois şehri 60 saat, Roma ise 250 saat kadar yakınlaşmış. Dünya posta tarihinde yeri olan Taxis ailesinin genç kuşak temsilcileri, Johann Baptista von Taxis ve Jean Baptise de Taxis, ilerleyen yıllarda, Roma imparatorluğu içinde verdikleri hizmeti içine bugünkü Almanya'yı da alacak şekilde geliştirmişler ve farklı şehirler arasında posta hizmeti sağlamışlar. İlerleyen yıllarda da aileye katılacak olan yeni kuşak Taxis ailesi bireyleri, Fransa hariç, tüm Avrupa'da posta hizmetinin adı olmuşlar.

Avrupa'da olduğu gibi Osmanlıda da, son derece stratejik ve saygın bir iş olarak kabul edilen posta hizmeti 1541'e kadar "ulak hükmü" kurallarıyla içinde, ulaklara tanınan ayrıcalıklar içinde sürdürülmüş. Ulaklara –gerekirse- geçtiği yerdeki köylünün elinden istediği hayvanı karşılıksız olarak almak ve –bedelsiz olarak- yiyecek-içecek temin etmek gibi haklar verilmiş. Ancak Sadrazam Lütfü Paşa'nın yaptığı düzenlemeden sonra beygir alımlarına sınır getirilmiş, işleyiş rehabilite edilmiş. 

İstanbul'dan Edirne'ye koşarak iki günde giden peykler

Osmanlıda sadece devletin başı olan padişaha hem koruma, hem de posta hizmeti veren "peykler" de var. Peykler, Fatih Sultan Mehmet'in teşkilât kanunnâmesi'nde adı geçen ve çok hızlı koşmalarıyla nam salmış olan postacı sınıfı. Padişahın yakınında olduklarından dolayı bu mevkie yakışır tarzda gösterişli ve süslü kıyafetler giyip, iyi koşabilmek için sürekli idman yaparlarmış. İnce ve çevik yapılı olanlardan seçilip, küçük yaştan itibaren de az yedirildikleri için vücutça zayıf ama çevik olurlarmış. Atla gidilemeyen yerlere giderler ve şehirler arasında görevlerini yapabilmek için saatlerce koşabilirlermiş.


Osmanlıda çok uzun süre hızlı koşabilmek için özel yetiştiren peykler, dış dünyanın çok ilgilendiği bir sınıf oldu.

Peykler konusunda çok şey yazılıyor. Gün içinde, Topkapı Sarayından Silivri'ye kadar gidip gelebildikleri, giydikleri çok hafif deri pabuçların çoraplarına dikilip yekpare yapıldığı, kemerlerine taktıkları çıngıraklar sayesinde gizli görevlerini ima edip kalabalıklar içinden sıyrıldıkları yazılıyor. Mendil içinde taşıdıkları şeker sayesinde koşarken güç kazanıp susuzluklarını gidermeye çalıştıkları, yanlarında hafif bir hançer ve ağır olmayan bir balta taşıdıkları da, peyklerin yaşamını günümüze taşıyan fanteziler arasında.

Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri için bir gösterge olarak da görebileceğimiz posta hizmeti İngiltere'de 1660 yılında, 2. Charles'in önderliğinde kurulmuş ve her daim İngiltere devleti için stratejik önemde bir kurum olmuş.

1671 yılında, Fransa'da Paris merkezli olarak Leon Pajot ile Louis Rouillé tarafından kurulan ve 14. Louis tarafından desteklenen posta hizmeti "La Poste" olarak adlandırılmış ve günümüzün Fransız Ulusal Posta sisteminin temeli olmuş. 


Menzilhanelerin kapatılması sonrasında, o güne kadar bu hizmeti veren tatar ağaları postacı olarak görevlendirilmiş.

Menzilhaneler postaneye dönüşüyor

Menzil teşkilâtı, Osmanlı Devleti'nin 550 yıllık döneminde gerek haberleşmede gerekse ordunun hareket ve iaşesinin sağlanmasında devrin en mükemmel işleyen kurumlarından biri olmuş. Ancak, zamanla kuruluş ve işleyiş disiplinin dışına çıkarak görevini yapamaz hâle geldiği için maliyeye de yük olmaya başlamış. Öyle ki, II. Mahmud devrinde devlet giderlerinin üçte birini menzil giderleri oluşturuyormuş. Bütün bu olumsuzluklar üzerine Sultan Abdülmecid döneminde teşkilât kaldırılmış ve yerine 23 Ekim 1840 tarihinde Posta Teşkilâtı (Postahane-i Âmire) kurulmuş. Bu tarihten itibaren menzilhâneler birer birer postaneye dönüştürülmüş, Tatar ağaları da postacı olarak görevlendirilmiş. Böylece Osmanlı Devleti'nin yüzyıllar boyunca üç kıtaya hükmetmesini sağlayan önemli kurumlarından birisi daha tarihe karışmış, modernize olmuş.

Kovboy filmlerindeki posta arabalarını hatırlarsanız sizler de fark edeceksiniz, posta hizmeti Amerika için de hep önemli olmuş. Amerika kıtasına yerleşenler, bu geniş topraklara sahip olmanın ve üzerinde egemenlik hakkı kurabilmenin ancak en ücra yerlere girebilen posta hizmetiyle başlayacağını öngörmüşler. Ve bunu kurucu meclise verdikleri postane kurma ve posta yolları açma yetkisiyle göstermişler zaten. Amerika'da o günlerde başlayan postacılık alt yapısı, bugün dünyanın en gelişmiş postacılık sistemine dönüşmüş durumda. 

İnsanlar arasındaki iletişimin ilk safhalarını gösteren posta tarihine dünyanın her yerindeki müzelerde yer veriliyor. Posta taşıyanların giysileri, araç gereçleri, taşıma araçları günümüzdeki iletişim okyanusuna katılmış su damlacıkları misali, büyük bir övünç kaynağı olarak sergileniyor. Kimi zaman geçmişin zorlukları basılan pullara konu oluyor, kimi zaman da kovboy filmlerindeki sahneler misali sinemaya malzeme. Posta yoluyla geçmişte taşınan evraklar, hediyeler ve ardında tarihi yaşanmışlık olan gönderiler müzayedelerin en seçkin eserleri, koleksiyonerlerin de tutku ile peşinden koştuğu değerler arasında. Postadan bahsedip puldan bahsetmemek olur mu? Belki de kullanım şekliyle son yüzyıla damgasını vurmuş insan aklının en önemli tasarımlardan biri olan pulun hikayesini bir başka yazımda anlatmaya çalışacağım.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim!..