Her şeyin bir zıddı olduğunu varsayan ve bu zıtları iki uç olarak birbirinden ayrı tutan bir anlayış ‘İkilik.’
Bu anlayışa göre bir şey ya iyi olabilir ya kötü ya doğru olabilir ya yanlış ya karanlık ya da aydınlık...
Zihnimiz de dünyayı bu şekilde kategorize ederek algılamaya ve anlamlandırmaya meyilli.
Algımız; büyüme yolculuğumuz boyunca ailemiz, yaşadığımız toplum ve dünya tarafından birtakım kodlarla örülüyor.
Algımızı oluşturan inanç sistemleri, tutumlar, düşünce biçimleri, anılar, duygu durumları dolayısıyla da karşımıza çıkan olaylar ve durumlarla ilgili birtakım yargılara varıyoruz.
Eğer üzerinde kontrolümüzün olmadığı bir zihinle hayatımıza devam ediyorsak, zihnimizin hayatı algılayabilmek için kolayca ulaşabildiği bu yargılarla etrafımızda gelişen her şeyi iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış vb. olarak etiketlemeye başlıyoruz.
Fakat buradaki problem bu birbirinin zıddı olduğunu ve yan yana duramayacağını varsaydığımız ikili etiketlerin her zaman doğru olmadığı.
Hayat, her birimize zamanı geldiğinde birbirinin zıddı gibi görünen kavramların aslında iç içe olduğunu ve birbirinden bağımsız bir şekilde var olamayacağını gösteriyor.
Aynı iyilik olmadan kötülüğün var olamayacağı, karanlık olmadan aydınlığın algılanamayacağı, üzüntü olmadan neşenin olamayacağı, soğuk olmadan sıcaklığın bir değerlendirmesinin yapılamayacağı gibi…
Birbirinin zıddı gibi görünen tüm kavramlar ve duygular aslında aynı düzlem üzerinde bulunuyor. Yalnızca biri düzlemin bir ucunda diğeri ise bir diğer uçta ama iç içe ve birlikte.
Ancak hayata karşı böyle bir yaklaşımla, ‘yargının’ dünya algımızı ikiliğe indirgeyen basit tavrından uzaklaşabiliriz. Doğası itibariyle iç içe bulunan zıtlıkların birlikte var olabilmesine ve bir dengeye ulaşmasına kabul gösterebildiğimiz ölçüde de yaşama deneyimimizin zenginleşmesine fırsat vermiş oluruz.
Bugünlerde memlekette, dünyada ve etrafımda gelişen birçok olay beni bu konularda düşündürdü.
Bu hafta Tersane İstanbul’da gerçekleşen Contemporary İstanbul’da görme fırsatı yakaladığım Esra Gülmen eserleri ve bir ön gösterimle izleme fırsatı yakaladığım ‘Derun’ adlı film tam da üzerine düşündüğüm ‘ikilik’ konusunda beni hem destekledi hem de ruhumu besledi.
Contemporary İstanbul
23-27 Ekim tarihlerinde, 19. edisyonuyla sanat severlerle buluşan Contemporary İstanbul’un bugün son günü.
Geçtiğimiz haftalarda tesadüfen Tersane İstanbul’un önünden geçerken, geçtiğimiz sene gerçekleşen fuarda araçların Tersane’ye giriş çıkışında neden sorun yaşanmış olabileceğini tahmin etmiştim. Ben de arabamla gitmek durumunda kaldığım fuarın girişinde tam olarak aynı sorunu yaşadım.
Tersane’nin giriş kapısının bulunduğu kavşak tam bir eski köy meydanı. Maalesef böyle büyük bir projenin ve burada gerçekleşecek etkinliklerin yükünü kaldırması mümkün değil. Bu dar kavşakta yaşanan sıkışıklık karşılıklı yönlerde kilometrelerce araç kuyruklarına sebep oluyor.
Aslında Tersane projesi yapılmaya başlanmadan önce geliştirilmesi gereken çözümün acilen geliştirilmesi gerekiyor, aksi taktirde deniz yolu dışında buraya yaklaşmak çok zor ve yorucu görünüyor.
Ben son dakika, tesadüfen aracımı sıkıştıracak bir boş park alanı ile karşılaşmasaydım fuarı görmeden geri dönmek üzereydim.
Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen galerileriyle, 503 sanatçının 809 eserinin sanat severlerle buluştuğu, bu ilgi çeken sanat fuarını ziyaret edecekseniz, size ya çift teker bir araç ya da deniz yolunu kullanarak ulaşımınızı sağlamanızı tavsiye ederim.
Tersane İstanbul
İlk defa görme fırsatı yakaladığım Tersane’nin dokusundan, havasından ve manzarasından çok etkilendim.
Contemporary İstanbul, Tersane’nin Hall A ve Hall B olarak adlandırılmış olan iki binasına yayılmış. Sergilenen sanat eserleri ve Tersane’nin tarihi dokusunun uyumu birbirini çok yakışmış. Sanat eserleri tarihi dokuyu öne çıkarmış, tarihi doku da eserlerin duygusunu kuvvetlendirmiş.
Hall A’da bulunan sergi alanı, yeme-içme alanlarının ve açık havada sergilenen eserlerin bulunduğu bir terasa açılıyor. Teras, tersane içinde bulunan diğer binalara, asırlık ağaçlara ve gün batımı manzarasına hâkim.
Tersane İstanbul- Erdil Yaşaroğlu
Hall B ise Haliç kıyısında bulunan yeşil bir bahçeye ve açık havada bulunan eserlere açılıyor.
Tersane İstanbul projesinin havasını biraz daha yakından hissedebileceğiniz açık hava alanları da es geçmemenizi tavsiye ederim.
Esra Gülmen- Controversy Teeter ve Ne Seninle Ne Sensiz
Tam da ‘ikilik’ meselesi üzerine kafa yorarken hem kendisiyle hem de ikilik konusunu ele aldığı eserleri ile tanıştığıma memnun olduğum Esra Gülmen’in çalışmaları Hall A’nın girişinde bulunan House of Brothers Lounge’da sergileniyor.
Esra Gülmen, Controversy Teeter
Gülmen’in eserlerinin küratörlüğünü, eserlerin tanıtım metinlerinde ifadesine hayran kaldığım kültür&sanat yazarı Osman Can Yerebakan üstleniyor.
‘Controversy Teeter/Trotter’ adlı eser renkli tahterevallilerden oluşuyor. Eseri kendisinden dinleme fırsatı bulduğum Gülmen, tahterevalliler üzerinde kullandığı zıtlık içeren ifadelerin ilk öncelikle kendi içinde yaşadığı ve insan olma deneyimine dair ikiliklerden ilhamla ortaya çıktığını belirtti. Tersane’de sergilenen tahterevallilerin bazılarıysa hem renkleri hem de çağrıştırdıklarıyla İstanbul’dan ilhamla ortaya çıkmış.
Aynı tahterevallilerin birinde yazdığı üzere bir insan aynı anda ‘hiçbir şey istemeyen ve her şeyi isteyen’ olabiliyor. Kahkaha ve gözyaşı, tutmak ve bırakmak, dün ve bugün karşıt gibi görünen ama ancak birlikte var olabilen kavramlar.
Çatışmaktan çok birlikte var olabilen ikilik ifadelerini bazen dengesiz duran bazen de dengeye ulaşabildikleri bir halde tahterevalli üzerinde görmek, altında derin bir anlam taşıyan ikilik yaklaşımını oyunsu, renkli ve yaratıcı bir yere taşıyor. Gülmen’in eserlerinin bu oyunsu ve dokunulabilir hali içimde çocuksu bir sevinç yarattı. Eserleri gören ve tahterevallilere binen herkesin yüzünden bu çocuksu mutluluk okunuyordu.
Esra Gülmen- Osman Can Yerebakan - İlksen Utlu- Yeşim Aksoy- Sabiha Kurtulmuş
Sanatçının diğer eseri olan ‘Ya Seninle Ya Sensiz’ adlı yerleştirme çalışması da House of Brothers Lounge’ın terasta bulunan dış kısmında yer alıyor. Eser, ismini Türk kültürüne ait bir ifadeden alıyor ve bir yere, bir insana karşı duyulan ait olma ve kopma gibi çelişkili gibi görünen duyguları ifade ediyor. Terasta konumlanmış olan aynalı eser bulunduğu yer itibariyle büyülü sonbahar gök yüzünü ve Tersane’nin dokusunu yansıtıyor.
Ne Seninle Ne Sensiz
Derun- İmkânsız Bir Aşk Hikayesi
Başrollerinde Hatice Aslan, Güven Kıraç ve Furkan Ardıç’ın olduğu Derun, Türkiye prömiyerini Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapmış.
Derun, içinde sevda, ihanet, pişmanlık ve derin bir öfke barındıran bir aşk hikayesini anlatıyor.
Film, insana, sevdaya dair çok gerçek, derin ve sert olabilecek duygularda geziyor.
Filmin hikayesi, insana ve sevdaya dair bir yerde iyilik ve kötülüğün iç içe geçebileceği ve insanın iyilik yaparken kötülük de üretebileceği gerçeğini gözler önüne seriyor.
Anlayacağınız yine geliyoruz zıtlıkların iç içeliğine, birliğine. Bu birlik hayatın her yerinde mevcut, görmek isteyene.
Hatice Aslan, derin bir öfke ve hayal kırıklığı ile kırk yıl boyunca, insanlarla temas kurmadan, bir dağ evinde kendi başına yaşayan Marife’ye hayat veriyor. Ama nasıl bir hayat vermek!
Hatice Aslan, uzun bir süre, konuşmadan yalnızca gözlerindeki derin ifadeyle ve beden hareketleriyle yaşatıyor izleyiciye Marife karakterini. Aslan, Marife’nin yalnızlığını, karanlığını ve öfkesini öyle bir giyinmiş ve öylesi etkileyici bir şekilde izleyiciye geçiriyor ki ancak bu kadar aktarabilirim kelimelerle, izleyip hissetmelisiniz derim.
Furkan Andıç’ı ilk defa beyaz perdede izleme imkânım oldu ve genç oyuncunun performansından çok etkilendiğimi söyleyebilirim.
Güven Kıraç, yaptığı işleri beğenerek takip ettiğim, değerli bir oyuncu. Film’de safça sevdalanmış ama sevdası uğruna yaptıklarının beklemediği sonuçlara varmasına sebep olmuş Yahya karakterine hayat veriyor.
Film boyunca hikâyeye dört mevsim, büyüleyici Karadeniz coğrafyası eşlik ediyor. Karadeniz coğrafyası ve iklimi sertliği, zorluğu, sisi, pusu, yağışı ile hikâyeye anlamlı bir katkı sunuyor. Coğrafya, hikâyenin derin ve yoğun duygular dolayısıyla içerdiği kasveti ve karanlığı destekliyor.
Sinemada derin ve gerçek insan hikayelerini konu alan, etkileyici oyunculukların sergilendiği ve sinematografisi kuvvetli filmleri izlemekten hoşlanıyorsanız, Derun’u görmenizi tavsiye ederim.
Herkese; çatışmaktan çok örtüşen ve özünde ancak birlikte var olabilen ikiliklerin dünyasına kabul gösterebilecekleri ve farkındalıkla hayata olabildiğince yargısız bir şekilde yaklaşabilecekleri günler dilerim.
İlksen Utlu kimdir? Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı. Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor. Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor. Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor. |