Türkiye geçtiğimiz haftayı da Instagram erişim engeli ile geçirdi.
Hiçbir türlü yasağın ve sansürün kabul edilebilir olmadığı gibi teknolojinin böylesi ilerlediği bir devirde bir sosyal medya uygulamasına erişim engelinin getirilmesi de akıl alır cinsten değil.
Engelin ilk günlerinde sürdürülebilir olduğunu düşünmediğim bu kararın kısa süre içinde kalkacağını var sayarak başka bir uygulama üzerinden Instagram’a giriş yapmayı tercih etmedim.
Bu sürede hem kendi sosyal medya kullanım alışkanlıklarımı hem de gündelik alışkanlıklarımıza yoğun bir şekilde sirayet etmiş olan bu uygulamanın yoksunluğunun kullanıcılar üzerindeki etkilerini ve sokaktaki yansımalarını gözlemledim.
Engelin uygulamaya konulduğu sabahın bir önceki akşamında katıldığım Tarkan konserinde çoğunluk seyircinin yaşadığı konser deneyimini başkaları ile paylaşma arzusu içinde, sanatçıyı alkışlar ve coşku içinde karşılamak yerine sessizlik içinde kamera kaydı yaparak karşılaması karşısında duyduğum şaşkınlığı geçen haftaki yazımda paylaşmıştım.
Özlemle beklediği sanatçının konserini kameraya kayıt etmek uğruna telefonunun ekranından seyrederek zaten kısıtlı olan konser süresinin çoğunu; bağırarak şarkılara katılamadan, şarkıların ritmine bedenini ve ruhunu teslim edip dans edemeden, sahnede bulunan tüm sanatçıların en değerli motivasyonu olan alkışı onlara cömertçe sunamadan geçiren bir izleyici kitlesi ile karşılaşmak benim için çok çarpıcıydı.
Instagram gibi bazı sosyal medya uygulamalarının kullanımı, insanın varoluşsal bir ihtiyacı olan görülme ve duyulma isteğini tatmin ediyor olabilir. Fakat insanların nerede, kiminle, ne yapıyor olduğunu paylaşma isteği yönetilemez ve kontrol edilemez bir noktaya sürüklendiğinde maalesef bu arzu insanları tek ve asıl gerçek olan, yaşadığı andan koparıyor.
Konserdeki izleyici gözlemimin yanı sıra uygulamaya erişim engelinin olduğu iki haftalık süreçte otel ve restoran rezervasyonlarında gözlenen düşüş, kendimize ara ara şu soruları sormamız gerektiğini bir kere daha hatırlattı:
Bu hayatı kendimiz için mi yoksa başkaları için mi yaşıyoruz?
Yaşam tercihlerimizde önceliğimiz hayatımıza yeni deneyimler katıp yaşamımızı zenginleştirmek mi yoksa bu deneyimleri başkaları görsün diye kayıt edip sosyal medyada paylaşmak mı?
Sokaktan aldığım izlenim son dönemde maalesef sosyal medya kullanımında bu dengeyi biraz kaçırdığımızı gösteriyor. Restoranlarda, plajlarda, sokaklarda, konserlerde insanların anı ölümsüzleştirecek bir fotoğraf ya da kısa bir video çekmek yerine dakikalarca süren fotoğraf ve video çekimleri yapmaları onları gerçek hayatla temastan ve gerçek yaşam deneyiminden git gide uzaklaştırıyor.
Dopamin
Yapılan araştırmalar sosyal medya kullanımı sırasında beynimizde halk arasında mutluluk hormonu olarak da bilinen dopamin adlı bir kimyasal taşıyıcının salınımının gerçekleştiğini gösteriyor.
Dopamin; zevk, memnuniyet ve motivasyon hissettiğimizde beyinde üretilen bir kimyasal taşıyıcı.
Egzersiz, kaliteli uyku, meditasyon, nefes çalışmaları, küçük/büyük hedefler belirlemek, hedef belirlenen alanlarda başarılar elde etmek, kendimizi ödüllendirmek dopamin salınımı için doğal kaynaklar oluşturan ve iyi oluş hallerimize katkı sunan yararlı alışkanlıklar.
