İlksen Utlu

09 Haziran 2024

Yeni Samsun, tütün ambarından teknoloji üssüne…

Bu hayatta biz ne isek, neye ilgi, merak ve heyecan duyuyor, nelerden besleniyorsak, nasıl hissediyorsak etrafımıza da onu yayıyoruz halka halka

Bir insanın enerjisiyle etrafına yaydığı titreşim 5 insan halkası öteye kadar ulaşıyormuş.

Örnek verecek olursam sabah evden çıkıp asansöre bindiğinizde belki de hiç tanımadığınız bir komşunuzla cömertçe paylaşacağınız, güler yüzlü bir ‘Günaydın’ın etkisi sizin haberiniz olmadan, aynı durgun bir göle taş attığınızda etrafa yayılan halkalar gibi, genişleyerek hiç tanımadığınız canlılara, diyarlara kadar uzanacak.

Tüm canlılar görünmez bağlarla birbirine bağlı.

Bu hayatta yaptıklarımızdan, olduğumuzdan ve hissettiklerimizden en başta kendimize beraberinde de bir parçası olduğumuz insan topluluğu, doğa ve evrene karışı sorumluyuz.

Polonyalı film yönetmeni Krzysztof Kieslowski’nin bu konuyla ilgili çok beğendiğim bir sözü var.

‘’Dikkatli yaşayın, çünkü etrafınızda hayatı ve esenliği sizin eylemlerinize bağlı insanlar (ben bu ifadeyi ‘canlılar’ olarak genişletmek istiyorum) var. Bu hepimizi ilgilendiriyor çünkü yollarımız biz farkında olsak da olmasak da sürekli kesişiyor.’’

Cömertlik içinde yardımlaşmayı ve paylaşmayı barındıran bir kavram. Hızla akan, birçok insanın hayatını idame ettirme telaşı içinde koşturduğu, şirketlerin hedeflerine ulaşmak için ekiplerine sert şartlar koştuğu bu zamanda belki de hem bireysel hem de topluluklar bazında en rahat es geçilen ve çokça özlem duyulan bir kavram ‘cömertlik’.  

Bu hafta kitabım ‘Ahenk İçinde’nin imza ve söyleşisi için gittiğim Samsun’da hayatı birlikte çalıştıkları ekipleriyle paylaşan, onların kişisel gelişimlerine ve vizyonlarına katkı sunacak şekilde kendilerinin de ilgi duydukları kültür-sanat etkinliklerinden ekiplerinin de faydalanması için fırsatlar sağlayamaya özen gösteren bir yönetim örneğine rastlamak beni çok mutlu etti.

Yeni Samsun

Önce, en son yaklaşık 20 sene evvel gittiğim ve motorsikletle yaptığım bir Karadeniz seyahatinin başlangıç noktası olarak tanıştığım Samsun’a dair gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.

Bir parçası olduğum ekip seyahate İstanbul’dan start vermişlerdi. Bense başlangıç tarihinde İstanbul’da olmadığım için Samsun’a uçup oradan bağlanmıştım ekibe.

20 yıl önce havalimanından, heyecan içinde ekibime doğru yol alırken kesinlikle bu kadar düzenli ve yeşil bir Samsun deneyimi yaşamamıştım. Hatta üzücü bir şekilde Samsun’da başlayan ve Artvin’e kadar süren seyahatimizde Karadeniz sahil şeridi boyunca uzanan şehirlere, Çamlıhemşin’e, Uzungöl’e, birçok yaylaya ziyaretimizde hayal kırıklığı yaşamıştım. Beni en mutlu eden yer Artvin’in Yusufeli ilçesinin Barhal köyü olmuştu. Beni üzen ve yoran; bu kadar şahane doğal güzelliklere sahip olan bir coğrafyanın nasıl bu kadar estetikten uzak ve özensiz olabildiğiydi.

Alplerde motor seyahati yapma deneyimlerimde benzer doğal özellikler taşıyan coğrafyaların nasıl da güzel ve doğayla uyumlu olabileceğini pek çok kez deneyimledim. Memleketimizde, doğal güzellikleri açısında Alpler’den farkı olmayan bir coğrafyanın çirkin binalara, betona, yüksek apartmanlara teslim olmasına çok üzülmüştüm. Bu deneyim üzerine de Karadeniz Bölgesi’ne gitmeye bir daha da heyecan duymamıştım.

Ta ki bu hafta beni çok mutlu eden bir kitap imza ve söyleşi daveti için Samsun’a gidene kadar.

Yeni Samsun beni çok şaşırttı. Havalimanından şehir merkezine kadar olan yolun yeşilliği, düzenlemesi, çevrenin temizliği daha Samsun’a ulaşmadan beni etkiledi. Ülkemizde şu ana kadar gezme görme fırsatı bulduğum şehirlerimizin maalesef birçoğunun girişi bu kadar özenli ve düzenli değil. Genelde şehir girişlerinde varsa organize sanayii bölgesi, irili ufakli düzensiz dükkanlar ve artık neredeyse her şehirde aynı olan, şehirlerin özgün kimliğinin yok olmasına neden olan kimliksiz, yüksek katlı, beton binalar var.

Ne mutlu ki Samsun’da durum böyle değil. Havalimanı- Samsun arasındaki yolun etrafı çok düzenli ve yemyeşil. Şehir merkezine yaklaşınca sağımda kalan, sahille yol arasında kalan alanlar  halkın kullanabileceği geniş yeşil alanlar olarak düzenlenmiş. Yol boyunca parklar, plajlar ve spor alanları var.

Sohbet ettiğim şoförler çevredeki bu düzenlemelerin 2017 yılında Samsun’da gerçekleşen Uluslararası İşitme Engelliler Olimpiyatları vesilesiyle yapıldığını söyledi. Stadyum’dan, bowling salonuna kadar birçok spor alanı ve salonu gördüm.

Ziyaret etme fırsatımın olmadığı Samsun Müzesi’nin mimarisi de pek hoştu. 19 Eylül Üniversitesi’nin yoldan gördüğüm, sahil tarafında, kocaman çam ağaçları arasında bulunan Güzel Sanatlar Fakültesi’ne hayran oldum. Akşam havalimanı yönünde dönüş yolumda Vilayet binası, Emniyet Müdürlüğü binası gibi dikkatimi çeken devlet binalarının mimarileri de ışığı da şehre katkı sunuyor.

Sahil yolundaki tek göze batan bina Sheraton Otel’in deniz kenarında bulunan, yüksek katlı binası. Sahil bandında eski ve yeni binaların çoğunun yatay olmasına rağmen bu otelin bu kadar yüksek kat olmasına nasıl izin verildiğini anlamadım. Bina zaten deniz kenarında bulunuyor. Denizle arasında bir engel de yok üstelik.

Samsun Atakum sahili

Havalimanından imza ve söyleşi yapmak üzere şehrin biraz dışında bulunan eski tütün fabrikasına doğru giderken şehir merkezi solumda kalıyordu. Şehir merkezinin içine doğru girmedim fakat uzaktan da olsa yüksek beton binalardan oluşan bir beton tarlasına dönüşmüş olduğunu gördüm.

Yol üstünde, şoförün şehri biraz daha anlamam için üzerinden geçtiğimiz Atakum sahiline bayıldım. Burası betonlaşmış şehrin deniz kenarındaki nefesi olmuş. Yol boyunca birçok gece kulübü, yerli ve diğer şehirlerde de görmeye alışık olduğumuz marka restoran ve kafeler var.  Sabah saatlerinde kordon boyunca insanlar sabah yürüyüşlerini yapıyor, denize giriyor ve güneşleniyorlardı. Bir şehir merkezinde denize girmenin mümkün olduğu plajların olmasının çok şanslı bir durum olduğunu düşünüyorum.

Tütün ambarından teknoloji üssüne

Kısa Samsun turumuzdan sonra kitabımın imzasını ve söyleşisini gerçekleştireceğim, eskiden devletin tütün fabrikasına ait ambarlarının olduğu alana ağaçların ve kuş cıvıltılarının arasından giriş yaptım. Artık hizmet dışı olan fabrikanın ambarları dönüştürülmüş ve şu anda ambarların bir kısmı yerli teknoloji markası Reeder, bir kısmı Teknopark, bir kısmı da 19 Mayıs Üniversitesi tarafından kullanılıyor.

Akıllı telefon, tablet, televizyon üretimiyle öne çıkan Reeder ile tanışmam, aynı yıllarda okuduğumuz Boğaziçi Üniversitesi değil de ikimizin de Gümüşlük sevdası ile yollarımızın kesiştiği markanın kurucularından Sezen Sungur Saral ile oldu. Yıllar içinde arkadaşlığımız derinleşti.

Sezen azmine, girişimci, cesur, enerjik, cömert ruhuna hayran olduğum bir arkadaşım.

Temellerini 2009 yılında attıkları marka şu anda teknoloji, bilişim, gayrimenkul ve elektronik alanlarında hizmet veren ve istihdam sağlayan bir büyük bir marka.

Reeder Ambar içi

Marka üretim yaptıkları alanların ve gençlere sağladıkları istihdam fırsatlarının yanında hayata değer katan birçok sosyal sorumluluk projesiyle de hayata değer katıyor. ‘Kızlar Kodlar’ projesini belki siz de duymuşsunuzdur. ‘Kızlar Kodlar’ MEB iş birliği ile Reeder tarafından okullarda kız öğrencilere yönelik STEAM alanında yetkinlik kazandırmak üzere yürütülen bir eğitim projesi.

Reeder, üretim tesisinde ve genel merkezinde yüzde 50’sinden fazlası kadınlardan oluşan genç bir ekibe sahip.

Ben de kitabım ‘Ahenk İçinde’ vesilesiyle markanın hem eski tütün fabrikası ambarlarından çok şık bir şekilde dönüştürülmüş olan üretim tesisinde hem de genel merkezde hizmet veren yaşları 20 ile 30 arasında değişen, genç Reeder ekibiyle buluştum. Hem markanın onlara hediye ettiği kitaplarını imzaladım hem de ahenk içinde bir yaşamı nelerin mümkün kılabileceğinden bahsettiğimiz bir eğitim gerçekleştirdik.

