Avustralya’da çıkan 19 Kasım 1887 tarihli Adelaide Observer Gazetesinde Başkent Sidney’de Victoria Hall 'da düzenlenen “İstanbul konulu” bir konferanstan seçilen notlar haber yapılmış.
İstanbul’dan dönen ve gezi notlarını salondaki meraklı dinleyici kitlesi ile paylaşan Binbaşı Dine, Doğunun kraliçesi olarak başladığı tanıtımına şehrin mimari özelliklerini, tarihi dokusunu çevreleyen olağanüstü manzarasını ve “üç kıtanın geçidi” olarak belirttiği stratejik konumunu etkileyici bir dille anlatarak başlamış.
Yaklaşık 2 ila 2,5 milyon arasında olduğunu tahmin ettiği nüfusun Türkler, Araplar, Ermeniler, Rumlar ve diğer ulusların temsilcilerinden oluştuğunu söyleyen binbaşı, sarayın ve bahçelerin ihtişamını anlatırken şehrin sokaklarında yaşananların başlı başına emsalsiz bir fantezi dünyası oluşturduğunu belirtmiş.
İstanbul’da uygulanan ilginç gümrük kurallarını, Doğu-Batı arasında kalmış kendine has kurumlarıyla olan deneyimlerini, temiz olmayan dar sokaklarını, hamam keyfini ve eski yapıları mizah katılı bir betimlemeyle anlatmasından katılımcılar memnun olmuş olmalı ki tebessüm içinde pür dikkat dinlemeye devam etmişler.
Gazetede yazılana göre, İstanbul’daki asayiş hizmetleriyle mahkemeler Avrupa şehirlerindeki kadar sakin ve düzenliymiş; davalar adil sonlanıyor, mahkumlar saygılı muamele görüyormuş. Kadın mahkumların bakımı bir Alman bayanın sorumluluğundaymış. Hapishanede mahkûm kıyafeti yokmuş, tek kişilik hücre bulunmuyormuş; mahkumlar çalışabiliyor ve karşılığında maaş alıyorlarmış. Suçların niteliğine göre sınıflandırılmasını mükemmel bir sistem olarak anlatan konuşmacı gençlerin yaşlı suçlulardan ayrı tutulduğu da söylemiş.
Avustralya’da çıkan 19 Kasım 1887 tarihli Adelaide Observer Gazetesine haber olan Binbaşı Dine'nin gözlemlerine göre İstanbul'da kadın mahkumlar bir Alman bayanın sorumluluğundaymış
Binbaşının gözlemleri ne derece doğru bilmiyorum ama Dünyanın bir ucunda İstanbul günlük yaşamının gizemleri, şehrin denize yansıyan gölgesi, sokak köpekleri, kalabalık sokaklardaki satıcılarının tuhaf özellikleri, yaşayanların giysi çeşitliliğiyle takıları ve her köşede yaşanan büyük zıtlıkları salonu dolduran topluluk merakla dinlemiş ve haber gazetede tüm ayrıntısıyla yer almış.
Dinleyicilerinin coşkulu takdirleri ve alkışları eşliğinde sahneden ayrılan Binbaşıyı Dine’yi en çok etkileyen şey dağlardan getirilen içme suyu ve su taşıyıcıları olmuş.
Herhalde özel kırbalarıyla “dağlardan getirilen” tanımlamasıyla su taşıyan sakaların getirdiği sular bugün her biri şehrin içinde kalan, hem erişimi hem de rezervi azalan Çırçır, Karakulak, Şifa Suyu, Hünkar Suyu, Taşdelen, Sırmakeş, Hamidiye, Şeker Suyu, Ayazma, Kayışdağı gibi membalar olmalı!
Osmanlı'da membalardan içe suyunu halka sakalar taşımış
Beton dökmediğimiz -neredeyse- bir karış toprağı olmayan, zedelenmiş tarihiyle, lağım çukuruna dönmüş denizleriyle kurumuş nehirleriyle kalabalıklar arasında yalnızlığı yaşayan, geçmişine öykünen aziz İstanbul telefonun, televizyonun, video çekimlerinin olmadığı yıllarda bile dünyanın öte ucunda merak ediliyor hatta gazetelere tam sayfa haber oluyormuş.
Meslekler temalı resimler, kartpostallar meraklıları tarafından zevkle biriktiriliyor
Taç giyen baş huzursuz uyur
Amerika’da Colorado Eyaletinde çıkan The Elbert County Tribune gazetesinin 26 Kasım 1908 günkü sayısında tam 1 sayfa Abdülhamit’e ve Osmanlı’da yaşanan çalkantılı günlere ayrılmış.
The Elbert County Tribune gazetesinin 26 Kasım 1908 günkü sayısında Osmanlı'da yaşanan olaylara tam sayfa ayırmış
Tam 100 yıl boyunca yani 1808 yılından itibaren Osmanlının yaşadığı felaketler kronolojik olarak birer birer gazete haberinde hatırlatılmış; Osmanlının savaşları, kayıpları, hezimetleri ayrı bir başlık içinde konu edilerek sayfanın büyük bir kısmı Abdülhamit için ayrılmış.
Abdülhamit’i Osmanlı İmparatorluğu'nda adı her evde bilinen sultanı ve Osmanlıyı da "Avrupa'nın hasta adamı" olarak tanıtan haberde 2. Meşrutiyet sayesinde 1876 Anayasası'nın yeniden yürürlüğe gireceği ve tüm siyasi mahkumlar için genel af çıkacağı yazılmış.
Yabancı Gazetecinin gözlemine göre Haliç Kıyısında Abdülhamit’e ait çok köşk varmış ve onun geceyi hangisinde geçireceğini kimse bilmezmiş. Gazete haberine göre “taç giyen baş huzursuz uyur” atasözü Sultan Abdülhamit için geçerliymiş; dünyadaki en huzursuz uyku onun olmalıymış. Ülke casuslarla, ispiyoncularla o kadar doluymuş ki evin fertleri bile birbirlerinin casus olabileceği korkusuyla aile içinde dahi özgürce konuşamazlarmış. Dünyanın o gün bizi nasıl gördüğüne bakar mısınız; habere göre Osmanlı halkının yüzde 85’i casus, yüzde 75’ i ise ihbarcıymış.
Abdülhamit tahta geçtiğinden beri kendi isteğiyle fotoğraf çektirmeyip fotoğrafçılardan köşe bucak kaçsa da fotoğraf makinası olmaksızın poz verdiği bir karakalem çiziminden türetilen kopyaları dünyanın her yerinde çıkmış; uzak diyarlarda yaşayanlar onu bu çizimden tanımış.
Abdülhamit’in yarattığı ihbarcılığı özendirme rejimi, içinde bomba olabileceği düşüncesiyle fotoğraf makinasından korkması, çok şeyden çekinmesi hatta “burun” gibi belli kelimelerin gazetelerdeki kullanılmasını yasakladığı biliniyor. Bu makaleyi yazan kişinin Abdülhamit’i ne derece tanıdığı meçhul; Haliç kıyısındaki köşklerin her birinde bir gece konakladığı sözünün ne derece doğru olduğunu bilmiyorum. Zira kendisine yaptırdığı Yıldız Sarayında her türlü kişisel emniyetini sağlamış, kürek çekerek dakikalarca tur atabileceği havuzunu, tiyatrosunu yaptırmış marangozhanesini oraya taşımıştı.
Baskı ve sansür uygulamalarına rağmen Osmanlı basınında Abdülhamit ile ilgili karikatürler çıkmış
Ama gazete haberinin bir cümlesi çok vurgulu olmuş; o da Yıldız’ın eski zorbası olarak tanıttığı Abdülhamit aleyhine sokaklarda gösteriler yapıldığını 2 yıl önce kim duysa inanmazmış.
Baskı ve sansür uygulamalarına rağmen Osmanlı basınında Abdülhamit...
Avustralya’da İstanbul merakı
Avustralya basınından gözüme çarpan bir başka yazı yıllar sonra basılmış olsa da aynı şekilde İstanbul’u anlatmaya çalışan bir haberle okuyucularına sunulmuş.
1898'den 1903'e kadar Londra’da çıkan "Times" Gazetesinin İstanbul muhabiri olarak çalışan Bay D. D. Braham 30 Kasım 1922 tarihinde Sidney’de erkeklerden oluşan bir kulüpte yaptığı konuşmasında yaşadığı bazı deneyimleri anlatmış ve Sydney'in birçok açıdan kendisine İstanbul'u hatırlattığını söylemiş. Dediğine göre Boğaziçi ile Haliç Avustralya’daki Middle Harbor'daki bazı yerlere benziyormuş; iki şehirde de manzara ve bitki örtüsü büyük ölçüde aynıymış.
Braham’ın ilginç tespitine göre Sydney Halkı ile İstanbul’da yaşayanlar aynı şekilde neşeli ve iyimser bir yapıya sahipmiş; bir ortak özellikleri de kötü posta hizmetinden mustarip olmalarıymış.
Ona göre tek ayırıcı fark o zamanki Osmanlı başkentinin kıyılarının göz alıcı minareler ve saraylarla bezenmiş olduğu için göze daha hoş görünmesiymiş.
Dilencilere boğaz tokluğuna çalışma cezası
4 Kasım 1929 tarihli Vakit ve aynı gün çıkan Akşam Gazetesinde sayıları artan dilencilerle ilgili haberler var. Belediye dilencilikle mücadele için memur sayısını arttırmış; İstanbul’da dilenmekte olan 5 kişinin Sultanahmet 1. Sulh Ceza Mahkemesindeki yargılanmasından karar çıkmış. Bir gözü görmeyen, kolu ve bacağı sakat olan Ahmed’in, maluliyetinden bahseden 50 yaşındaki İlyas’ın ve durumu mahkemece tam anlaşılamayan 28 yaşındaki İsmail’in sağlık hallerinin anlaşılabilmesi için uzman doktorlara sevki yapılmış.
Dilencilik büyük şehirlerin aşamadığı bir sorun!
Durumları mahkemece sarih görülen ve diğerleri gibi dilendiklerini kabul etmeyip inkâr eden iki kişinin 1 hafta boyunca boğaz tokluğuna çalıştırılmasına karar verilmiş.
Habere göre yakalanan malul dilenciler Darülaceze’ye sevk ediliyormuş fakat buradaki şartları beğenmeyip mekânı terk edenler bundan böyle mahkemeye verilecekmiş; İstanbul dışından gelen ve sağlığı yerinde olanlar da memleketlerine gönderileceklermiş.
Bugün dilenciliği bir meslek haline getirmiş halde organize olarak şehirleri dolaşan, bazen acındırma hissini çoğaltmak için vefasız ebeveynlerden küçük çocuk kiraladıkları, hatta kaçırdıkları konuşulan dilencilerin durumu zaman zaman basında yer alıyor, hakkında işlem yapılanların bazılarının ceplerinden çıkan küçük bir servet boyutundaki meblağlar görenleri hayrete düşürüyor.
Belediyelerin de dilencilikle mücadele konusunda çalışmaları devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi 2008 yılında düzenlediği bir konferansta profesyonel dilencileri konuşturup çözüm yolları aramış ama çalışabilecek durumda olmasına rağmen dilenmekte ısrar edenlerle ilgili olarak kimin ne yapabileceğini sanırım hala muallakta.
