İlksen Utlu

19 Mayıs 2024

Gençlerin bayramı

Bugün 19 Mayıs 2024 ve ben yıllar sonra tesadüfen bir 19 Mayıs'ta ilk gençlik yıllarımın geçtiği Tarsus'tayım ama artık liseli olan ben değilim kızım. Bugün artık onun bayramı

90'ların başında 19 Mayıs sabahlarını heyecan içinde televizyon karşısında geçirirdim. Sabah erkenden tatil gününe sevinç içinde uyanır Ankara'da stadyumda gerçekleşen ihtişamlı 19 Mayıs gösterilerini ve okulların geçit törenini seyreder sonra da tatil gününü mahallede arkadaşlarımla oynayarak geçirirdim.

90'ların sonu oldu büyüdüm, liseli oldum. Aynı televizyonda seyrettiğim stadyum törenlerinde olduğu gibi ben de yaşadığım bölgenin okullarının yan yana gelerek sahnelediği 19 Mayıs törenlerinin birinde görev aldım. Bütün gruplar belli bir süre kendi okulunda provasını yapar ve tören gününe kısa bir süre kala provalar tüm okulların yan yana geldiği stadyuma taşınırdı. Tabii Çukurova'da 19 Mayıs tarihi öğlen saatlerinde yüksek sıcaklıkların yaşandığı bir tarih olduğu için güneş altında prova yapmak sancılı olabiliyordu. Bir de buna yüzlerce ergen liselinin hayli sevimli olan tavırlarını ve ruh hallerini ekleyince epey uzuyordu işimiz. Yorgun argın dönerdik okulumuza. Törenlerde görev alanlar derslerden kaytarmanın mutluluğunu yaşar ama karşılığında da Çukurova güneşinin terini de dökerlerdi bolca. Enteresan da bir müzik seçkisi vardı benim katıldığım törende. Önce Ravel'in Bolero adlı eseri için hazırlanmış olan koreografiyi sergiliyor hemen ardından da bir Ege türküsüne geçiş yapıyorduk. Ve tören Çukurova'da gerçekleşiyordu. Yani anlayacağınız kafamız epeyce karışıyordu.

Hâlâ ne zaman Bolero'yu duysam o 19 Mayıs töreni gelir aklıma. Bir de yıllarca kulağımdan gitmeyen, kayıt kalitesinin farkından kaynaklı olsa gerek, Bolero'ya göre daha yüksek tonda çalan o Ege türküsü ve türküyü söyleyen sanatçını sesi… O türkü aslında çok güzel bir türkü olduğunu çok sonra anladığım "Ah bir ataş ver", Tolga Çandar'ın yorumuyla.

Bir ataş ver
Cigaramı yakayım
Sen salın gel
Ben boyuna bakayım
Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efeleri yüreği
Ah çatal olur efelerin yüreği

Bu türkü benim için 19 Mayıs demek olabilir ama siz eğer Ege türküleri dinlemeyi seviyorsanız türkünün bağlantısını buraya bırakıyorum.

Bugün 19 Mayıs 2024 ve ben yıllar sonra tesadüfen bir 19 Mayıs'ta ilk gençlik yıllarımın geçtiği Tarsus'tayım ama artık liseli olan ben değilim kızım. Bugün artık onun bayramı.

Atatürk'ün Samsun'a çıkıp Kurtuluş Şavaşı'nı başlattığı ve zaferini gençlere armağan ettiği 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nın tüm gençlere kutlu olmasını dilerim.

Adana ve Tarsus gözlemleri

Hem aile ziyareti hem de kitabım "Ahenk İçinde"nin imza günü için geldiğim memleketime her yere olduğu gibi bahar çok yakışmış. Bu sene nispeten geçmiş yıllara göre havaların iyi gittiğini, yani sıcakların erken basmadığını söylüyor hemşerilerim. Ben de güzel bir bahar yağmuruna ve onun tatlı ferahlığına denk geldim. Ama tabii ki de burası Çukurova, bu serinlik sizi yanıltmasın güneşin altında öğlen sıcağı yine sıcak mı sıcak.