Gençlerin gözlerindeki ışığa, heyecana ve meraka bayıldım.

Paylaşımlarımızda gençlerin çalıştıkları marka ile kurdukları bağ dikkatimi çekti. Ekibin, şu anda markanın yakında piyasaya çıkarmaya hazırlandığı elektrikli araca duyduğu heyecan, emek verdikleri marka için duydukları gurur ve kullandıkları ‘biz’ dili beni etkiledi.

Bu deneyimden hareketle gözlemim şu ki insan hayatı cömertçe paylaştıkça hem kendi hem de beraberindekiler büyüyor ve gelişiyor. Sezen Sungur Saral, aynı yazımın başında vurguladığım gibi, azimle kurduğu girişimi için emek veren genç ekiple kendi ilgisini çeken ve onu besleyen kaynaklarını içten ve cömert bir şekilde paylaşan biri.

Reeder imza

Yaptığımız konuşmalarda Sezen’in yaşamı, girişimci ruhu ve ekibiyle paylaştığı kültür-sanat ilgisiyle genç ekibi için nasıl bir ilham kaynağı olduğunu gençlerin kendi ağzından dinledim.

Zamanla yarışılan, birtakım sert hedefler tutturulmak üzere olanca gücüyle çalışılan iş yerlerinde ekiplere kültür-sanat- spor etkinlikleriyle sağlanacak nefesin değerini bu buluşmada gençlerin yüzünde bir kere daha gördüm.

Buradan hareketle şunu söyleyebilirim; şirketler, yöneticiler ve liderler birlikte çalıştıkları ekiplerle kendi hayat ilgilerini, meraklarını, entelektüel beslenme kaynaklarını içten ve cömert şekilde paylaştıkça bir işyerinde ortaklık duygusu ve gönül bağı artıyor.

İşverenin kendi ilham aldığı kaynaklarını, kendi dünyasını beraber çalıştığı ekiplere açması ve onlarla paylaşması son yıllarda şirketlerde çalışanlara boca edilen ya da yapmış olmak için yapılan birçok samimiyetsiz atölyeden kat be kat daha değerli. Nihayetinde unutmamak lazım ki bu şekilde gençler çok yönlü beslenecekler. Zamanla alanlarında yetkinlik kazanıp kariyerlerinde ilerleyecekler ve sonuç olarak ne alırlarsa sisteme onu verecekler.

Reeder yönetimini hayatı ekipleriyle paylaştıkları ve onların kişisel gelişimlerine ve vizyonlarına katkı sunacak böylesi kültür-sanat etkinliklerine yer verdikleri için tebrik ediyorum.

Atakum

Gün sonunda Reeder ekibiyle vedalaşıp akşam 21:25’de olan dönüş uçağımı beklemek ve biraz da kendi kendimle kalıp yaşadığım deneyimi sindirmek için fabrikaya doğru giderken vakit geçirmek üzere gözüme kestirdiğim Atakum sahiline gittim.

Eğer bir tavsiye almış olmasaydım risk almayıp sahilde yan yana konumlanmış olan restoranların arasından, birçok yerden aşına olduğum Big Chefs’e girip vakit geçirecektim. Fakat İclal Hanım’ın da tavsiyesiyle Marin Restoran’a gittim. Zaten yeni gittiğim yerlerde öneri almışsam önceliğim lokal ve özgün mekanlardan yana.

Atakum geniş bir sahil bandına sahip. Yürüyüş yolu boyu sıralanmış palmiye ağaçları buraya sayfiye yeri havası vermiş. Samsun’un bu yeni halinde yeşil bir İzmir tadı var. Oturduğum Marin Restoran’ı da İzmir Kordon’da bulunan Deniz Restoran’a benzettim.

Marin Restoran

Sahil de olmanın ve gönül rahatlığıyla buluşmalarımı bitirmiş olmanın da etkisiyle kendimi bir balık, salata ve rakı üçlemesiyle ödüllendirmek istedim. Ama restoranın adı Marin olması ve sahilde olmasına rağmen garsondan dükkanda balık satılmadığını öğrendim. Yediğim pide ve salata gayet lezzetliydi. Diğer masalara da güzel yemeklerin gittiğini gördüm. Restoran çok geniş bir meze ve et yemekleri seçkisine sahip.

Karşımda gün batımında Karadeniz, önümde bir salata ve meşhur Samsun pidesi, kulağımda İlhan Şeşen’den ‘Sen Benim Şarkılarımsın’, tenimde tatlı bir rüzgar ve kalbimde yaşadığım bu mutlu güne dair duyduğum şükran duygusuyla 20 yıl sonra tekrar yaşadığım Samsun deneyiminin tadını çıkararak günü sonlandırdım.

İlksen Utlu kimdir?

Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı.

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.

10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı.

Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor.

Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor.

Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor.