Kaz Dağlarında kesilen ormanlar
Çanakkale yöresi yakın zamanlara kadar sessiz sedasız bir coğrafyaydı. Olağanüstü verimli topraklara sahip olduğu, yüzlerce yıldır büyük kentleri besleyen tarımsal üretimin burada yapıldığı ilgilisi dışında pek de bilinmezdi. Oysa denizden, topraktan fışkıran zenginlik ki Troya Savaşı'nın herhalde gerçek nedeniydi. Kaz Dağları'nın doruğundan iki denize doğru uzayan topraklar, yağmacıların, talancıların dikkatini her zaman üzerine çekmişti aslında. Bu nedenle, son yıllarda, 1915'teki Çanakkale Savaşı'nı anımsatırcasına, keskin bir çevre ve doğa koruma mücadelesinin savaş alanı oldu. 2000'li yıllarda şiddetlenen inişli çıkışlı mücadelenin halkla birlikte, ortak duyarlılık çerçevesinde yürütülmesi dikkate değer bir örnek oluşturdu.
1990'ların başında Alpagut köyünde başlayan kömürlü santrale karşı mücadelenin başarıyla sonuçlanmasında temel etken yöre köylülerinin yılmayan direnişiydi. Ancak birkaç yıl sonra bu kez Çan'da yapılacak termik santrale karşı çıkan köylülerin uzun yürüyüşü ve hukuk mücadelesi yenilgiyle sonuçlandı. Bir on yıl sonra bu kez olağanüstü bir coğrafyaya, Kaz Dağları'nın kalbine gözünü dikmişti altın madencileri. 2008'de binlerce kişinin katıldığı mitingler, köylerdeki protestolar adım adım direniş kültürünü, sivil itaatsizliği de yükseltti. Yola gelmeyenler ayağa kalkmıştı.
Homeros'un "Bin pınarlı İda" dediği Kaz Dağları mitolojik dönemden beri anlatılagelen zenginliğin kaynağıdır. Derin vadilerin, yamaçların, kayalıkların, ırmakların, çağlayanların ve hayvanların, börtü böceğin, çeşit çeşit ağacın barındığı dağ grubunun altın ve gümüş yataklarına da sahip olduğu elbette biliniyordu eskiden beri. Ama toprağın üstündeki zenginlik daha değerliydi, orada yaşayanlar için. Ya orada yaşamayan, orayı yurt değil de sıradan arazi parçası gören talancılar? Onlar geçmişin siyasi göndermesini de içeren tanımla söylersek "altın(cı) filo"ydular. 2013'te yağmalamaya gelmişlerdi yeniden. Yörede yıllarca adım adım yükselen bilinç ve duyarlılık da yeniden ayağa kalkacaktı kuşkusuz. Altı yıl boyunca gel gitlerle sürdü mücadele. 2019'a gelindiğinde görenlerin gözyaşlarını tutamadığı bir katliam görüntülendi Kaz Dağları'nın bağrında. 350.000 ağaç kesilmişti. Milyonlarca yılda oluşan ormanlar ve ekolojik denge elden gidiyordu. Çorak toprak siyanürle zehirlenmiş, irili ufaklı dereler ve Çanakkale'nin içme suyunu sağlayan baraj gölü zehirlenme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Bir anda patladı protesto gösterileri. Maden şirketlerine destek veren siyasi otoriteye karşı da öfke yükselmişti. Kaz Dağları'ndaki orman köylülüleri, ovada tarım yapan çiftçiler, hayvanlarını otlatacak suları korumak isteyenler, şehrin aydınları, yurtseverler ayağa kalktılar. Çanakkale Belediyesi'nin olağanüstü çabası ve koordinasyonu, halkla sivil toplum örgütlerinin el ele vermesi ve özgün eylemlerle protestoların yükseltilmesi yalnız ülke çapında değil, uluslararası alanda da yankı yarattı. Yok edilen ormanların çevresinde "su ve vicdan nöbeti" başlatıldı. Yüzlerce çadır kurularak kesilecek alanlar "işgal edildi." Eylemlerin en başından beri içinde olan Çanakkale Belediye Başkan Yardımcısı İrfan Mutluay, "On binlerce ağacın kesildiği noktada insanın içinin acımaması mümkün mü? Gözyaşları içinde nöbete başladı insanlar. Benzeri çok görülemeyen ama gelecek için umut ve örnek oluşturan bir dayanışma oluştu" diye tanımlayacaktı, "yola gelmeyenler"in direnişini.
Çanakkale pazarında Yörük kadını
Eylemlerin doruk noktası ise 18 Ağustosta Fazıl Say'ın, orman katliamının yapıldığı bölgenin hemen yanında on binlerce kişiye piyanosuyla konser vermesiydi. Bestelediği Kaz Dağları Marşı'nı da ilk kez seslendirdiği konserinde orada olmak olağanüstü bir duyguydu. Türkiye'nin dört bir yanından gelen duyarlı insanlar, çevreciler, allı yeşilli giysileriyle Tahtacı Türkmenleri, tarihin içinden yürüyüp bu dağları mesken tutmuş Yörük köylüleri, Balkanlar'dan göçe göçe en son burayı yurt edinmiş "muhacir köylüleri", mitolojik hikâyelerle büyümüş "son Troyalılar"; hepimiz oradaydık. Her hafta kasaba pazarına inip bir sepet domatesini, biberini satmak için akşama kadar bekleyen yöre kadınları için şöyle yazmıştım o zaman: "Sen kalk 1000 yıllık bir yolu yörü(k), Anadolu'nun en ucuna gel, yurt edin, bu yaşta üret, pazarda ‘çok güzel biberim var, alır mısın?' de, gözümünüzün içine sevgiyle bakarak. Almaz mıyız? Ama bil ki senin bu ürettiğine göz koyanlar, buralarda yapılacak termik santralleri alkışlıyorlar. Torunun fabrikada ücretli köle olacak, bu biberin tadını unutacak. 1000 yıllık "yörüme"nin hazin sonu bu olmamalı."
Hazin son şimdilik ertelendi. Çokuluslu altın şirketi tası tarağı toplayıp gitti. Dikenli telleri yıkıp maden alanına girenler ölmüş, kıraç toprakla, canlılığı kalmamış, zehirlenmiş sularla karşılaştılar. Yılmadılar; Kaz Dağları usul usul onarıyor yaralarını. Yöreyi talan etmek için fırsat kollayanlar, halkla sivil toplum örgütlerinin sağlam birlikteliğini şimdilik parçalayamıyor. Arada yeni projelerle bölgeye göz dikseler de dipdiri bekleyen direniş ruhu ve yargı yoluyla durduruluyorlar. Bu mitolojik bölge, bu masallar diyarı börtü böceğini, kurdunu kuşunu, ırmağını gölünü hep birlikte örgütlenen direnişe, bir türlü yola gelmeyenlere borçlu. Darısı talancılara karşı direnen bütün yöre insanlarının başına diyelim…
Fazıl Say'ın Kaz Dağları konseri
İbrahim Dizman kimdir? 1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi. 1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı. İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi. Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor. Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı. Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. Kitaplarından bazıları: Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020 Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018 Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016 Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016 30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010 Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007 Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006 Belgesel filmleri: Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010 Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012 Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016 Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018 Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020 |