Diğer yandan sosyal medya kullanımı, alışveriş bağımlılığı ve uyuşturucu maddelerin kullanımı gibi alışkanlıklar da beyinde dopamin salınımına sebep oluyor. Fakat bunları yalancı dopamin kaynakları olarak adlandırmak daha doğru olur. Çünkü bu gibi bağımlılıklar doğal dopamin kaynaklarının aksine insana kısa süreli, geçici, yalancı hazlar ve mutluluklar sunar. Bu bağımlılıkları yaşayan insanlar daha iyi hissedebilmek için her defasında daha yüksek dozlara ihtiyaç duyar ve maalesef mutlu olmak bir yana bir süre sonra içinden çıkılması güç çukurlarda bulurlar kendilerini.
Sosyal medyanın varlığının, sosyal dünyamız ve yeni iş yapma yöntemleri açısından yeri ve önemi yadsınamaz. Instagram’a erişim engeli süresince ekonomide oluşan zararın milyarlara ulaştığı olduğu tahmin ediliyor.
Fakat sosyal medya kullanımımızın ne kadar farkındalıklı olduğu da atlanmaması ve yönetilmesi gereken bir konu. Çünkü yukarıda saydığım sebeplerden farkındalıklı bir sosyal medya kullanımı yaşam kalitemiz ve ruh sağlığımız açısından büyük önem taşıyor. Bunu her zaman hatırlamakta ve kendi alışkanlıklarımıza karşı uyanık kalmakta fayda var.
Maalesef şu anda bir yönetim engeli yaşıyoruz ve bu engelin daha ne kadar süreceğini tahmin edemiyoruz.
Tercihen değil de zoraki bir şekilde yaşadığımız bu sosyal medya engelinin hem kendi üzerimdeki hem de hayatın içindeki etkilerini gözlemliyorum bugünlerde.
Uzun zamandır merak ettiğim ve geçtiğimiz hafta Instagram’ın kullanılamadığı günlerde gitme fırsatı yakaladığım bir sahne deneyimini ve insanlar üzerindeki gözlemimi paylaşmak isterim.
Müziğin insanları birleştiren ve iyileştiren gücü
Oluşumunu, hikayesini ve büyüme sürecini heyecanla takip ettiğim bir marka 5 Masa.
Henüz bu deneyimi tatmamış bir kişi burayı sanatçıların hem servis yaptığı hem de şarkılar söylediği, bir restoran ya da meyhane olarak tanımlayabilir. Ben de önceleri kabaca böyle tanımlıyordum, ta ki gidip deneyimleyene kadar.
Burası Sonbahar/ Kış sezonunda İstanbul, Fenerbahçe ve Akaretler’de iki ayrı şubesi bulunan yazın da bu iki şubenin Yalıkavak ve Alaçatı’ya taşındığı bir konsept restoran.
Ben Bodrum Yalıkavak’taki şubesine gittim. Mekân, öncelikle yol üstünde bulunan kırmızı ahşap kapısıyla, adımımı içeri attığım andan itibaren de tavanını saran vahşi sarmaşığıyla kalbimi çaldı. Metal bir konstrüksiyonu sarmış olan yasemin, begonvil ve yabani sarmaşıklardan oluşan bitki tavan ortama çok büyülü bir hava katmış.
5 Masa misafirlerine fiks bir menü sunuyor. Menü de bulunan her şey benzerlerinin çok iyi birer örneğiydi. Tattığım lezzetler arasında humus, zeytinyağlı enginar, mücver, taze meyvelerle zenginleştirilmiş yeşil salata, dövme pilavdan yapılmış olan trüflü risotto ve üzerinde şişte sunulan güzel marine edilmiş bonfile tattığım lezzetler içinde bende iz bırakanlar arasında.
Tam yemeğin lezzetine kendimi kaptırdığım bir anda ışıklar söndü ve mekân sürpriz bir şekilde karanlığa gömüldü. Ve sonraki iki saatin içinde o gün orada bulunan bir grup insan 5 Masa’nın alameti farikasına hep birlikte hem şahitlik ettik hem de deneyimin bir parçası olduk.
Sahne performansının başından sonuna kadar sürprizlerle dolu bir deneyim yaşadık.
Sahne demişken bütün restoranın bir sahneye dönüştüğü bir sahne deneyiminden bahsediyorum. Sahnenin bütün salon, herkesin de şovun bir parçası olduğu; sahne üzerinde değil de bir restoranda sahnelenen bir müzikal gibi hayal edebilirsiniz.
Yaklaşık üç saat süren performans boyunca her yeni şarkıyla birlikte, daha önce bizi kapıda karşılayan, mutfakta ya da servis yaparken gördüğümüz kişiler, şarkı söyleyerek ya da enstrümanını çalarak başka bir köşeden çıktı karşımıza.
Adagio eseri ile başlayan performans bir anda sürpriz bir geçişle Ajda Pekkan’dan ‘Uykusuz Her Gece’ye, ‘Haykıracak Nefesim Olmasa Bile’ye oradan bir Karadeniz türküsüne, Grease müzikaline, Candan Erçetin’den ‘Elbette’ye, Sezen Aksu’dan ‘Masum Değiliz’e, Pretty Woman’a ve daha hepsini buraya sığdıramayacağım yerlere uzanıyor.
Dünya klasiklerinden Türk müziğine, bir araya derlenmiş olan geniş müzik yelpazesi, şarkı seçimleri ve geçişleri ile çok etkileyici bir müzikal şov.
Bütün sanatçılar konservatuvarlı. Seslerinden, duruşlarından, tavırlarından ve çaldıkları enstrümanlara olan hakimiyetlerinden ne kadar tecrübeli oldukları anlaşılıyor.
Saatler ilerledikçe bütün masalar hep bir ağızdan şarkılar söylemeye, danslar etmeye başlıyor. Herkes şarkıların sunduğu ortak hafızada buluşuyor. Birbirini tanımayan ama oturdukları masalardan birbirine komşu olan Karadeniz türküsü sevdalıları kol kola girmiş horon tepiyor.
Mekânı, herkesin birbirine bulaştırdığı sıcacık, mutlu bir enerji sarıyor. Performansın bir parçası haline dönüşen tüm misafirler üç saatliğine derdini, tasasını, dünyanın, memleketin hallerini bir kenara bırakıp adeta şifalanıyor.
Müziğin gücü, yayılan enerji ve herkesin hayatının belli dönemlerine damgasına vurmuş şarkılarla birlikte kâh gözler doluyor, kah haykırarak şarkılar söyleniyor kah bedenler yerinde duramayıp oynamaya başlıyor.
Son bölümde de dileyen misafirlere mikrofon uzatılıyor ve dinleyici şovun tam anlamıyla ayrılmaz bir parçası haline geliyor.
Instagram erişiminin olmamasının de etkisiyle performans boyunca kısa anı fotoğrafı çekimi yapmanın dışında insanlar yaşadıkları deneyimin her anının şarkılar söyleyerek, dans ederek doya doya tadını çıkarıyordu.
İki hafta içinde iki ayrı müzik deneyimi yaşama ve iki ayrı izleyici gözlemi yapma şansım oldu. Bu etkinliklerden birine sosyal medya erişiminde hiçbir engelin olmadığı bir zamanda diğerine de engele maruz kaldığımız günlerden birinde katıldım. İki deneyimimdeki izleyici yaklaşımı farkını dile getirmeye çalıştım.
Sert bir şekilde ve tercihimiz dışında maruz kaldığımız bu yasağı kabul edilebilir bulmamakla birlikte; dilerim ki bu zoraki hal, en azından kontrolü kaybetmenin eşiğinde olan bazılarımızı uyandırır ve hayat deneyimini kendimiz için yaşamak veya yaşadıklarımızın görüntülerini kaydedip başkalarıyla paylaşmak arasındaki önceliği belirlememiz, kaybettiğimiz dengeyi yeniden sağlamamız ve bizim için asıl olanın ne olduğunu hatırlamamız açısından yardımcı olur.
İlksen Utlu kimdir? Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı. Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor. Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor. Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor. |