İrfan Yalın

30 Aralık 2018

İlk trenlerde iskemle de yoktu, sinyalizasyon da: “Pulman”ın tarihi

Bırakın sinyalizasyonu, vagonlarda oturacak iskemle yoktu; insanlar trene en eski elbiseleri ile biniyor ve müthiş bir yorgunluk içinde yolculuk yapıyorlardı

Kovboy filmlerindeki trenleri hatırlayın. At arabasından biraz daha hızlı giden bu erken dönem trenlerde de sinyalizasyon sistemi yoktu. Ne sinyalizasyonu, vagonlara iskemle koymayı bile kimse aklına getirmemişti! İnsanlar yolculuk sırasında katarın ağaç döşemesi üzerine oturuyorlardı.

Hızlı Tren kazası sonrasında sinyalizasyon var mıydı, yok muydu, gerekli miydi, olmasa da olur muydu diye yazılanları, söylenenleri bir yana bırakın, demiryolu taşımacılığı hâlâ çok ülkede önemini koruyor ve sürekli olarak da modernizasyonu düşünülüyor. Yani demiryolları öyle bir şey ki, bir defa yapıp bir kenara koyup unutamıyorsunuz. Her ne kadar güvenli, nispeten ucuz ve rahat bir ulaşım şekli olarak kabul edilse de bakımı, geliştirilmesi, işletilmesi ve emek-yoğun özellikleri nedeniyle özel ilgi gerektiriyor. 

Arkeolojik veriler Mısır'daki bir piramidin yakınında M.Ö. 2600 yıllarına tarihlenen bronz ray kalıntılarının varlığını söylüyor bize. Yani binlerce yıl öncesinde bile insanoğlu ray kullanmayı akıl etmiş. Piramitlerin yapımında kullanılan büyük taşların ocaklardan taşınmasında bu raylardan yararlanıldığını düşünmek bile heyecan verici değil mi? Mısır'ın yanı sıra Babil, Eski Yunan’da da kazılarda çıkarılan ray kalıntılarını çeşitli yerlerde okumuştum.

Rayın bilinmesi tabii ki önemli ama tren teknolojisinin ivme kazanması buhar enerjisinin fark edilmesiyle başladı. 17’nci yüzyılın ikinci yarısında başlayan buharın gücünü kullanma çabaları, bilimsel çalışmaların döngüsü içinde gelişti ve evrildi. 1679 yılında Denis Papin suyu daha yüksek bir ısıda kaynatmak gibi bir amaçla, yani basit anlamda düdüklü tencerenin atasını icat etmek için yola çıktığında, belli ki bugünlere kadar gelecek bir değişimi oluşturacak “buhar gücü” devinin bu deneyden Alâeddin’in sihirli lambası misali çıkacağını bilmiyordu. Sonrasında da sanayi devrimi olarak bildiğimiz dönemin ana unsuru olan buhar makinesinin 1784 yılında İskoç mühendis James Watt tarafından geliştirilmesi ile hayatımızda çok şey değişti. Şehirlere olan göç, buharlı gemilerle uzaklara seyahat, teknolojik atılımlar, kültürel-sosyal değişimler ve burada yazamayacağımız kadar çok şey birbiri ardına yaşanmaya başladı.

Şaka değil, bu dönem öylesine önemli ki, hala dünyanın her yerinde öğrencilere detaylı anlatılıyor, üniversitelerde her yıl yüzlerce, binlerce öğrenciye tez konuları olarak veriliyor. Bu kısa hatırlatma sonrası, sanayi devrimini bir yana bırakalım, konumuza dönelim, yani trenin, özellikle de oturduğumuz "pulman koltuklar”ın kültür tarihine...

215 yıldır tren var 

1797 yılında demir raylar üzerinde at veya insanlar tarafından çekilen basit araçlar sistematik olarak kullanılmaya başlandı ama bizim anladığımız anlamda tümüyle kendi enerjisi ve kendi gücüyle hareket eden lokomotif, Penydaren, Glamorgan’da 21 Şubat 1804’te ortaya çıktı. 10 ton yük ile 70 kişiyi taşıyabilen bu aletin denenmesi sırasında karamsar olanlar, sürtünmenin hareketi engelleyeceğini düşünenler de vardı. Neyse, uzatmayayım, deney başarı ile sonuçlandı ve günümüze ulaşan gelişimi içinde ilk tekerlek döndü.

Düşünsenize yakında gireceğimiz yeni yılla beraber trenlerin hayatımızdaki 215’inci yılını kutlayacağız. İngiltere Northumberland’da makine teknisyeni olan Stephenson, “My Lord” adını verdiği bir lokomotifi demiryolları için imal etmeye başlamasıyla birlikte, 1825 yılında demiryolu üzerinde yolcu taşınmaya başlandı. Efendim, tren deyince sakın aklınıza son günlerin moda tabiriyle yüksek hızlı olanı gelmesin! O yıllarda saatte 39 km hızla giden bu trene neredeyse bugün Mars’a giden rokete bakılan gözlerle bakıyorlardı.

1830’lu yıllara geldiğimizde uzak kıta Amerika’da bile demiryolu ile yolcu taşımacılığı başlamıştı. 1832’de Fransa, 1835’te Almanya, 1853’te Hindistan, kısa bir süre sonra da Rusya’da, Çin’de ve Japonya’da demiryolu taşımacılığı ortaya çıktı. Her şey iyi güzel, yükün yanı sıra yolcu da taşınmaya başlandı ama ortada hala sinyalizasyon sistemi yoktu. 

Pulman’la gelen konfor

Bırakın sinyalizasyonu, vagonlarda oturacak iskemle yoktu. İnsanlar trene en eski elbiseleri ile biniyor ve müthiş bir yorgunluk içinde yolculuk yapıyorlardı. O yılları tasvir edenler, yolcuların önemli eşyalarını ve temiz giysilerini çuvala koyarak yanına aldığını söylüyorlar. Amerikan kovboy filmlerinde sık sık gördüğümüz kapısı açılınca içeri girilip bir yere oturulan o yük katarını gözünüzün önüne getirin ve bir an için kendinizi o katarda yolculuk ediyor olarak hayal edin. Ne oturabileceğiniz iskemle var, ne yemekli vagon, ne tuvalet, tabii ki ne de sinyalizasyon.

Trende, otobüste, uçakta oturduğumuz koltuk için “pulman” lafını kullanırız, değil mi?.. Anladınız, lafı pulman koltuklara getireceğim. Adı pulman koltuklarla özdeşleşen birinin hikayesi bu… 

George Mortimer Pullman gençliğinde mobilya ve inşaat işçisi olarak hayatını kazanmış. Sonrasında, 1848 yılında dönemin en popüler ulaşım şekli olan demiryollarına vagon üreten bir fabrikada çalışmaya başlamış. Aşağı yukarı 10 yıllık bir çalışma süresinden sonra, üretiminde bulunduğu vagonlardan biri ile yaptığı bir yolculukta o kadar rahatsız olmuş ki, yolculuklara konfor katmayı düşünmeye başlamış. 1859 yılında öncelikle iki tane eski yolcu vagonunu yeniden düzenleyerek rahat oturulabilecek hale getirmiş. Yani basit bir anlatımla oturaklar koymuş ve bunu yere sabitlemiş. O güne kadar kimse akıl etmedi mi diye düşünmeyin. Etmemiş işte! Ne koltuğu ne de sinyalizasyonu kimse aklına getirmemiş o yıla kadar. 

Uzatmayayım, gelen tepkiler çok olumlu olmuş ve insanlar rahat yolculuk yapmanın keyfini yaşamaya başlamışlar. Her ne kadar 1861 yılında başlayan Amerikan iç savaşı ülke içindeki sefaleti, kargaşayı arttırmış ve ayakta kalabilmeyi zorlaştırmışsa da Pullman’ın seyahat sırasında konforlu bir şekilde oturulabilecek, yemek yenebilecek, hatta uyunabilecek sistemler kurma hayali devam etmiş; bu yönde çalışmaları da... 1863 yılında bugün Dünyanın her yerinde demiryolu seyahatlerinde kullanılan yataklı vagonu tasarlamış. Adı “Pioneer” olan ve konforlu seyahat konusunda öncü olan bu yataklı vagonun Washington – Springfield arasındaki ilk seferinde çok önemli bir konuğu da olmuş. Amerikan devlet başkanı Abraham Lincoln’un bu ilk konforlu yolculuğa olan şahitliği ve memnuniyeti George Pullman’ın önünü iyice açmış olmalı. 1868 yılında yolculuk sırasında yemek yenebilecek vagonu, 1875 yılında da geliştirilmiş oda sistemli ve yataklı vagonu üretmiş. 

1887 yılında geliştirdiği modelde, ünlü otellerin lobilerindeki gibi son derece konforlu koltuklarda oturan yolcular, vagonlar arasında geçiş yapılabiliyor, her türlü ihtiyaçlarını farklı vagonları dolaşarak giderebiliyorlarmış. Yani artık canı sıkılan vagonlar arasında dolaşmaya, tuvalete gidip, yemekli vagonda bir şeyler atıştırmaya başlamış.

Neyse, Allah yürü ya kulum demiş ve 1880 yılında George Multimer Pullman büyük bir arazide, binlerce işçiyi içinde barındıran bir üretim yapısı içinde kurduğu tesiste çalışmalarına devam etmiş. Bu tesis o kadar büyük bir alanı içine alan bir yer olmuş ki, kısa zamanda büyük bir kasabaya dönüşmüş. İşçilerin her türlü yaşamsal ihtiyaçlarına cevap veren bu kasabada kiliseden okula, yaşanacak evlerden vakit geçirilecek sosyal mekanlara kadar her şey kurulmuş. Aslında çok da övgü ile anlattığıma bakmayın, burada yaşanan grevlerle 1 Mayıs direnişinin ilginç bir bağı var ama belki bunu bir başka yazıya konu ederim.

Sinyalizasyonu o da akıl edemedi

Pulman koltuklu, yemekli ve yataklı vagonlarla beraber trenlerin gelişimi hiç durmamış, hızı ve konforunu artırmaya yönelik çalışmalar hep devam etmiş. 1957’de Tokyo’da 145 km’lik hız o günün dünya rekoru olmuş ama bugün saatte 400 km hıza ulaşabilen trenler ve daha yüksek hızda çalıştırılacak şekilde yapımı planlanan hatlar var. 

Sonuçta Pullman adı yolculukta konforun adı olmuş ama sinyalizasyonu o da akıl edememiş. Peki, aradan geçen bir buçuk asra yaklaşan süre içinde biz akıl edebildik mi?!.. Hadi diyelim ki George Mortimer Pullman zamanında saatte en fazla 20-30 km hızla giden trenler için çok fazla bir güvenlik önlemi gerekmiyordu, el yordamıyla işler yürüyordu. Gördünüz işte, ilk zamanlarda oturacak iskemle bile büyük lüksmüş.

Acaba bugün, yüksek hızda giden treni bir sonraki istasyona telsizle, cep telefonu ile bildirmek doğru bir yol mu? Sinyalizasyon olmasa olur mu? Kazada kaybettiğimiz insanlarımızın acıları ardından bunlar doğru sorular olmayabilir. Peki, doğru soru nedir, bilen var mı?  

Tren kazalarında ölen yurttaşlarımıza rahmet, yakınlarına da baş sağlığı temennilerimi iletiyorum. Yeni yılda yolculuklarımız kazasız ve belasız olsun!..

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.