Benim çocukluğumda Çukurova'da görmeye çok alışık olmadığım pembe begonviller ve şu anda mor çiçeklerinin açma zamanı olduğu jakaranda ağaçları sarmış etrafı. Her yer bu büyüleyici mor çiçeklere sahip ağaçlarla dolu. Hatta çiçeklerin dökülüp yerlere mor bir halı gibi serildiği sokaklara da rastladım.

Adana'nın merkezinde bulunan Atatürk Parkı şehre paha biçilmez bir değer katıyor ve nefes sağlıyor. Parkın bakımlı halinden belediyenin parkın bakımına özen gösterdiği açıkça anlaşılıyor. Şu anda baharla birlikte yeniden yapraklanmış ağaçlar tazecik yeşil yapraklarla dolu. Palmiyeler şıkır şıkır güneşle dans ediyor. Begonviller rengarenk sarmış etrafı ve insanlar parklarda, kafelerde, sokaklarda… Yani sıcak yaz günleri öncesinde, Adana bu mevsim cıvıl cıvıl.

Adana Müzesi

 

 

Tarsus'a gitmek üzere çıktığım yolda dikkatimi çekti Adana Müzesi ve hemen ertesi gün ziyarete gittim.

Müze, eski Milli Mensucat Fabrikası'nın renove edilmesi ve bir müze olarak yeniden tasarlanması ile 2017 yılında hayata geçmiş. Dışarıdan görüp çarpıcı mimarisinden etkilendiğim müze kompleksi içine girdiğim anda beni daha da büyüledi.

Müze, Adana'nın Roma İmparatorluğu, Ramazanoğlu Beyliği, Osmanlı İmparatorluğu döneminde kentleşme süreçlerini anlatan "Kent Müzesi", bölgedeki tarım ürünlerini ve tarımın tarihini anlatan "Tarım Müzesi", sanayinin tarihler boyu gelişimini anlatan "Sanayi Müzesi", Adana'nın kültür-sanat-edebiyat ve sosyal alanlardaki faaliyetlerini ve ülkemize değer katmış sanatçılarının işlendiği "Kültür Müzesi", M.S Roma dönemine ait mozaiklerin, lahitlerin, mezar taşlarının ve takıların sergilendiği "Arkeoloji Müzesi" bölümlerinden oluşuyor.

Müze, özgün fabrika dokusuyla, tasarımıyla, sergi alanlarının düzeniyle, anlatımıyla, teknoloji kullanımıyla, ışığıyla ve sanat eserleriyle çok zengin bir deneyim yaşatıyor.

Anlatım metinlerle, fotoğraf ve video görselleriyle, seslendirmeyle, zamanında kullanılan araç gereçlerle desteklenmiş.

Yemyeşil bir de bahçesi var. Burada açık hava konserler de gerçekleşiyormuş. Adanalı vatandaşların hem müze ziyareti yapabilecekleri hem de bahçesinde çay kahvelerini içip keyifli zamanlar geçirebilecekleri, Adana'ya değer katan ve Adana'nın tarihine ışık tutan çok değerli bir proje olmuş.

Tarsus

Bir ağacın köklerinin ağacı sağlam kıldığı gibi bir insanın köklerinin sağlamlığı da onun hayata karşı direncini belirler.

Hem ana hem de ata toprağım olan hem de genç bir fidandan sağlam bir ağaca dönüşme yolculuğumda beslendiğim okulumun bulunduğu Tarsus'un yeri benim için çok ayrıdır.

Bu ziyaretimde Adana'dan Tarsus'a gitmek için hem daha pratik hem de duygusu güzel olduğu için kısa süren tren yolculuğunu tercih edecektim. Fakat öğrendim ki Adana- Mersin arasında vatandaşın ulaşım ihtiyacını karşılayan en pratik ve en çok kullanılan toplu taşıma araçlarından olan trenin kullanımı iki seneliğine durdurulmuş. Bu süre içinde hem ray hattı uzatılacak hem de hızlı trene geçiş hazırlığı yapılacakmış.

Araba ile yapmak durumunda kaldığım yolculuk boyunca arabayı ben kullanmadığım için etrafı gözlemleme fırsatım oldu. Yol boyunca tabelalardan anladım ki yıllardır yapılması planlanan Çukurova Havalimanı için harekete geçilmiş. Adana- Tarsus arasında bulunan otoyolda bağlantı yolları ve inşaatı sürmekte olan yeni havalimanın adı yol tabelalarında yerini almış bile.

Adana-Tarsus yolu boyunca birçok yeni depo ve fabrika açılmış. Bu durumu sanayinin gelişimi açısından umut verici buldum. Diğer yandan da bazı eski fabrikalar, binalar da atıl bir durumda kaderine terk edilmiş. Keşke dönüştürülebilseler ve değerlendirilebilseler diye geçirdim içimden. Zamanının en yüksek ve mimari açıdan dikkat çekici binalarından biri olan Çukobirlik binası ve arazisi içinde bulunan koca bir tesis, Berdan Tekstil Fabrikası ve tesisin girişinde bulunan, yapıldığı dönemin mimari çizgisini yansıtan yönetim binası ve benzeri birkaç fabrika daha maalesef artık birer hayalet tesise dönüşmüşler.

Tarsus hem insanlık tarihi hem de Hristiyanlık tarihi açısından çok önemli bir değere sahip bir merkez. Benim de bu seferki ziyaretimde önceliğim bu coğrafyada yaşadığım yıllarda görme fırsatım olmayan ve son yıllarda restorasyondan geçtiğini duyduğum tarihi mekanları ziyaret etmek oldu. Mekanların özgün dokularından, taş duvarlarından, içlerinden taşan ait oldukları dönemlerin ruhundan ve hikayelerinden çok etkilendim. Tarsus ve sahip olduğu değerlerin yapılan çalışmalardan sonra parladığını fark ettim.

İnsanlık tarihinde önemli bir yere sahip olan bu kadim toprakları bir fırsat yaratıp ziyaret etmenizi tavsiye ederim.

Tarihi Tarsus Evleri: Gezime Tarihi Tarsus Evleri'nden başladım. Yıllar önce yıkık dökük tarihi binalarıyla hatırladığım sokaklara sanki sihirli bir değnek değmiş ve aslında her biri kültür mirası olan binalar ortaya çıkartılmış. Yürüdüğüm sağlı sollu yenilenmiş evlerle dolu olan ara sokak beni palmiyeler ve begonvillerle bezenmiş bir meydana çıkardı. Yönümü anlamaya çalışırken kapısında St Paul Cafe yazan bir binadan çıkan, sohbetimiz sırasında ünlü şair Ümit Yaşar Oğuzcan'ın yeğenleri olduklarını öğrendiğim Hikmet ve Hasan Oğuzcan kardeşler beni kafeye buyur ettiler. Tarihi Tarsus Evlerinin bir örneği olan evi Ümit Yaşar Oğuzcan'ın Hatıra Evi olarak muhafaza etmişler ve aynı zamanda da kafe olarak işletiyorlarmış. Kısa ve keyifli bir sohbetin ardından sağ olsunlar görmek istediğim yerler konusunda yönümü bulmamda bana yardımcı oldular.

St Paul Kuyusu: İkinci durağım meydanın hemen yakınındaki St. Paul Kuyusu oldu. Burada tüm yaşamını Hristiyanlığın yayılmasına adamış olan M.S. 5-10 yılları arasında Tarsus'ta doğmuş olan St. Paul'ün bir dünyaya geldiği yerdeki su kuyusu görülebiliyor.

St. Paul Kilisesi: Burası Ortodoks Arap - Rum Cemaati tarafından 1850 tarihinde yaptırılmış bir kilise. Geçtiğimiz yıllarda yapılan çevre düzenlemesi ve restorasyon çalışması ile bir inci gibi çıkmış ortaya ve 2001 yılnda St. Paul Anıt Müzesi olarak ziyarete açılmış. Müzeye Müze Kart ile giriş yapılabiliyor.

Tarsus Amerikan Koleji: Benim de mezunu olduğum, 1888 yılında St. Paul's Instıtute at Tarsus adıyla kurulan Tarsus Amerikan Koleji, Çukurova eğitim ve kültür hayatına çok değer katmıştır. Ülkemizin tarihi bir eğitim yuvası olarak nesillerdir hem Tarsus hem de çevre illerden birçok gencin eğitimine katkı sunmuştur. Okulun simgesi haline gelen Stickler Hall binası 1911 yılında inşa edilmiştir.

Gözlükule Höyüğü: Benim için burası Ortaokul / Lise yıllarında okulumuzun arkasında bulunan, servislerin kalkmasını beklerken ağaçlarının altında koştuğumuz tepelik, ağaçlık alandı. Ancak yıllar sonra fark ettim buranın aslında günümüzden 9000 yıl önce ilk yerleşimin başladığı yer olduğunu ve insanlık tarihine dair ipuçları taşıyan birçok katmandan oluştuğunu. 2007 yılından bu yana buradaki kazı çalışmaları Boğaziçi Üniversitesi tarafından yürütülüyormuş.

Boğaziçi Üniversitesi Tarsus- Gözlükule Kazıları Araştırma Merkezi: Gözlükule Höyüğünün yakınında bulunan bu merkezin olduğu yer eskiden ailemize ait olan çırçır fabrikası. Atalarımın yıllar önce kurduğu bir fabrikanın bugün insanlık tarihi açısından bu kadar değerli bilimsel bir çalışmaya hizmet eden bir yuvaya dönüşmüş olması fikri beni çok duygulandırdı. Fabrika çok meşakkatli bir restorasyondan geçerek bugünkü halini almış. Tarsus için çok değerli bir yatırım olmuş.

Tarsus Ulu Camii- Ramazanoğlu Beyliği döneminde yapılmış. 2007 yılında bir restorasyondan geçmiş. Etkileyici bir mimariye sahip. Bir saat kulesi bulunuyor ve büyük bir külliyeyi andırıyor.

Kırkkaşık Bedesteni- Ulu Camii ile yan yana bulunan bedesten de Ramazanoğlu Beyliği döneminde Piri Paşa'nın oğlu İbrahim Bey tarafından 1579'da yaptırılmış. Böylesine bir güzelliğin neden bunca zaman gözümden kaçtığına hayıflanırken babam buranın halka açılmadan önce uzun yıllar buğday ambarı olarak kullanıldığını söyledi. Bedestenin dışı gibi içi de büyüleyici bir havaya sahip. Şu anda içerde hediyelik eşyalar satan birçok irili ufaklı dükkan bulunuyor.

Tarsus Hamamı: Hamam Ulu Camii ve Bedesten bir üçgen oluşturuyor. Hamamın duvarının uçuk pembe rengine ve birçok küçük beyaz kubbeden oluşan özgün mimarisine bayıldım. Hamamın önünde tek başına duran zeytin ağacı da hayatı güzelleştiriyor.

Kleopatra Kapısı: Bir meydanda konumlanmış olan tarihi yapı Tarsus'un surlarından geriye kalan tek ve şehrin doğu yönüne açılan ana deniz kapısı. Tarih boyunca birçok isimle anılmış. Mısır'ın ünlü kraliçesi Kleopatra ile Tarsus'ta buluşan Romalı General Antonius'un şehre buradan girdikleri söylenir.

Tarsus Şelalesi: Ben tarihi ve duygu yüklü Tarsus turumu şelalenin etrafında bulunan restoranlardan birinde bir çay içerek tamamladım. Gördüklerimi ve hissettiklerimi biraz durup hazmetmeye çalıştım. Burası dev ağaçlarla çevrili doğal bir güzellik. Ağaçların yapraklarının hareketi doğal bir klima hissi yaratıyor. Şelaleden yükselen su damlacıkları insanı serinletiyor. Burası insanlara özellikle sıcak yaz günlerinde ferahlamak üzere çok keyifli bir alternatif sunuyor.

İlksen Utlu kimdir?

Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı.

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.

10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı.

Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor.

Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor.

Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor.