İlksen Utlu

28 Temmuz 2024

Hiçbir hayat bir diğerinden daha değerli değil

Aynı gök kubbenin altında yaşadığımız, dünyayı paylaştığımız tüm canlılarla biriz

Her şeyin görünmez bağlara birbirine bağlı olduğu bu dünyada tüm canlılar aynı döngünün vazgeçilmez ve ayrılmaz bir parçasını oluşturuyoruz.

Bilimin, tüm nesneleri oluşturan her bir atomun 99,99999'unun enerjiden yalnızca 0,00001'inin fiziksel maddeden oluştuğunu kanıtladığı bir zamanda, insanın yalnızca düşündüğünü düşünebilmesiyle diğer canlılardan ayrışan bir varlık olarak dünya üzerinde yaşayan tüm canlıların hükümdarı olduğu sanrısına kapılmış olması insanlığın sonunu getirebilir.

22 Nisan 2024'te dünya üzerinde insanlığın yaşadığı en yüksek yüzeysel sıcaklık değerlerinin kaydedilmiş olması, Amazonlar'da yapılan ağaç kesimlerinin dünyanın genelinde iklim sorunlarına ve bölgede ölümcül sellere yol açması, yaşanan kasırgalar, binlerce cana mâl olan tsunamiler, doğanın kendine has düzeni gözetmeksizin yapılan barajlar, inşaatlar, açılan madenler sonucunda yaşanan felaketler; insanın doğanın hükmedeni olma rolünün nelere yol açabileceğinin üzücü bir kanıtı.

Dünyanın sonu öyle bir anda gelmeyeceğe benziyor.

İnsanın doğaya gaddarca hükmetmeye çalıştığı her anın sonucunda irili ufaklı kıyametler yaşıyoruz.

Sokak hayvanları yasa teklifinin tartışıldığı bugünlerde, sosyal medya paylaşımlarında "Gücün Patolojisi" adlı kitabın yazarı Paul Farmer'dan bir alıntı dikkatimi çekti.

Farmer "Bazı hayatların daha değersiz olduğu düşüncesi, dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağıdır" diyor.

Bilimin yapı taşımızın bir olduğunu kanıtladığı, her biri kendine has bir zekâya sahip canlıları doğaya hükmeden bir yerden daha az veya daha çok değerli olarak ayrıştırmanın ve bu düşünceden hareketle etrafa yargı dağıtmanın iyilikle yakından uzaktan bir ilişkisi yok. Bilimin sunduğu gerçekliğe rağmen hiçbir vicdani sorumluluk hissetmeden diğer canlılara dair yargı dağıtmak düpedüz kötülük. Ve bu anlayış başımıza daha çok işler açacağa benziyor.

Özellikle son 10 yılda ülkemiz; kısa vadeli çözümler üretmek, kaynaklar yaratmak, madenler açmak uğruna ormanların katledilmesine, barajlar uğruna gürül gürül akan ırmakların, derelerin kurumasına, Akdeniz ve Ege sahillerinin cennet gibi bir doğaya sahip koylarını imara açılıp beton tarlalarına dönüştürülmesine ve buralardaki doğal yaşamın hiçe sayılmasına izin veren kararlar ve uygulamalarla doğayı koruma ve sahip çıkma konusunda sınıfta kaldı.

Ülkemizde, doğayı ranta ve ekonomik çıkarlara feda etmeyi çok açık bir hale getiren yönetim anlayışı bugünlerde okları sokak hayvanlarına çevirdi.

Sorumlu merciler tarafından zamanında gerekli önlemler alınmadığı için başı boş bir şekilde üremesine izin verilen ve hâlihazırda barınaklarda binlerce sahipsiz köpek varken bilinçsizce üretim çiftliklerinden veya petshoplardan satın alınan, daha sonra çok büyük olduğu, eve sığmadığı, yaramaz olduğu, sahipleri sıkıldığı için bakım verenleri tarafından kalpsizce sokağa terk edilen binlerce köpek büyük bir sorun haline dönüştü.

Fakat ne görevini zamanında yerine getirmeyen yetkililerin ne de vicdansız insanların sorumsuzluklarının faturası kendi sesi ile karşı çıkma iradesi bile bulunmayan sokak hayvanlarına kesilemez.

İstanbul'da uzun yıllar yaşadığım semtte sokak hayvanlarıyla ile temasım pek mümkün olmadı.

Fakat Bodrum'da yaşadığım 3 yıl boyunca bulunduğum her semtte mekanların ve mahallelilerin sahip çıktığı birçok kedi ve köpekle tanıştım. Beraber yaşadığımız köpeklerimiz ve kedilerimizle de sokakta tanıştık ve sahiplendik. Köpeklerimiz Hera ve Chicca, kedilerimiz Kalpli, Yılmaz ve Dudu, Gümüşlük'te kafede birbirimizi gördüğümüzde karşılıklı sevindiğimiz Ziya, başka semtlerde de belli aralıklarda sahilde spor yaparken bana eşlik eden, kendimce isimler taktığım birçok can girdi hayatıma.

Sokak hayvanlarıyla ilişki kurdukça her birinin başka ruhlara, karakterlere ve ilişki kurma biçimlerine sahip olduğunu keşfettim. Her birinin, her canlı gibi nasıl da dokunulmaya, görülmeye ve sevilmeye ihtiyacı olduğunu hissettim. Onlarla nasıl arkadaş olunabileceğini öğrendim. Sokak hayvanları ve insanların birbirlerine nasıl da iyi gelebileceğini keşfettim.

Bodrum genel olarak sakin ve hayvansever bir yer olduğu için hayvanların da daha yumuşak ve insan sever olduğu bir gerçek.

Tabii ki sabahın çok erken saatleri ya da gece geç saatlerde onlar da kendi alanlarını ve kendilerini korumak için daha sert olabiliyorlar. O zamanlarda daha dikkatli olmak gerekebiliyor.

Her yaz sonu, sahil kasabalarında bir heves alınmış sonra sıkılıp sokağa atılmış, çaresizce bir sağa bir sola koşturarak sahibini arayan canlarla karşılaşıyoruz. Acı bir şekilde son yıllarda sokaklara terk edilen köpek sayısı ve kısırlaştırılmadığı için başıboş bir şekilde üreyen sokak hayvanı kalabalığı gözle görülür bir şekilde arttı.

Kalbi ve vicdanı olan hiçbir insan çocuğunu sokağa atmayı düşünemeyeceği gibi sahiplendiği bir köpeği de sokağa terk etmez.

Geçtiğimiz günlerde bir barınak yöneticisinin sözlerini okudum. Bazı barınakların perde arkası gerçeklerine dair insanın kalbinin dayanamayacağı bilgiler paylaşıyordu. Barınaklardaki hayvanların barınağa yerleştikten sonra iki gün içinde sahiplendirilmezse başlarına gelebileceklerden bahsediyordu. Okuduklarımı buraya yazmaya gücüm yetmiyor.

Barınak yetkilisi tüm insanlara gidip barınaklardaki hayvanların gözlerinin içine bakmasını öneriyor. O hayvanların gözlerinin içine bakan, yakarışlarını duyan hiçbir vicdan sahibi insanın olanlara kayıtsız kalamayacağını belirtiyor. Barınak deneyimi yaşayan bir insanın barınaktan aynı insan olarak ayrılamayacağını belirtiyor. "Mutlaka bir şeyler değişecektir içinizde" diyor.

Çevremde karşılaştığım barınaklardan ya da sokaklardan sahiplenilmiş köpeklerin gözlerinde hep karşısındakine müteşekkir olduğunu ifade eden bir anlam buluyorum.

Doğaya, hayvanlara, tüm canlılara karşı sorumluluk duyan bilincin insanlara çocukluktan itibaren aşılandığı bir dünyanın daha huzur, refah, saygı ve sevgi içinde bir yer olacağına inanıyorum.

Çocuklara, diğer canlılara karşı saygı ve sevgiyle yaklaşma bilincini erken yaşta aşılamak ve kendilerinin de bir parçası oldukları canlılar alemine karşı hissettikleri sevgiyi desteklemek çok değerli. Eğer bugün ağırlıklı olarak bu bilinçle yetişmiş insanlar sokak hayvanları yasa teklifi üzerinde çalışıyor olsalardı, komisyon çalışmalarında çoğunluk meseleye yaşam hakkından yana bir perspektiften yaklaşıyor olurdu.

Sokak hayvanlarıyla ilgili geldiğimiz noktada bir sorun olduğu bir gerçek fakat çözüm asla canları katletmek olamaz.

Bu alanda dünyada yapılmış bilimsel araştırmalar, uygulama önerileri ve başarıya ulaşmış örnekler mevcut. Bu meseleyi ortak akıl ve iş birliği içinde yaşam hakkından yana önlemler alarak çözebilmeliyiz. Bu şekilde hem insanlar açısından sokakları daha güvenilir hale getirebilir hem de sokak hayvanlarını aşılayarak, kısırlaştırarak ve barınaklardaki şartları iyileştirerek koruyabiliriz. Ancak bu şekilde birlikte yaşama kültürümüze sahip çıkabiliriz.

Mahatma Gandhi bu konuda şöyle diyor: "Bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi hayvanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir."

Umarım; hayranlıkla bu konuya sahip çıkışını, sesini duyuruşunu ve bu konuda verdiği emeği takip ettiğim TİP milletvekilli Sera Kadıgil ve sesini yükselten tüm vatandaşlar ülkemizin ve sokak hayvanlarının hayrına bir sonuç alabiliriz.

Konuya dair belgesel ve animasyon önerileri

Yukarıda da belirttiğim gibi evren, dünyamız, doğa ve diğer canlılara dair bilinç ne kadar erken aşılanırsa yaşadığımız dünya o kadar huzurlu, ferah, saygı ve sevgi dolu bir yer olacak.

Hem kendi başınıza hem de çocuklarla ve gençlerle keyifle, neşeyle, bazen de şaşırarak ve düşünerek seyretmeniz dileğiyle son yıllarda etkilenerek izlediğim birkaç öneriyi buraya bırakıyorum.

Evrenin Hikâyesi (Netflix) Her biri yaklaşık 40 dakikadan oluşan 6 bölümlük bir dizi. Morgan Freeman'ın sesinden, kütle çekiminin evrenin tüm parçalarını bir arada tuttuğunun ve yıldızdan yavru bir penguene kadar her şeyi birbirine bağladığının anlatıldığı, birçok ilgi çekici bilimsel ve hayata dair bilgiyle dolu bir belgesel dizi. Her bölümün bir vahşi hayvanın yolculuğu üzerinden anlatıldığı ve yaşamın doğal döngüsüne dair konuların ele alındığı anlatımını çok beğendim. Belgesel; izleyicinin evrenin oluşum hikayesini, evreni yöneten kanunları ve evrende her şeyin birbirine bağlı olduğu gerçeğini anlamlandırmasına yardımcı oluyor.

Ahtapottan Öğrendiklerim (Netflix), Ahtapotların Gizemli Dünyası (Nat Geo Wild): Ahtapotların sahip olduğu hayranlık uyandırıcı zekâ ve özelliklerinin anlatıldığı iki film. İki film de ahtapotların yanı sıra okyanuslarda yaşayan pek çok canlıya dair geniş bilgi içeriyor.

Hayvanlara dair neşeli ve aynı zamanda da düşündüren animasyonlar: Evcil Hayvanların Gizli Yaşamı, Madagaskar, Buz Devri, Rango, Garfield, Aristocats, Orman Çocuğu, Neşeli Ayaklar

İlksen Utlu kimdir?

Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı.

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.

10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı.

Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor.

Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor.

Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor.