Bu hafta sizlerle geçtiğimiz günlerde Hatay’da bulunduğum iki günlük ziyaretim sırasında yaptığım gözlemleri paylaşmak istiyorum.
Gündemin her gün yaşanan yeni bir şaşırtıcı olayla, büyük bir hızla değiştiği ülkemizde çok değil neredeyse iki yıl önce geniş bir coğrafyayı etkileyen, ağır bir deprem felaketi yaşadık. O günlerde tüm millet bir olduk ve herkes gücü yettiği oranda bölgeye yardımda bulunmaya çalıştı.
Deprem bölgesi artık gündemimizin baş sıralarında yer almıyor ama gördüklerim ve biraz sonra sizlerin de okuyacaklarınız, yeniden inşası sürmekte olan bölgenin sağlıklı bir şekilde yeniden ayağa kalkabilmesi için hala pek çok ihtiyacı olduğunu gösteriyor.
Hatay’da neler oluyor?
Akşam saatlerinde ulaştığım Hatay Havalimanı’ndan Antakya Merkez’e kadar olan yolculuğumda ilk dikkatimi çeken yol boyunca karşılaştığım konteyner kentler oldu.
Gözlerimin önünden akan manzara; tarım toprağı olarak kullanılmak yerine bilinçsizce beton tarlalarına dönüştürülen değerli bir ovanın, doğanın silkelemesiyle acı bir şekilde yeniden ova düzlüğüne dönüşmesinin resimlerinden oluşuyordu.
İlk durağım arkadaşımla buluşmak üzere gittiğim Müze Otel Antakya oldu.
Müze Otel Antakya
Müze otel inşaatı sırasında altında ulaşılan arkeolojik katmanları ve eserleri korumak üzere bir konstüriksüyon üzerine inşa edilmiş. Burası depreme dayanıklı bir mimariye sahip olduğundan depremden pek hasar görmemiş. Otel, kapılarını misafirlerine ben Antakya’ya gitmeden henüz birkaç gün önce yeniden açmıştı.
Uzun zamandır görmediğim arkadaşımla yaşananlara dair sohbet ederken yanı başımızda bulunan insanlık tarihine ışık tutan tarihi kalıntılar, mozaikler aslında 10000 yıllık insanlık tarihinde nasıl da küçük bir zerre olduğumuzu bize bir kere daha hatırlatıyordu.
Sohbetimiz boyunca, yanımızda bulunan insanlık tarihi katmanlarına yaşanan son büyük depremle, tarif edilemez acılar içinde yeni bir katman daha eklendiğini hissettim.
Antakya
Sabah uyandığımda, aydınlıkta karşılaştığım Antakya yeniden kurulmakta olan bir şehrin manzarasına sahip pek çok kareyle doluydu. Güneşli gökyüzüne doğru uzanan vinçler, inşaat sesleri, toz, kamyonlar, yıkılmayı bekleyen devrik binalar, yıkıntıların kalktığı ve şu anda bomboş duran pek çok alan….
Yıkılmış eski mahalleler
Sevgili Antakyalı dostum Elif Ovalı eşliğinde, depremden önce pek çok kez bulunduğum ve sokaklarına, tarihi binalarına aşina olduğum Antakya’da bir tura çıktık.
Kentin yüzyıllardır kalbi sayılan ve depremde çok hasar görmüş olan Saray Caddesi ve Kurtuluş Caddesi arasında kalan mahallelerde gezerken tanık olduğum manzara yaşam-ölüm döngüsünün çarpıcı bir yansımasıydı.
Bu mahallenin dokusunu oluşturan pek çok değerli tarihi binadan, ibadethaneden, konaktan, okuldan, iş yerinden, evden, restorandan ve dar sokaktan geriye artık kullanılmaz hale gelmiş binalar, boş alanlar, hafriyatlardan geriye kalan kırık seramik ve kumaş parçalarında rastlanan insan izleri kalmış.
Hasarlı tarihi bina
Etrafımı saran manzara karşısında içimi tarifi zor bir hüzün kapladı. Ama aynı zamanda yıkıntıların arasından ve boş kalan arazilerden tüm coşkusuyla fışkıran doğal yaşam da içimde umudu filizlendirdi.
Şöyle bir manzara hayal edin; hüzün yüklü yıkıntıların ve yıkılan hayatlardan geriye kalan boş alanların arasından pembe beyaz begonviller, yabani çiçekler, istilacı, haşaratı engellediği söylenen yeşil bitkiler taşıyor ve etrafta bembeyaz kelebekler uçuşuyor.
Yaşam buradayım diyor!
Hatay’da hayat devam ediyor!
Barınma
Hatay’da en az hasarı, dağın eteklerine inşa edilen binalar almış ama buralarda da yönetmeliklere uygun yapılmamış olan evlerin hasarlı ve kullanılamaz olduğu görülüyor.
Gündüz, sağlı sollu binaların bulunduğu caddelerden geçerken insan bu binalarda yaşam olduğunu zannediyor. Fakat akşam olup da karanlık çökünce acı gerçek ortaya çıkıyor ve ışığı sönmüş yuvaların gerçeğiyle yüzleşiyor insan.
Şu anda Antakyalıların çoğu hala konteyner kentlerde yaşıyor. Şehirde yaklaşık 270’i aşkın konteyner kent var. Buralarda hayata devam etmeye çalışan insanların sayısının 250 binin üzerinde olduğu söyleniyor.
Konteyner kent
İnsanların yaşamaya devam etmeye çalıştığının altını çiziyorum çünkü 21 metrekareden oluşan konteynerlarda yaşamın ne kadar zor olduğunu ziyaret ettiğim konteyner kentlerdeki insanlardan dinledim ve gözlerimle şahit oldum.
İnsanlar 21 metrekare alanda üç, dört kişi bazen de daha kalabalık bir nüfusla yaşamaya çalışıyor. Yine de konuştuğum pek çok vatandaş yaşanan felaketten, kayıplardan, zorluklardan sonra şu anda sahip oldukları imkanlara şükrediyor. Tanıştığım herkesin ayrı bir hikayesi var, herkesin hikayesi çok ağır. Birbirini tanımayan insanlar yan yana gelmişler konteyner mahallelerde. Birbirlerine destek olmaya ve hayata tutunmaya çalışıyorlar.
Herkes imkanınca, ihtiyacına göre ve ruhu, dünyası el verdiğince kişiselleştirmiş yaşam alanını. Bazısı önüne veranda yapmış oturma alanını genişletmiş, bazısı depo yapmış, bazısı konteynerın önünü yeşil bir bahçeye dönüştürmüş, biberini, çiçeğini, bitkisini ekmiş, bazısı tavan su akıtmasın diye konteynerın üzerini kaplamaya öncelik vermiş…
konteyner kentlerde hayat devam ediyor, arada yüzler gülüyor ama derin bir hüzün okunuyor gözlerde.
Deprem Şehitleri Mezarlığı
Aynı gün içinde konteyner kentlerden sonra Deprem Şehitleri Mezarlığı’nı ziyaret ettim. Şehitlerin ruhuna dualarımı, dileklerimi gönderdim.
Mezarlıktaki manzara yürek burkuyor. Bazı cenazeler teşhis edilemediği için mezarın başında duran tahtada yalnızca bir numara yazıyor.
Bazı mezarlarda koca bir aile birlikte yatıyor.
Göz alabildiğine, geniş bir arazide uzanan mezarlığın her bir köşesinde başka bir hüzünlü insan hikayesi bulunuyor.
Deprem Şehitleri Mezarlığı
Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı
Hatay’da yalnızca evler konteynerlara taşınmamış. Devlet binaları, restoranlar, dernekler de konteynerlarda hizmet veriyor.
‘Hasat Sohbetini’ yararına gerçekleştirdiğimiz Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı’nın Antakya ‘da bulunan rehabilitasyon merkezini de hizmet verdiği konteynerda ziyaret ettim.
Türkiye Spastik Vakfı Rehabilitasyon Merkezi ve terapistleri
Uzmanların, fizyoterapistlerin ve eğitimcilerin hizmet sunduğu merkezde aylık ortalama 160 kişiye rehabilitasyon desteği sunuluyormuş. Merkezde çocuklara hem fiziksel hem de bilişsel alanlarda destek sağlanıyor. Destek alan çocukların arasında doğuştan engelli, depremde ampute olmuş, travma kaynaklı dikkat ve öğrenme bozukluğu yaşayan çocuklar var.
Umut veren gelişmeler
Asi kıyısında bulunan eski müze binası yenilenerek geçtiğimiz haziran ayı itibariyle Hatay Cemil Meriç İl Halk Kütüphanesi olarak hizmete girmiş ve şehre yeni bir soluk getirmiş.
Şehirde yıkıntılar ve inşaat çalışmaları arasında gezerken Kütüphane’nin kapısından girdiğim andan itibaren dünyam değişti.
Halk Kütüphanesi
Kütüphane’nin sunduğu ferah, sessiz ve kitaplarla çevrili ortamın birçoğu konteyner kentlerde, sıkışık alanlarda, özel alanlarından yoksun bir şekilde hayatlarını devam ettiren şehrin gençleri için çok önemli bir nefes alanı olduğunu tahmin ediyorum.
Ziyaretim sırasında bütün salonlar ve çalışma alanları sessizce çalışan ve kitap okuyan gençlerle doluydu.
Halk Kütüphanesi
Zamanın ve hayatın el verdiği ölçüde Antakya’yı gezebildiğim bir günün ardından akşam yemeği yemek üzere yeni açılan Antakya Gastronomi Çarşı’sında günümüzü sonlandırdık.
Antakya Gastronomi Çarşı
Burası depremde zarar gören restoranların bir araya toplandığı ve yeniden hizmet sunmaya başladıkları bir çarşı olmuş. Çarşının çatısı altında Altıkapı, Sveyka, Salah Ocakbaşı, Pöç Kasabı, Çınaraltı Künefe, Petek Pastanesi gibi Antakya’nın tanınan lezzetleri bulunuyor.
Bu çarşının varlığı hem esnafa hem de şehir insanına nefes olmuş. Çarşı hem şehirde yaşayan insanlar hem de Antakya’yı ziyarete gelen yerli ve yabancı misafirler için bir buluşma noktasına dönüşmüş.
Hem kütüphane hem de gastronomi çarşısı gördüğüm ve hissettiğim kadarıyla Hatay’da gündelik yaşamın, sosyal ve ekonomik hayatın canlanmasına hizmet eden iki önemli unsur olmuş.
Hatay’da yıkım, onarım ve inşa çalışmaları durmadan devam ediyor.
Hayat tüm bu yıkım ve inşa içinde devam ediyor.
Her yeni gün yeni umutlarla doğuyor.
Hatay iyileşsin diye pek çok insan emek veriyor. İnsanlar hem şehrin hem de insanların ruhunun yeniden ayağa kalkmaya çalıştığı bu meşakkatli inşa sürecinde bazen düşüyor bazen kalkıyor ama memleketleri için yılmadan çalışmaya devam ediyor.
Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bu eşsiz kentin tüm eski değerleriyle aslına uygun bir şekilde yeniden inşa edilmesi zaman alacak. Ama er ya da geç hem eski şehir hem de yeni kurulmakta olan şehir yeniden can bulacak.
Bölgenin desteğe ihtiyacı devam ediyor. Önemli olan sunulan desteğin bir devamlılığının olması.
Depremin hemen ardından bölgeye herkes gücünce yardımlarda bulundu.
Şimdi ise yaşamın yeniden yeşermesi için herkesin yetkinliğince ‘Hatay’da Hasat Zamanı’na katkı sunma vakti.
İstanbul’da bir Hataylı şef
Tam da Hatay ziyaretimden İstanbul’a döndüğüm günleri takiben şehrin yenisi, Gümüşsuyu’nda bulunan Boğaz manzaralı ocakbaşı restoran Tere’yi hayırlamaya gittim.
Burası geçtiğimiz yıllarda Topaz restoran olarak hizmet veriyordu. Bugünlerde ise yemyeşil bir park ve Camii manzarası içinden Boğaz’ın göründüğü, beyaz örtülü masalarda ocakbaşı lezzetlerin sunulduğu ‘Tere’ olarak hizmet veriyor.
Tere
Tere’de ocağın başında uzun yıllardır aynı sektörde farklı restoranlarda çalışmış olan ustalar Ömer ve Remzi Sayın bulunuyor. Ömer ve Remzi ustanın ellerinden tattığım uykuluk ve ciğer şiş gayet başarılıydı.
Ete çok düşkün olmayan bir Çukurovalı olarak Tere’nin sebze ağırlıklı mezelerini de çok sevdim. Tere’nin aralarında kuru meyveli enginar, bir çeşit muhammara yorumu olan Paşa mezesi, Mualla, Antakya tahinli tarator, ezme gibi tatların olduğu mezelerinin Hataylı kadın şef Gökçe Eker’e ait olduğunu öğrendim.
Kendisiyle görüştüğüm Gökçe Şef de ağır kayıplar yaşamış Hataylı bir depremzede. Depremde çok sayıda akrabasını, eşini dostunu ve yuvasıyla birlikte iş yerini de kaybetmiş bir kadın.
Deprem sonrası kendi de enkazdan çıkıp uzun süre bölgeye destek sağlamış.
Daha sonra hem küçük kızının eğitimi hem de hayatı yeniden kurmak üzere İstanbul’da tıp eğitimi alan büyük kızının yanına yerleşmişler. İstanbul’da yolu, yıllar önce Antakya’da kendi restoranında misafir ettiği Tere’nin ortaklarından Yücel Özalp ile kesişmiş. Ve bu sefer birlikte yeni bir yolculuğa çıkmışlar.
Gökçe Şef, ‘Tere’deki görevinin yanında hala Hatay Mutfak Sanatları ve Gastronomi Dernek Başkanlığı görevini de sürdürüyormuş.
İstanbul’da tıp eğitimini tamamlayan büyük kızı da Hatay’da tanıştığım ve hikayelerinden çok etkilendiğim bazı diğer gençler gibi memleketi Hatay’ın yaralarını sarmaya destek olmak üzere memleketine geri dönmüş ve şimdi orada doktorluk yapıyormuş.
Şef Gökçe Eker’in elinin lezzetine de yaşadığı her şeye rağmen hayata dört elle sarılan, azimle çalışan ve hayata değer katarak yoluna devam eden güçlü haline de hayran kaldım.
Son olarak, eğer yolunuz Tere’ye düşerse deneyiminizi kaymakla sunulan ince dilimlenmiş pancar tatlısı ve kabak tatlısı ile sonlandırmanızı tavsiye ederim.
İlksen Utlu kimdir? Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı. Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor. Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor. Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor. |