İlksen Utlu

22 Eylül 2024

Troya’dan Gelibolu’ya

Hakkında okumadan, gezip göremeden, dokunamadan pek çok dünya mirasına ev sahipliği yapan ülke topraklarımızın değerinin farkında olmamız mümkün mü?

Çanakkale ve Gelibolu’ya en son 2000lerin başında gitme fırsatım olmuştu.

Bu seyahat sırasında bu toprakların hem doğasına hem de kültürel ve tarihi değerine hayran kalmıştım.

Yıllar sonra bu yaz yaptığım Bozcaada seyahatinin dönüş yolunda uğradığım Troya Müzesi’nden ve bu topraklarda uzun yıllardır süren arkeolojik kazılar sonucu ulaşılan insanlık tarihi katmanlarının gözler önüne serilişinden nasıl etkilendiğimi 21 Temmuz tarihli yazımda paylaşmıştım.

Yıllar önce çok etkilenerek ve ilk fırsatta tekrar gelmeye niyet ederek ayrıldığım Çanakkale ve Gelibolu’ya yaklaşık 20 yıl sonra sevdiğimiz dostların mutlu gününü paylaşmak üzere gitmek kısmet oldu.

Bu durum bana hayatın ne kadar hızla akıp gittiğini bir kere daha hatırlattı.

20 yıl öncesi sanki dün gibiydi.

Hayata ve dünyaya karşı büyük bir merak duyan bir insan olarak hayatın ne kadar kısa fakat tüm dünyayı gezebilmek için dünyanın da ne kadar büyük olduğunu bir kere daha idrak ettim.

Bırakın dünyayı, kendi memleketimizin karış karış her bir köşesini gezmek, görmek, dokunmak ve üzerinde bulunduğumuz, insanlık tarihi açısından çok büyük değer taşıyan bu toprakları anlamaya çalışmak bile sınırlı insan ömründe ve hayatın tüm sorumlulukları arasında çok mümkün görünmüyor.

Seyahat etmek, içinde bulunduğumuz ekonomik kriz şartlarında özellikle belli kesimler için günden güne zorlaşıyor. Neyse ki teknolojinin de katkısıyla artık bilgiye daha rahat ulaşabiliyoruz. İçinde dünyayı tanıma merakı taşıyan bir insan, seyahat imkânı zor olsa da merak ettiği yerlerle ilgili hem yazılı hem de görsel malzemeye eskiye nazaran çok daha rahat ulaşabiliyor.

Gezerek öğrenemiyorsak okuyarak ve hatta sanal turlara katılarak öğrenmeye devam edebiliriz.

Eğer bu ülkenin vatandaşları olarak; ülkemizin üzerinde bulunduğu, insanlık tarihine ev sahipliği yapan, efsaneler, destanlar, zaferler, kültürel ve doğal miraslarla dolu topraklar hakkında okumaz, öğrenmez, görmez, onlara dokunamazsak bu toprakların gerçek değerinin farkına varmamız pek mümkün görünmüyor.

Maalesef insanlar toprağını okuyarak, gezerek, görerek tanımadığında, üzerinde bulunduğu, yalnız bu memlekete değil tüm dünyaya ait olan insanlık tarihi mirasının farkında olmuyor ve sonunda ekonomik çıkar uğruna acımasızca, vicdansızca ve vahşice yangınlar çıkararak, usulsüz inşaatlar yaparak, madenler açarak, barajlar inşa ederek tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri hunharca katledebiliyor.

Eğitim şart!

Bunu aşabilmek için her şeyde olduğu gibi eğitim şart!

Fakat öğrenmenin gerçekleşmediği ve bilginin içselleştirilemediği, ezbere dayalı bir eğitim değil ihtiyacı karşılayacak olan.

Bu farkındalık ancak okuyarak, düşünerek, anlamaya çalışarak, okulda öğrenilen bilginin sahada, sokakta, doğada görülerek, dokunularak, uygulamaya konularak içselleştirildiği bir eğitim modeliyle mümkün.

Sanırım fazlasıyla uzun bir giriş oldu. Affınıza sığınarak yolculuk boyunca Çanakkale ve Gelibolu bilgimi tazelemenin ve tarihe dalıp gitmenin yanı sıra kafamı bir yandan meşgul eden bu meselelerden bahsetmeden de geçemedim.

Malkara- Çanakkale Köprüsü

Çanakkale’ye Tekirdağ üzerinden gitmeyi tercih ettik.

Daha önce Bozcaada’ya da giderken ilk kez kullandığım Malkara- Çanakkale otoyolu ve Çanakkale Köprüsü gerekliliği ile ilgili olarak bir kere daha düşündürdü beni.

İlkinde hafta içi ikinci seferde hafta sonu kullandığım ve iki seferde de kullanımının çok az olduğunu gözlemlediğim, memleketin karşılanması gereken onca ihtiyacı arasında çok büyük bir bütçenin akıtıldığı bu yol ve köprünün gerekliliğini bir kere daha sorguladım.

Bu haliyle yol hızlanmış, mesafe kısalmış ve sürüş rahatlatmış olabilir fakat bu gerekçeler birçok vatandaşın kullanmadığı yol ve köprünün vergi yükünü taşımasına değer mi değmez mi size bırakıyorum.

İlgilenenler için Malkara- Çanakkale Köprüsü arasındaki yolun güncel bedeli 785 TL.

Çanakkale’nin meşhur peynir helvası

Sabah 10 gibi yola çıktığımız ve akşamüstü Çanakkale’ye ulaştığımız günün akşamında sevdiğimiz dostlarımızın mutlu günlerini paylaştığımız bir kutlamaya katıldık. Ertesi sabah da İstanbul’a dönmek üzere 11 gibi yola çıktık.

Bir gece önce davet dönüşünde Çanakkaleli şoförümüzün tavsiye ettiği Çanakkale’nin en iyi peynir helvacısını bir kenara not etmiştim.

Her ne kadar güne tatlıyla güne başlamak sağlıklı bir şey olmasa da ‘Her zaman yaptığımız şey değil. Bir kereden bir şey olmaz’ diyerek Çanakkale merkezde, bir ara sokakta bulunan Kadir Usta’nın yolunu tuttuk.

Helvacıda sohbet sırasında peynir helvasının keçi sütünden yapıldığı bilgisini aldım. Hem fırınlanarak servis edilen peynir helvasından hem de yine satışta olan ama bir kenarda duran pişmemiş helvadan küçük bir parça denemek üzere iki paket yaptırdık.

Arabada yolculuk sırasında kahvaltı niyetine tüketmek istediğimiz fırınlanmış peynir helvasını dakikalar içinde bayılarak bitirdik. Pişmemiş olanı biraz keçi kokulu bulduk ama denemiş olduk. Eğer peynir helvası sevdalısıysanız Kadir Usta’nınkini denemenizi tavsiye ederim. İsteyene kargoyla da gönderebiliyorlarmış.

Gelibolu Yarımadası’na geçiş

İstanbul’a doğru yola çıkmadan önce Çanakkale’yi ilk defa görme fırsatı yakalayan kızımıza kısa bir Çanakkale merkez turu yaptırırken bir anda kendimizi Çanakkale- Eceabat iskelesinin önünde bulduk. Hem en son 20 yıl önce gezdiğimiz Gelibolu’yu tekrar görmek hem de kızımıza tanıtmak için feribota atlayıp Gelibolu Yarımadası’na geçtik.

Yıllar sonra Gelibolu Yarımadası’na Eceabat iskelesinden adım attık.

Birçok medeniyet için büyük önem taşıyan bir coğrafyaya adım atılan yer olan Eceabat merkez üzücü bir şekilde çok çirkin ve bakımsız.

Bir yandan yıkık dökük bakımsız binalar, diğer yandan Türkiye’nin her yerini sarmış olan, hiçbir karakteri olmayan beton yapılar insanın hem gözünü hem de kalbini acıtıyor. 

Bir tarihe tanıklık etmek ve bu topraklarda savaşan atalarını ziyaret etmek üzere yıl boyunca buraya dünyadan insanlar akın ediyor. Burası çok değerli bir çekim merkezi.  Yarımada böylesine bir çekim merkeziyken Eceabat merkezin bu hale terk edilmiş olması ülke imajı açısından hiç hoş değil.

Yarımada’nın bu köşesine tek gösterilmesi gereken biraz bakım, temizlik, ilgi ve ihtimam.

Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi

Eceabat’ı arkamızda bırakıp, yolumuza eşlik eden Yarımada doğasının Eylül hallerine şahitlik ettiğimiz kısa bir sürüş sonrası 2012 yılında hizmete açılmış olan Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’ne ulaştık.

Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’

Burası Kabatepe Mevkii’nde çam ağaçlarıyla çevrili bir tepeye konumlanmış, dışardan bakınca şık bir mimari yapıya sahip bir merkez.

Merkeze Müze Kart ile giriş yapılıyor.

Birinden sırasıyla diğerine geçerek ulaşılan toplam 11 odadan oluşan 65 dakikalık sine vizyon gösterimi için ayrıca bir ücret ödeniyor.

İki kattan oluşan, ayrıntılı yazılı ve görsel anlatım, haritalar, döneme ait eşyalar, balmumu heykelleriyle canlandırmalar sunan bu müzeyi henüz görmediyseniz görmenizi tavsiye ederim.

Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’

Merkez yapıldığı tarihten bu yana biraz bakımsız kalmış. Duvarlardaki yazılı anlatımlarda bazı harfler düşmüş, silinmiş. Çok geniş bir metrekare. Işık kullanımı, büyüklüğü ve bakımsızlığı ile insanda terk edilmişlik hissi uyandırıyor. Zamanında belli ki çok emek verilmiş ama bugün anlatımı artık çağın gerisinde kalmış. Günümüz anlatımının olmazsa olmazı olan interaktivite eksik kalmış.

Sine vizyon gösterimi benzerlerinin iyi bir örneği. Kullanılan anlatım dili, ses ve görüntü kalitesi, tercih edilen efektler etkileyici ve tanıtım merkezinin anlatımını kuvvetlendirir nitelikte.

2 saate yakın vakit geçirdiğimiz merkezde hem okuduklarımız ve gördüklerimizle hem de sine vizyon gösterimiyle bilgimizi tazeleyerek aracımıza bindik. Artık tek yön olan yolda gözümüzde hikayeler canlanarak siperlerin, şehitliklerin ve anıtların arasında yol aldık.

20 yıl önce ve sonra Gelibolu

20 yıl önce Gelibolu’ya ilk geldiğimde Anzak şehitliklerinin bakımlı ve düzenli halinden çok etkilenmiştim. İnsanların dünyanın bir ucundan atalarına sahip çıkışına, ev sahipliği yaptığımız miras topraklara gösterdikleri saygı ve ilgiye hayran kalmıştım.

O tarihlerde şehitlikleri gezerken, Anzakların ‘Lone Pine’ (Yalnız Çam) olarak adlandırdıkları şehitliğin düzenli, bakımlı hali ve arazinin ortasında esen rüzgârın etkisiyle uğuldayarak haşmetli bir şekilde duran, tek çam ağacı beni çok etkilemişti.

Bu gidişimde yine ziyaret ettim. Kızımla birlikte mezar taşlarının üzerinde, insanların belki hiç tanıma fırsatı bulmadıkları babaları, dedeleri için mezar taşları üzerine yazdıkları yazıları okuduk, duygulandık.

20 yıl önce Türk şehitlikleri maalesef yeterince bakımlı ve düzenli değildi. Hatta gördüklerim karşısında kendime engel olamayıp şehitlikleri karşılaştırdığımı ve üzüldüğümü bile hatırlıyorum.

Fakat geçtiğimiz 20 yılda çok şey değişmiş.

Muharebelerin yaşandığı yerlere özenle, bakımlı Türk şehitlikleri yapılmış ve etkileyici anıtlar dikilmiş. Artık yol boyu tepelerden, ağaçların arasından anıtlar ve Türk bayrakları yükseliyor.

57. Piyade Alayı Şehitliği

Yol üstünde Anafartalar’a yaklaştığımızda üzülerek, geçtiğimiz yaz mevsiminde sahile kadar yanan ve şu anda tüm ağaçların simsiyah olduğu alanla karşılaştık. Görüntüleri ekrandan görmek çok üzücüydü ama yakından görmek bir kere daha kahretti.

Cinayet saydığım bu vahşeti aklım almıyor. Böylesi kültürel, tarihi ve doğal öneme sahip bir yerde ihmale asla yer olmamalı.

Dilerim önümüzdeki yıllarda, sahilin ve denizin büyüleyici olduğu bu alanda bir otel peyda olmaz.

Tekirdağ’da bir yol üstü lezzet durağı önerisi

Üç saatlik ziyaretimiz sonunda, akşam saatlerinde İstanbul’a ulaşabilmek üzere kalbimizde, zihnimizde Gelibolu ve Çanakkale hikayeleriyle düştük yollara.

Yola çıktıktan yaklaşık iki saat sonra ulaştığımız Tekirdağ’da bir akşam yemeği molası verdik.

Yol üzeri lezzet durakları severlere bir Tekirdağ köftecisi önerisi olarak Özcanlar Köfte’yi öneririm.

Burası kocaman bir fabrika restoran gibi fakat büyüklüğüne ve kalabalığına rağmen çok lezzetli.

Klasik Tekirdağ köfteyi ve Özcanlar Spesiyali denemenizi tavsiye ederim. Köftenin yanına söylediğimiz mevsim salatası ve piyaz da gayet lezzetliydi. Belli ki lezzette bir standart yakalamışlar.

Restoranda güzler yüzlü gençler servis elemanı olarak çalışıyor ve ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştıkları her hallerinden belli oluyor. Her talebe koşturmaya çalışıyorlar.

Bizim bir pazar akşam üstü uğradığımız restoranda hem bizim gibi yol üstünde uğrayanlar hem de ağırlıklı olarak Tekirdağlılar vardı.

İlksen Utlu kimdir?

Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı.

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.

10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı.

Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor.

Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor.

Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor.