Bugün 100 yaşına erişen Türkiye Cumhuriyeti'nden önce de Osmanlı İmparatorluğu topraklarında halkın küçük bir bölümü "cumhuriyet" kavramıyla tanışmıştı. Bunlardan biri bugünkü sınırlara göre en batıda, diğeri ise en doğudadır. Batıdaki, "Batı Trakya Bağımsız Hükümeti" adını taşıyordu. 31 Ağustos 1913'te bağımsızlığını ilan ederek dünyaya duyurmuştur. Başkenti Gümülcine'dir. Dedeağaç, İskeçe, Kırcali gibi şehirleri ve çeşitli kasabaları kapsayan bu cumhuriyet hükümeti, Balkan Savaşları'nın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Osmanlı istihbarat örgütü olarak bilinen ama istihbaratı çok aşan faaliyetleriyle de tanınan Teşkilat-ı Mahsusa'nın bu cumhuriyetin kuruluşuna dahli olduğu kanısı yaygın. Ancak kuruluşuyla birlikte Osmanlı'ya da direnen bir oluşum olduğunu belirtmek gerekir.
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti'nin bayrağı
Türklerden ve Pomaklardan oluşan, nüfusu 234 bin civarında olan devletçiği kuranların bu girişime kendilerini epey kaptırdıklarını söylemek mümkün. Ömrü sadece 52 gün olan bu yeni devletçiği dünyaya tanıtmak için hemen "Batı Trakya Ajansı" kurulmuş ve bir gazete yayımlanmaya başlamıştı. "Bugünden itibaren sınırlarımızdan pasaportsuz girenler ve çıkanlar sorumludurlar!" ültimatomu da gecikmemişti. Apar topar devlet bütçesi hazırlanmış, posta idaresi kurularak pul bastırılmıştı. İlk dizesi " Ey Batı Trakyalı asil Türk çocuğu ne mutlu sana" olan bir bağımsızlık marşı hazırlamakta da gecikmemişlerdi. Yeşil, siyah ve beyazın hâkim olduğu ay yıldızlı bir bayrak göndere çekilivermişti bir sabah. Batı Trakya Bağımsız Hükümeti, temsilciler meclisi aracılığıyla yönetilecekti ve bir cumhurbaşkanı olacaktı. Tam anlamıyla bir cumhuriyet olarak kurgulanan bu devletçiğin kimi ülkelerce tanınabileceği olasılığı Rusya'da hiç hoş karşılanmamıştı. Osmanlı Devleti de huzursuz olmuş ve kuruluşunda görev alan subaylarını, elemanlarını geri çağırmıştı. Bir süre direnilse, yeni bir devlet heyecanı ile davranılsa da bu heyecan hayalkırıklığı ile sonuçlanacak ve devlet yoğun baskı sonucu kendini lağvedecektir.
Anadolu'nun en doğusundaki bağımsız devletçiğin kuruluş tarihi ise 1919'dur. Bugünkü dille Güneybatı Kafkas Cumhuriyeti olarak adlandırabileceğimiz bu girişim, Sovyetler'in kuruluşu ve dünya savaşının yarattığı kargaşadan doğan bir olguydu. Bölgedeki etnik çelişkilerin çatışmaya dönüşmesi, her halkın kendini koruma çabasına girişmesi kaçınılmaz hale gelmişti. Kars bölgesindeki birtakım örgütlenmelerin adım adım bağımsızlık fikrini ateşlemesi ile oluşan devletçiğin adı "Cenub-i Garbî Kafkas Cumhuriyeti"ydi. Bayrağı da Batı Trakya Türk Cumhuriyeti'ninkine benziyordu. Kırmızı ve yeşil renklerden oluşmuş, içinde ay yıldıza yer vermişti. Resmi dili Türkçe olan devletin anayasası da hızla hazırlanmıştı. Hemen seçimler yapıldı ve geçici parlamento açıldı. Batı Trakya Bağımsız Hükümeti'nin de bir parlamentoya sahip olduğu düşünülürse, Anadolu'nun iki ucunda Osmanlı Devleti'nin yapısından apayrı yönetim biçimini tercih etmiş oldukları dikkat çekici. Bu devletçiğin anayasasında azınlık haklarının korunacağı, Müslüman ahalinin mezhep farklılıklarına saygı gösterileceği de belirtiliyordu. İngiltere'nin Kafkas politikasına hiç de uygun düşmeyen bu oluşum kısmen zor yoluyla bastırılmaya çalışıldı. İngiltere temsilcileri hükümetin yöneticileriyle mecliste görüşme talep etti. Taze cumhuriyetin deneyimsiz yöneticileri mecliste İngilizlerle görüşürlerken bir baskınla gözaltına alındılar. İngilizler Kars'ı da işgal ederek devlete son verdiler.
Altı yıl arayla Anadolu'nun iki ucunda, direniş ve var olma hissiyatı ile kurulan bu iki küçük devletçiğin yapısı şaşırtıcı derecede birbirine benziyordu. Osmanlı entelijansiyası arasında cumhuriyet fikrinin, parlamento, cumhurbaşkanı, demokratik seçim fikrinin en az elli yıldır tartışılıyor olması bu iki oluşumu nasıl etkiledi bilinmez ama bu girişimleri kurgulayan, örgütleyen, belki de bir hayali küçük çapta gerçekleştirmek çabası içinde bulunan, onlara katkı veren kimilerinin 1923'te de etkin görevlerde olduğu bilgisini eklemek gerekir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti de birkaç yıl sonra zorlu bir direniş içinde var olma mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkacaktı.
İbrahim Dizman kimdir? 1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi. 1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı. İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi. Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor. Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı. Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. Kitaplarından bazıları: Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020 Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018 Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016 Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016 30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010 Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007 Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006 Belgesel filmleri: Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010 Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012 Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016 Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018 Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020 |