Bir bayram daha geçti.
Bir bahar daha geçiyor hayatımızdan, sayısı zaten sınırlı olan.
Her bir baharın, yazın, kışın sayılı olduğunu hatırlamak iyi geliyor insana. Ölümlü olduğumuz gerçeği vuruyor yüzümüze. Daha bir değer biliyoruz sanki bu bakış açısıyla. Her günümüzü son günümüzmüş gibi yaşamaya çalışarak… Hayatımızdaki her nesnenin bir bitimi olduğu, hiç kimsenin garanti olmadığı ve her şeyin gelip geçici olduğu hakikatini aklımızın, kalbimizin derinlerinde taşıyarak.
Ben bayramı, ailemle seçtiğim memleketimde geçirdim.
Yanımızda olması gereken bir şeyi İstanbul'da unuttuğumuzu fark ettiğimiz anda Orhangazi'den eve dönüş yaptığımız ve sonra yeniden yola koyulduğumuz toplam 12 saatlik, uzun ve biraz da gergin bir yolculuğun sonunda vardık Bodrum'a.
Bir eczaneye uğramak üzere Bitez'de arabadan indiğim anda havayı saran, yoğun narenciye çiçeği kokusu beni uçurdu. Geçtiğimiz nisanlardan belirgin bir şekilde daha ılıman ve yoğun mis gibi kokularla yüklü rüzgar tüm bedenimi ve ruhumu sardı. Koku, duygularımı ve düşüncelerimi harekete geçiren çok etkili bir uyaran benim için. Portakal, mandalina, limon çiçeği benim çocukluğum, ilk gençliğim. Burnuma çarpan bu kendine has yoğun koku beni aldı ve neredeyse her bir hücremin hafızasında kayıtlı olan bu kokuyla ilk tanıştığım, içine doğduğum topraklara götürdü. Ve Bodrum'u bu şekilde "yuva" hissetmemin bir sebebinin de Çukurova'yla bu özel kokuda buluşması olabileceğini bir kere daha hatırladım.
Şu anda Bodrum'da tüm sokaklar mandalina çiçeği kokuyor. Özellikle Ortakent'te ve Bitez'de inşaat yoğunluğu daha az olduğu ve hala mandalina bahçeleri olduğu için bu mis koku öyle yoğun ki karadan denize esen rüzgarlarla sahillere bile ulaşıyor. Yüzerken bile kokuları alabiliyorsunuz. "Acaba ben bir süredir burada değilim ondan mı bu kadar yoğun çarptı beni kokular?" diye düşünürken Bodrumlu ve evleri mandalina bahçesi içinde olan arkadaşlarım bu sene ağaçların üzerinde geçmiş yıllara göre daha çok çiçek olduğunu söyledi.
Tüm dünyada olduğu gibi burada da hissedilir bir şekilde havalar geçtiğimiz yıllara oranla daha ılıman gittiği için ortalık yer yer sararmaya başlamış bile. Bodrum'a özgü sarı çiçekler açan, dereotu benzeri bir bitki olan, buralarda körek olarak da bilinen "çakşır otları" da normalden daha erken açmışlar ve sararıp tohuma kaçmışlar bile. 3 yıl tam zamanlı yaşama deneyiminden sonra Bodrum'un baharının güzelliğini başka hiçbir mevsimine değişmem. Her yer sarı papatyalar, katır tırnakları, mor bahar çiçekleri, mis kokular ve betonların arasından dahi fışkıran kıpkırmızı, vahşi gelinciklerle dolu.
Bodrum'da inşaat kirliliği
Tabii bu anlattıklarım Bodrum'un keyifli, sessiz, tozsuz, mis kokulu pazar günü ve bayramlık yüzü. Çünkü bu günlerde inşaat çalışmaları duruyor.
Yazlıkçılar yaz sonu, sezon kapanıp da şehirlere döndükten sonra yasakların bitimiyle ortalığı inşaatlar ve inşaatlara hizmet eden araçlar tozu dumana katarak ele geçiriyor. Kalplerini Bodrum'da bırakıp şehirlere dönenler bu canım coğrafyanın nasıl da koca bir şantiyeye döndüğünü hayal bile edemezler. Etmesinler de zaten, çok üzülürler.
Ben de geçtiğimiz yıllarda, bu tahammülü zor gürültü, patırtı, toz dumandan ve hafriyat kamyonları dolayısıyla delik deşik olup tehlike saçan yollardan nasibimi ziyadesiyle aldım.
Evimizin hemen sırtındaki arazide bir inşaat şirketi Gümüşlük'te eşi benzeri görülmemiş bir yoğunlukta bir proje başlattı. Bodrum'un özgün mimarisiyle ilişkisi olmayan, adeta toplu konut tadında, bulunduğu köyün, mahallenin özgün dokusundan kopuk ve sırf proje her yerden görülebilsin diye inşaatın tepesine koyduğu dev, ışıklı tabelasıyla etrafını saygısız bir şekilde rahatsız eden bir proje. Bulunduğu mahalle taş duvarlarla örülmüşken, böyle bir mahalleye yüksek, çirkin beton duvarlar dikip geçebilen bir zihniyet.
Bodrum yarımadasında maalesef buna benzer çok örnek var. Birçok inşaat şirketi maliyetleri düşürmek, işlerin hızlanması ve estetik hiçbir kaygıya sahip olmamaları gibi sebeplerden bulundukları coğrafyanın tarihi, coğrafi, fiziki özelliklerini dikkate almadan, çevreyi iyi gözlemlemeden, geldiği mahalleye bakmadan, yalnızca kazanacakları parayı gözeterek doğal yapıdan kopuk, estetikten yoksun ve bu coğrafyanın sahip olduğu değere zarar verecek, kalitesiz işler yapıyorlar.
Hem görsel hem de işitsel olarak bu şiddete maruz kalmış bir kişi olarak ben bu durumla baş edebilmek için birtakım yöntemler geliştirmek durumunda kaldım geçen senelerde. Çünkü burası yuvamdı ve hayatım buradaydı. Ya bu deveyi güdecektim ya da bu diyardan gidecektim. Çok sevdiğim mahallemi bırakıp gitmek yerine farkındalık çalışmalarından yola çıkarak dikkatimi yönetmeyi seçtim. Dikkatimi görmek/duymak istemediklerimden ziyade görmek/duymak istediklerime yönelterek bu tatsız gerçekle baş etmeye çalıştım. Hayatta yalnızca yaşamayı seçtiğimiz deneyimlerle karşılaşmayabiliyoruz. Bizim kontrolümüz dışında gelişen ve bize rahatsızlık veren deneyimlerle de karşı karşıya kalabiliyoruz. Burada değerli olan "olan"dan ziyade bizim "olana yaklaşımımız". Hayatımızda kontrolümüz dışında gelişen olaylara olan yaklaşımımız büyük oranda yaşam deneyimimizin kalitesini belirliyor.
İnsan nasıl da balık hafızalı olabiliyor. Bazı şeyleri unutabilmek belki de her şeye rağmen hayata tutunmamızın ve devam edebilmemizin en önemli sebeplerinden. Bayram sessizliği sebebiyle bir süredir İstanbul'da olduğum için varlığını unuttuğum inşaat terörü yaptığım yürüyüşlerde gürültüsüyle değilse de görüntüsüyle kendini bana hatırlattı. Asıl sahibinin bahar çiçekleri, kaktüsler, okaliptüs, zeytin, incir, pinar ağaçları (pırnal meşesi) olduğu toprakların adım adım bu betona, iş makinelerine, bu coğrafyaya ait olmayan yapılara yenik düşüşünü gözlemlemek çok üzücü.
Halbuki binlerce yıllık geçmişe sahip, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bu topraklar hâlihazırda nasıl da değerli hazinelere sahip. Bugün hâlâ yaşadığımız zamana kadar ayakta kalmayı başarmış, bazısı özenle korunarak bugünlere gelebilmiş eski yapıların örneklerini görüyoruz hayatın içinde. Nasıl da özenli, zarif, bulunduğu coğrafyayla uyumlu malzemelerden inşa edilmiş, yalın ve estetik özelliklere sahipler. Bu gibi yapılara baktıkça içimiz açılıyor, mutlu oluyoruz. Keşke hepimiz sahip olduğumuz bu değerlerin kıymeti bilsek. Keşke var olan eski köy evlerini, özgün dokularını koruyarak dönüştürmeye daha çok özen göstersek ve hayata kazandırmayı tercih etsek. Yeni yapıları da tarihlerdir süregelen coğrafi özellikleri gözeterek, doğaya saygı göstererek, aslına uygun bir şekilde yorumlasak.
Mesela, Gümüşlük köyünün entelektüel camiasının hayatında uzun yıllar önemli bir yer etmiş ama geçtiğimiz on senede işletmecisinin değiştiğini bildiğimiz Club Gümüşlük'ün sahilde bulunan duvarının yeniden örülüyor olduğunu gördüm. Onlarca yıllık olan eski duvar o kadar güzel, yalın ve Ege'ye özgü bir dokuya sahipti ki şu anda örülmekte olan eski doğal görünümden hayli uzak. İçinden led ışıkların geçtiği, birilerinin bu şekilde daha güzel olacağını düşündüğü ama estetikten yoksun, aslından uzak, herhangi bir duvar artık.
Şehirleri, köyleri, kasabaları birbirinden farklı kılan tarihi, coğrafi, fiziki özellikleri ve tarihler boyunca bu özelliklerle uyumlu bir şekilde gelişmiş olan kendine has mimarileri. Maalesef son yıllarda memleketimiz özgün dokusunu kaybetmek için büyük bir hızla çalışıyor. Bütün kentler, kasabalar, köyler gitgide daha çok birbirine benziyor.
Japonların yaşama kültürüne özgü bir kavram olan "wabi-sabi" tam da ihtiyacımız olan ve hatırlamamız gereken ruhu temsil ediyor aslında. "Wabi" basitin, yalının, doğalın içindeki güzelliği temsil ederken "sabi" ise zamanın madde ve nesneler üzerinde bıraktığı etkinin değerini ifade ediyor. "Wabisabi" doğal, basit, yalın olanın güzelliğinin içinde barındırabileceği süreksiz ve kusurlu hâli onurlandırırken; yaşlanmanın ve zamanın nesneler üzerinde yaratabileceği kusurların estetik takdiri fikrini kucaklıyor.
Artık her şeyin ve birçok insanın birbirine benzemeye başladığı yeni dünyada 2023 yılının en çok öne çıkan ve aranan kelimesi "özgünlük" idi. Bu dönemde benzer olanlar her ne kadar daha popüler görünse de özgün olan şeyler her zaman ve her devirde daha değerli olacaktır.
Hem kendi adımıza hem de memleketimiz adına özümüzde sahip olduğumuz ve bizi diğerlerinden ayıran özgün doğal güzelliklerimize ve tarihimize daha çok sahip çıkacağımız bir farkındalığa erişmemizi dilerim.
Özgün Bodrum markaları, mekanları
Madem bu haftaki yazım bir Bodrum dosyasına dönüştü. O zaman biraz da Bodrum'u dört mevsim yaşamayı ve özgün mekanlara gitmeyi sevenlere havadisler vereyim.
Bodrum'da dört mevsim yaşayanlar daha ılıman olması ve devamlı yaşamak için daha elverişli şartlara sahip olmasından dolayı ağırlıklı olarak Bodrum merkez, Konacık, Bitez ve Ortakent civarında kümeleniyor. Haliyle de mekanlar da bu çevrede serpiliyor. Hepsini sığdıramayacak olsam da bu yazımda benim de hayatımda yer etmiş olan ve sıcağı sıcağına yeni tanıştıklarımdan bahsetmek isterim.
Ortakent'in yenisi: İnspera
İnspera bir kültür ve sanat merkezi. Burayı ilk defa 2022 yılının yazında şantiye halindeyken kurucuları Peyma ve Recai Ayanoğlu eşliğinde gezme fırsatım olmuştu. Projeden çok etkilenmiştim. Bodrum'un kültür sanat hayatı için çok değerli bir yatırım. Peyma Hanım ve Recai Bey'i Bodrum'a katkılarından dolayı tebrik ederim.
İnspera, ocak ayı itibariyle misafirlerini ağırlamaya başladı. Çatısı altında 3 ayrı sahne, konser alanı, bir kitabevi, sanata dair çeşitli atölye çalışmaları ve programlar sunan bir sanat akademisi, bir sanat galerisi, ortak çalışma alanı, bir caz kulübü ve restoranlar bulunuyor. Benim de Bodrum'da olduğumda birine katılma fırsatı yakaladığım çok güzel sergiler gerçekleşiyor. Özellikle kitabevi ve kafesi yoğun ilgi görüyor. Henüz yeni olduğu için serviste aksaklıklar yaşanabiliyor. Bodrum'a geldiğinizde merkezin etkinlik takvimine bakıp ziyaret etmenizi tavsiye ederim.
Ortakent sahil
Pab Bodrum- Bodrum'da özellikle devamlı yaşayanların kendilerini evlerinde hissettikleri, geniş sahilinde yayılmaktan keyif aldıkları, rahat bir plaj. Tek dezavantajı denizinin çok sığ olması. Bu sene güzel de bir bakımdan geçmiş.
Yüzgeç- Pab Bodrum'un geçen yaz başı açılan komşusu. Yıllardır Gürece'de yol kenarı meyhanesi olarak tanıdığımız Atgeç'in sahil versiyonu. Dört mevsim açık, her daim yazlık meyhane tadında, masaları kareli piknik örtülü, fiyatları da nispeten makul bir mekan. Patatesini, köftesini, ciğerini tavsiye ederim.
Surfer Caravan Beach- Dört mevsim açık, müdavimleri oluşmuş, neredeyse gelen herkesin birbirini bildiği, dokusuyla, müziğiyle, yemekleriyle kendine has bir plaj. Ortakent sahil hattında iskele kurmak yasak. Surfer Caravan'ın önünde bulunan eski, taş iskele denize derin sulardan girmek isteyenler için tercih sebebi olabiliyor.
Yahşi sahili
Yıllardır Ortakent - Yahşi arasında yaptığım yürüyüşlerde ılgın ağaçları, renk, masa ve sandalye tercihiyle dikkatimi çeken, Camel Beach'te bulunan Marin Beach Otel. Bayram süresince beni çok mutlu etti. Yaz sezonunda çok kalabalık olabileceğini tahmin edebiliyorum çünkü denizi de kumlu sahili de şahane. Benim için Temmuz/ Ağustos kalabalığı dışında gidilebilecek tertemiz, koca ılgın ağaçlarının gölgesinde güzel ahşap masaları olan, yeterince lezzetli, salaş ve güler yüzlü bir işletme. Telaşsız, yalın ve olduğu gibi bir mekan. Tanıdığıma çok memnun oldum. Bazen müziği fazla gelebiliyor. Rica ederseniz müdahale ediyorlar.
Biraz da Bitez'den yeni havadisler
Savra- Bitez'in özgün markalarından Savra devrolmuş. Duyduğum kadarıyla bu güzel mekanı Bodrum'a katkı sunmaya devam edecek, yeme içme piyasasında tanınan birileri devralmış. Yakında duyarsınız.
Bake My Day- Birkaç yıldır Gümüşlük sahilde kruvasan sandviçleri, sağlıklı tuzlu kurabiyeleri ve lezzetli tatlılarıyla meşhur olan Bake My Day'in artık Bitez'de bir şubesi var. Hatta şube değil merkez dükkan burası desek doğru olur çünkü azmi ve çalışkanlığına birebir tanık olduğum Tülay bayram itibariyle Aspat Anthaven'da bir şube daha açtı.
Dereköy- Rino's Garden
Rino's Garden, bahçesine adım attığınız andan itibaren peyzajı ve doğasıyla kendinizi Toskanavari bir coğrafyada hissettiriyor. Mekan kendini bir "koleksiyon bahçesi' olarak tanımlıyor. Bu coğrafyada yetişen birçok bitkinin örneği yerleştirilmiş bahçeye. Aynı zamanda arazide uzun yıllardır yerleşik olduğu belli olan dev okaliptüs ağaçları da var. Mekanın sahipleri Türkiye'de peyzaj tasarım ve süs bitkisi üretimi sektöründe 68 yıldır hizmet veriyorlarmış. Bir anlamda asıl işlerinin şık bir vitrini olmuş bu bahçe.
Bahçede İtalyan mutfağından lezzetler sunan bir de restoran bulunuyor. Menüde klasik bir İtalyan restoranında karşılaşabileceğiniz tüm tatlar mevcut görünüyor. Ben yemek yemedim, ama deneyen dostlarımdan methini duydum. Ben, arkadaşlarımla kısa bir akşamüstü içkisi için uğradım. Yemek yemeyeceğimiz için şarabımızı masada değil de bahçede bulunan oturma alanında içmek istedik. Biraz sert bir dille oraya servis yapamayacaklarını söylediler. Muhtemelen sezon tam başlamadığı için yeterince servis elemanları olmadığından bahçeye servis yapmak istemediler. ( Bu yanıtı bir kural gibi değil daha nazik bir açıklamayla yapsalardı daha şık olabilirdi) Israrımız sonucunda, kadehlerimizi kendimiz geri getirmemiz şartıyla servisimizi bahçede vermeye ikna oldular. Şarabımız maalesef olması gerektiği kadar soğuk değildi. Ama bunlar zamanla ve mekanın kilometresi ilerledikçe aşılabilecek sıkıntılar. Dilerim sezona eksiklerini tamamlayıp girerler.
Rino's Garden Bodrum'a gelip illa deniz kenarında olmak istemeyenler için ya da değişiklik arayanlar için hem mutfağı hem de huzur veren ortamıyla şık bir alternatif olmuş. Çok sınırlı bir kapasiteleri var. Rezervasyon yaparak gitmenizi tavsiye ederim.
Bodrum Marina: Gibi
Her biri birbirinden yetenekli 6 ortak tarafından hayata geçirilen bir "life store' ve kafe burası. Kurulduğu ilk yıllar İçmelere doğru, Atatürk Caddesi üzerinde bir yol üstü dükkanıydı. Eski yeri çok ayakaltı bir yer değildi. Geçen sene baharda ortaklardan Mehmet'in Bodrum merkez marinada çocukluğundan beri hayranı olduğu özgün bir Bodrum evine taşıdılar Gibi'yi. Marinada hemen Tepecik Camii'nin karşısında bulabilirsiniz mekanı.
Birçoğu franchise, tatların ve stillerin birbirine benzediği kafelerin adım adım ele geçirmeye başladığı merkez marinaya "Gibi' çok keyifli bir soluk getirdi. Yıllarca Zeki Triko olarak hizmet vermiş ve bir sürede atıl kalmış olan bu özgün Bodrum yapısını ortaklar çok şık bir şekilde renove ettiler. Bahçesinde kahvenizi içmekten, reçetelerini ortaklardan Beyza'nın hazırladığı lezzetli tatlılarından, atıştırmalıklarından yemekten, dükkanın içinde her biri özenle seçilmiş ürünleri görmekten çok mutlu olacağınız, ruhunuzu besleyecek bir mekan burası. Dükkanda ortakların kendi üretimleri olan seramik ürünler, çantalar ve şapkaların yanı sıra özenle seçilmiş tütsüden, giyime, fırça çeşitlerinden ulaşılabilir sanata pek çok ürün bulabilirsiniz.
Gümüşlük'ten yeni haberler
Biraz da kendi köyümden havadisler vereyim.
* Önce Asmalı Mescit daha sonra da Gümüşlük'ten tanıdığımız Off markasının kurucularından Ferah Aydın evvelki yılın sonunda Off Gümüşlük'ü kapatmıştı. Gümüşlük mekanlarına hoş ve kaliteli bir soluk getiren, yıllarca şahane konserler dinlediğimiz, keyifli zamanlar geçirdiğimiz Off Gümüşlük'ün kapanması birçoğumuzu üzmüştü. Ferah Aydın bir yıl ara verdikten sonra iki senedir sahilden bildiğimiz ama tanımadığımız Jadem adlı restoranla bir iş birliği yapıyormuş. Fine-dining bir restoran hazırlıyorlarmış sezona. Ferah'la birlikte Jadem'in yıllardır yakalayamadığı rüzgarı yakalayabileceğini düşünüyorum. Hem Gümüşlük'e hem de bizlere hayırlı olsun dilerim.
* Gümüşlük sahilinin en rahat, salaş ve lezzetli mekanı Tuz Duman geçen sene taşındığı yerinde harikalar yaratmaya devam ediyor. Tuz Duman'ın yakaladığı kendine has duygu, etrafa yaydığı rahatlık, olduğu gibi olma hali, basit ama aynı zamanda farklı dokunuşlara sahip lezzetli yemekleri hepimize iyi geldi. Ayaklarınız kumda, şahane Gümüşlük günbatımına nazır rahat bir yemek tercih edenler için güzel bir alternatif. Rezervasyon yapılmıyor. Gittiğinizde denk gelen yere yerleşiyorsunuz. İlgilenenlerin dikkatine. Sonra şaşırmayın.
* Gümüşlük'ün dünyada tanınan en önemli iki markasından biri olan Mimoza'da da bazı yenilikler var. Mimoza ve yanında bulunan Melengeç yeni bir düzenlemeye gitmiş. Şu anda Mimoza'ya doğru yaklaşırken önce Melengeç sonra Mimoza sonra tekrar Melengeç ve tekrar Mimoza masalarıyla karşılaşıyorsunuz. Bu düzenin nasıl işleyeceğini bilemedim. Mutlaka vardır bir bildikleri. Kim bilir belki yaza kadar aralarındaki anlaşmazlık da çözülebilir ve eski düzenlerine geri geçerler.
* Gümüşlük'ün dünyada tanınan bir diğer markası Limon bu sene Mayıs'ta açıyormuş kapılarını. Limon severlere duyurulur.
* Gümüşlük'ten önümüzdeki sezon için bir de kayıp olduğunu düşündüğüm bir haber vereyim. Gümüşlük iskelesinde bulunan, anne poğaçalarıyla ve ev kalitesinde, lezzetli kahvaltılarıyla tanıdığımız sıcacık bir aile işletmesi olan Mandalin bu sene maalesef yok. Mal sahibi, buralarda birçok örnek de rastlayabileceğimiz gibi mekanı artık kendi işletmek istediğine karar vermiş ve Mandalin'i çıkarmış. Mal sahibi, yıllardır özenli hizmeti, Gümüşlük'e kattığı değerle tanıdığımız, müdavimlerini yaratmış olan bu markanın yaptığını kendinin de yapabileceğine inanmış sanırım. Bulunduğu yerle bütünleşmiş olan Mandalin markasının bu yaz olmayışı Gümüşlük için ve Mandalin severler için bir kayıptır. Ama inanıyorum kısa bir esten sonra eğer isterlerse Mehmet Karabağlı ve ailesi yeniden Mandalin ruhunu başka bir yerde diriltirler.
* Son bir öneri de Bodrum'un Belediye Kafeleri. Oldukları her semtte çok güzel konumlarda bulunuyorlar. Benim deneyimlediğim kadarıyla Ortakent, Torba ve Yahşi örneklerinde plaj hizmeti bile var. Kafelerde hijyen kuralları çok sıkı. Gümüşlük Belediye kahvesindeki arkadaşlarımdan bire bir biliyorum ve gözlemliyorum. Kafeler temizliği, lezzeti, güler yüzlü personeli ve uygun fiyatlarıyla Bodrum'da yaşayanlara da tatilcilere de çok güzel bir alternatif sunuyor. Sabahın erken saatlerinden, günün geç saatlerine kadar açıklar. Sabah, öğlen, akşama yönelik gayet zengin bir menü sunuyorlar. Kafelerde alkollü içecekler de var. Bodrum'da ikamet edenlerin kullandığı bir de karekod uygulaması mevcut ki, fiyatları daha da makul hale getiriyor.
Bodrum özellikle yazın gelenler için yeme içme alanında birçok keseye göre çok fazla alternatif sunuyor ama denk gelirseniz Bodrum'un medeni, lezzetli, tertemiz ve uygun fiyatlı belediye kafelerini denemenizi tavsiye ederim.
Bodrum'un özgün mekanlarını yazdıkça Bodrum adına çok mutlu oldum. Yazdıkça yazasım var. Ama bu haftalık yeterince uzun bir yazı oldu sanırım. Başka bir zaman yine Bodrum'a değer katan, hepimizin ruhuna iyi gelen şahsına münhasır, özgün mekanları yazmaya devam ederim.
İlksen Utlu kimdir? Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı. Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor. Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor. Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor. |