İbrahim Dizman

12 Kasım 2023

Devletin Atatürk'ünden halkın Atatürk'üne

O artık yüz yıl öncesinin imgesinden öte bir yerde. Devletin temsilcisi hiç değil; içinde yaşadığımız ülkeye, halka, bugün bunaldığı yaşamdan çok daha parlak, modern ve yaşanabilir bir hayat vaat etmenin sembolü

Halkın içinde Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk'ün sağlığında yayımlanan ilk biyografik eser "Bozkurt" adını taşıyordu. İngiliz H. Armstrong'un kitabı Türkiye'de infial uyandırmış ve yurda girişi yasaklanmıştı. Atatürk'ün, bir akşam anlık çeviri yoluyla en aykırı satırları dinlediği ve gülümseyip "Bunlar için mi yasakladınız? Bırakın yayınlansın" dediği söylenir. Armstrong, Atatürk için birçok olumlu nitelemenin yanında, yer yer pervasızca davranarak onu sevenleri öfkelendirecek sıfatlar da kullanıyordu. Siyasal anlamda ise ona "diktatör"demeyi yeğlemişti. Gerçi kitabının sonunda "O, Türkiye'de bir daha kesinlikle bir diktatör ortaya çıkmasın diye diktatör olmuştur" dese de yenilir yutulur değildi betimlemeleri. Alman tarihçi E. Ludwig de kendisiyle görüşüp söyleşi yaptıktan sonra aynı tanımlamayı kullanmıştı. Yakınında bulunanlara göre, Armstrong'u değilse de Ludwig'i ciddiye alan Cumhurbaşkanı, hayalkırıklığı içinde mırıldanmıştı: "Ben millete miras olarak bir istibdad müessesesi bırakmak ve tarihe o surette geçmek istemi­yorum."

Atatürk'ün salt anlık ve pragmatist tutumlarla kararlar almayıp olaylara tarihsel perspektiften baktığını söylemek yanlış olmaz. Yarınları tasavvur ettiğini, hem rejimin geleceğini, hem siyasal ve sosyal hayat açısından kendinden sonrasını sağlığında şekillendirmek istediğini biliyoruz. Bu nedenle gelecekte nasıl anılacağı konusu zihnini çokça meşgul etmiştir mutlaka. Ancak doğu toplumlarında "lider" kendine bırakılmaz, izin verilemez; gerçeğin ötesinde dinamiklerle yeni baştan kurgulanır kitlelerin gözünde. Atatürk de bundan kurtulamadı. Daha sağlığında ilahi bir güç olarak algılanmaya başlanmıştı. Çoğunlukla kendisinden bağımsız üretilmiş bir hayat hikâyesine, abartılan sıfatlara devasa heykelleri eşlik ediyordu.

Böyle bir imgeye ihtiyacı var mıydı? Bu sorunun yanıtını kendisi veremezdi elbette ama yaşamını yitirdikten sonra neredeyse bir devlet kararı olarak yanıtlandı bu soru: Evet! Celal Bayar'ın "Seni sevmek bir ibadettir" sözünde anlamını bulan karşılık, "Atatürk'ü Koruma Kanunu" diye bilinen yasayla hayata geçirilmeye başladığında, manevi varlığı artık başka bir boyuta taşınıyor ve "devletin bekası" için, "müesses nizam" için adı olur olmaz her şekilde kullanılıyordu Atatürk ne yazık ki devletin otoriterlik simgesine dönüşmüştü artık. Devlet halkına kaşlarını çatacaksa Atatürk üzerinden çatıyordu, iktidarlar birilerine sopa sallayacaksa Atatürk'ün arkasına saklanıp gösteriyorlardı o sopayı. 1980'lerde cuntayla gemi azıya alan, hatta Nadir Nadi'ye, ironik de olsa "Ben Atatürkçü Değilim" adlı kitap yazdırtan bu tutum, kitleleri cenderede tutmak isteyen devlet için çok konforlu bir alan açıyordu. Çünkü halk Atatürk'e sevgi, saygı besliyordu ve sırf minnettarlık bile "devlete bağlılık" sağlayabiliyordu.

Devletin Atatürk'ü

Bu durum kuşkusuz sonsuza kadar süremezdi; bir noktadan sonra işler tersine dönmeye başladı. Devlet biçim ve içeriğini değiştirme yoluna girdiğinde Atatürk'e ihtiyacı da bitti. Beklenen ve kimilerince umulan, onun hafızalardan silinerek unutuluşa terk edilmesiydi. Oysa tam tersi oldu. Devletin bıraktığı yerde halk sahiplendi Atatürk'ü. Devlet göstermelik törenlerle geçiştirdikçe, insanlar köylerde, kasabalarda kendiliğinden, basit ama anlamlı kutlamalar ya da anmalar yapmaya başladılar. İnsanlar devletin dostlar alışverişte görsün türünden törenlerine dönüp hiç bakmıyorlar bile, ciddiye almıyorlar, hatta dudak büküyorlar artık; kendileri, sitelerin bahçelerinde, balkonlarda, köylerde, şehir meydanlarında duygularını ortaya koyuyorlar. Bu duyguda, devlet, "birlik ve beraberlik", "vatanın bölünmez bütünlüğü", "dış güçlerin saldırısı" gibi heyulalarla yer bulamıyor kendine.

Atatürk'ü taklit eden cunta lideri

Doğrusu, Atatürk'ü algılama da değişti. Devlet yüzünü doğuya döndükçe, uygar dünyadan uzaklaştıkça, dinsel argümanlarla toplumu sıkboğaz ettikçe, Atatürk laik, çağdaş ve özgür bir hayat sembolüne dönüştü. O artık yüz yıl öncesinin imgesinden öte bir yerde. Devletin temsilcisi hiç değil; içinde yaşadığımız ülkeye, halka, bugün bunaldığı yaşamdan çok daha parlak, modern ve yaşanabilir bir hayat vaat etmenin sembolü. Bir arzunun, bir beklentinin, toplumsal bir hayalin adı. Doğrusu da buydu kuşkusuz ve bunu bilse herhalde memnun olurdu.

İbrahim Dizman kimdir?

1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi.

1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı.

İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi.

Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor.

Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı.

Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. 

Kitaplarından bazıları:

Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020

Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018

Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016

Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016

30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010

Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007

Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006

Belgesel filmleri: 

Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010

Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012

Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016

Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018

Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020