İstanbul'da 18-19 Ekim 2008'de İBB tarafından düzenlenen "dilenciler sempozyumunda" işin ehli dilencilerin de konuşması planlanmış
Lüks kibrit
19 Kasım 1935 tarihli Son Posta gazetesinde Tekel İdaresi kontrolünde üretilen kibritlerle ilgili olarak yaşanan tartışmalara atıf yapılmış ve idarenin “lüks kibrit” üreteceği konusunda duyumlar haberleştirilerek lüks merakının, gittikçe geneli içine alan bir hastalık haline geldiği belirtilmiş. Şehirde o yıllarda gözükmeye başlayan lüks berber, lüks kasap, lüks terzi, lüks otel, lüks sigara, lüks lokanta, lüks hamam hatta lüks tuvaletlerin tezatlar yarattığı belirtilerek adında “lüks” kelimesi taşıyan mal ve hizmetlerin gerçekten kaliteli olmadıkları belirtilerek lüks ibaresinin tüketici belleğinde yanlış etkileşim yaptığı anlatılmış. Haberde bazı “lüks” sıfatını taşıyan lokantaların bulaşık suyuna benzeyen çorbalar sattığından bahsedilmiş ve çok daha çeşitli, çok daha gülünç örneklerin verilebileceği yazılmış; konu kibrite bağlanarak İdarenin çıkaracağı lüks kibrit kutularının da böyle olmaması istenmiş.
Kibrit kutusu koleksiyonu yapmak 17 Eylül 1936 tarihli Akşam Gazetesine konu olmuş
Konunun bugünü de ilgilendiren bir gelişimi var. Şöyle ki bir zamanların gerçekten günlük yaşamda çok kullanılan bir tüketim malzemesi olan “kibrit” basında çok sık yer almış; kibritin fiyatı, kalitesi, dağıtımı, ambalajı ve içeriği gündemi meşgul etmiş.
4 Ocak 1937 tarihli Akşam Gazetesinde "kibrit" konusu baş köşeye taşınmış
O yıllardaki kibritlerin kalitesiz olmasının ardında neler yattığı birkaç yıl sonrasının gazete sayfalarında belirgin olarak aydınlanıyor. 15 Mayıs 1945 tarihli gazetelerde Gümrük ve Tekel (o günkü adıyla İnhisarlar) Bakanı TBMM oturumunda kibrit kutularındaki noksanlıklar ve kibrit çöplerindeki arızalar konusunda sorulara cevap vermiş; kibrit fiyatlarına yapılacak 10 paralık zam hakkında açıklama yapmış. Bakan Raif Karadeniz, kibrit tekelinin 20 yıl boyunca özel bir şirkete verildiğini ama kibritlerin fiyatlarının belirlenmesinin Maliye Bakanlığının denetiminde olduğunu söylemiş. Haberden anlaşıldığına göre zor çakan kibritlerin asıl sorunu 2. Dünya Savaşı nedeniyle bulunması zorlaşan ucundaki yanıcı eczanın başka ülkelerden temin edilmeye çalışılmasıymış. Haberde hem özelleştirmelerin erken örneklerinden biri var hem de 2. Dünya Savaşının getirdiği yokluk günlerinde yaşanan malzeme temininin güçlüğü işlenmiş.
Kibrit çok önemli bir koleksiyon teması, dünyanın çok yerinde hevesle kibrit toplayan koleksiyoncular var. Kibrit kutuları, kutuya yapıştırılmayan fazla üretilmiş ya da koleksiyoncular için basılmış etiketler, üretimde kullanılan makinalar, gazete haberleri ve bu konuda yayınlanmış her şey toplanıyor hatta özel müzelerde meraklılara kibrit üretme süreci yıllar öncesinin koşullarında yaşatılıyor.
Kibrit toplamak dünyanın her yanında yapılan bir koleksiyon teması
Kibrit başlı başına bir araştırma konusu, çok yakında “koleksiyoncunun kaleminden” kibritin kültür tarihini hazırlayıp sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Pazar gününüz hoş geçsin efendim.
Eski gazete koleksiyonları tarihe ışık tutuyor, araştırmalara kaynak oluyor
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
https://trove.nla.gov.au/newspaper/article/160768517?searchTerm=constantinople#
https://trove.nla.gov.au/newspaper/article/245778646?searchTerm=constantinople
https://chroniclingamerica.loc.gov/lccn/sn90051300/1908-11-26/ed-1/seq-5/
https://www.gastearsivi.com/gazete/hakimiyeti_milliye/1929-11-04/6 (Çok önemli...)
https://www.gastearsivi.com/gazete/vakit/1929-11-04/2
https://www.gastearsivi.com/gazete/aksam/1929-11-04/3
İrfan Yalın kimdir? Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… |