Ceyda Karan
Biraz da ‘uzak diyarlara’ bakalım.. Öncelikle de savaş tamtamlarının çalındığı Kore Yarımadası’a…
Kore'de herkesin kaygısı savaş olasılığı
Kore Yarımadası’nda Amerika-Güney Kore askeri tatbikatıyla başlayan Kuzey Kore’nin ‘savaş hali’ ilan etmesiyle derinleşen gerilim dinmiyor. Dünyanın son kapalı rejimi olan Kuzey’in genç lideri (30) Kim Jong-un’un geçen pazar günü İşçi Partisi merkez komitesine hitabındaki ‘dengeli’ konuşmasıyla teskin olduğu düşünüldüğü sırada, taraflardan karşılıklı yeni adımlar geldi. Amerikan yönetimi bölgede ‘caydırıcılığını’ sergilemek isterken, Kuzey Kore’den dördüncü nükleer denemesini yapma tehdidini masaya koydu. İki taraf da işi bilek güreşine çevirmiş görünürken, Çin ve Rusya’dan krizin başından bu yana en net uyarı geldi.
Kuzey Kore, geçen hafta ‘krizin gidişatının barometresi’ sayılan Kaesong’daki ortak sanayi bölgesini 2009’dan bu yana ilk kez kapattı. Güneyli işçilerin girişi engellendi, Güney’e buradaki işletmeleri 10 Nisan’a kadar boşaltması için ültimatom verildi. Kaesong’da çalışan 800 kadar Güney Koreli mühendis ve yöneticinin 475’i hala burada sıkışmış durumda. 300 bin nüfuslu Kaesong kentindeki sanayi bölgesi, iki ülkenin işbirliğinin sembolüydü. 120’den fazla fabrikada 50 bin Kuzey Koreli ve yüzlerce Güney Koreli mühendis ve yönetici çalışıyor. Yıllık 2 milyar dolarlık kazanç sağlanan bölgede Güney Kore firmaları Kuzeyli işçilere yılda 80 milyon dolar ödüyor.
Hafta boyunca Kaesong gerilimini askeri cephede adımlar izledi. En son şubatta üçüncü nükleer denemesini yaparak Batı’yı kızdırmış olan Kuzey Kore, 2007’de kapattığı Yangbyon’da bulunan ve hem elektrik hem de nükleer silahlar için plutonyum üretiminde kullanılan nükleer santrali yeniden aktif kılacağını duyurdu. Ardından Kuzey Kore Genelkurmay Başkanlığı, olası çatışmada orduya nükleer silah kullanımı dahil her türlü onayın verildiğini açıkladı. Orta menzilli Musudan füzelerinin doğu sahillerine konuşlandırıldığı haberi geldi. 3 bin kilometre yahut üzeri menzili olan bu füzelerin Japonya’yı da vurabiliecek kapasitede olduğu sanılıyor. Ve nihayet hafta sonunda Kuzey’in yabancı büyükelçiliklerin diplomatlarını 10 Nisan itibariyle ülkeden çıkarmaları, aksi halde güvenliklerinin sağlanmayacağı çıkışı geldi. En nihayetinde de Kuzey Kore, nükleer deneme kozunu ortaya koydu. İddialara bakılırsa, Kuzey Kore’nin Punggye-ri’deki atomik deneme tesisinde hareketlilik var. Şubatta yapılan üçüncü deneme BM yaptırımlarını daha da sıkılaştırmışken, Kuzey dördüncü nükleer deneme kartını masaya sürerek ABD’ye adeta meydan okuyor.
Buna karşılık Amerikan yönetimi bir hafta boyunca askeri kıskacı daralttıktan sonra, Kuzey’in sert tepkisine yol açan California Vandenberg Hava Üssü’nden gerçekleştireceği Minuteman III kıtalararası füze denemesini ertelediğini duyurdu. Oysa Amerikalılar hafta boyunca güdümlü füze taşıma kapasiteli iki destroyerini (Aegis sınıfı USS John McCain ile USS Decatur) Kore sularına gönderdi. Guam adasına yüksek irtifada savunma sistemleri konuşlandırılacağını duyurdu. Pentagon şefi Chuck Hagel, Kuzey Kore’yı ‘ciddi ve açık bir tehdit’ diye niteledi. Amerikan yönetimi tatbikat çerçevesinde iki nükleer kapasiteli hayalet bombardıman uçağını önceki hafta Kore Yarımadası üzerinde uçurmuştu. Güney ile ortak askeri tatbikat için iki adet F-22 Raptor uçaklarının Pazar günü Güney’e gönderildiği de duyurulmuştu.
Çin ve Rusya’nın pozisyonları bu krizde önem taşıyor. Bir aya yakındır kaygı beyan eden bu ülkelerin liderleri sonunda daha açık bir tavır aldı. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, “Hiçbir ülkenin egoistçe çıkarları için bir bölgeyi yahut tüm dünyayı kaosa sürüklemeye hakkı yoktur” tavrını koydu. Şi, Kuzey Kore’nin ismini anmasa da adres belli görünüyor. Elbette Pekin, Amerikan ve Güney Kore’nin retoriğinden de hoşnut değil. Nitekim Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin “Hangi taraftan gelirse gelsin, provokatif söylemlere ve eylemlere karşıyız. Çin, kimsenin burnunun dibinde bela çıkarmasına izin vermez” sözleri de Batı’ya ‘geri durun’ mesajı olarak okunabilir. Ancak Kuzey’in genç liderinin Pekin’in sözünü ‘ne kadar dinlediği’ meçhul.
Aynı şekilde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de Avrupa ziyareti sırasında önemli bir ikazda bulundu. Putin, olası bir nükleer çatışmanın yol açacağı faciayı izah için 1986’daki Çernobil kazası ile kıyaslama yaptı. Rus liderinin, “Düşüncelerimi gizlemeyeceğim. Kore Yarımadası’ndaki gerilimden kaygılıyız zira komşu durumundayız. Ve Tanrı esirgesin, bir şey olursa, Çernobil, bunun yanında peri masalı gibi kalacaktır. Peki böylesi bir tehdit var mı? Bence var. Bu yüzden herkesi sakin olmaya ve yılların sorunlarını müzakere masasında çözmek üzere işe koyulmaları için uyarıyorum” ifadeleri dikkat çekici.
Bu kriz milliyetçi Abe yönetiminin başa geldiği Japonya’yı da teyakkuza geçirmiş vaziyette. Japon ordusunun PAC-3 avcı füzeleri ve Aegis radarlı destroyerleri bölgede konuşlandırdığına dair iddialar var.
20. yüzyıldaki kaderi önce Japon işgaliyle ardından da Soğuk Savaş’ta bir sıcak savaş ve nihayetinde kuzeyini Rusların, güneyini Amerikalıların kontrol ettiği iki sistemle çizilen Kore Yarımadası’nın bölünmüşlüğü kolay kolay bitecek gibi değil. En başta ABD ile Çin’in rekabeti var. Son krizde hiç bir tarafın savaş istemediği fikri hakimse de, sıcak çatışma olasılığı savuşturulmuş görünmüyor. Kuzey Kore’nin yeni ve genç lideri Kim Jong-un da, Güney Kore’nin yeni seçilen kadın lideri Park Geun-hye de adeta birbirlerini sınıyorlar. Bölge uzmanları, geçmişte de kaygı verici gelişmeler yaşandığını ancak bu sefer daha riskli bir durum olduğunu söylüyorlar. En son 2010 sonunda Kuzey Kore’nin Güney Kore’nin bir savaş gemisini batırması ve 2011 başında bir adacığa yönelik bombardıman bölgeyi hareketlendirmişti. Bunlar da bir nevi ‘kaza’ olarak geçiştirilebilmişti. Ancak bu kez bir ‘hesap hatasının’ bölgede faciaya yol açabilecek bir konvansiyonel hatta nükleer savaşı körüklemesi olasılığı gözardı edilmiyor.
Bir de son not koymak gerekir. Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro’nun Korelilere çağrısını… 86 yaşındaki Castro son yazısında Küba’nın ‘müttefiki’ kabul edilen Kuzey’in liderine ikazlarda bulundu. Castro, Cuma günü halihazırdaki sansiyonu ‘1962’deki Küba Füze Krizi’nden bu yana nükleer soykırıma yol açabilecek ‘en ağır risklerden birisi’ diye niteledi.
Rusya'da Putin 'demir yumruğunu' vurdu
Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rus yetkililere yurt dışındaki hesaplarını kapatmaları için 1 Temmuz’a kadar süre tanıdı. Hedefi ülke dışına sermaye kaçışını önlemek ve Rus yönetiminin en büyük belası olan yolsuzlukla mücadele. Rusya, Uluslararası Şeffaflık kurumunun 2012 Endeksinde yolsuzluk alanında 174 ülke arasında 133’üncü sırada yer alıyor. Rus Merkez Bankası başkanı şubat ayında ülke dışına yasadışı olarak 50 milyar dolardan fazla para kaçırıldığını söylemişti.
Putin, bu konuda şubattan bu yana iki kararname imzaladı. Bunların başında da Rus yetkililerin paralarını yabancı ülkelerde tutmalarına, borsalarda oynamalarına ve mali enstrümanlardan faydalanmalarını engelleyen tasarı geliyor. Rus yetkililer yabancı ülkelerde hesap açacaksa bunu da Rus bankalarında yapmak durumunda kalacaklar. Yasanın bir tek unsuru yumuşatıldı, o da yabancı ülkelerde mülk satın alınmasıyla alakalı.
Diğer yandan Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki iflas hali ve kurtarma paketi nedeniyle ‘teyakkuza’ geçen Rusya’dan ‘euro’ konusunda ilginç bir çıkış geldi. Putin, Alman Şansölyesi Angela Merkel ile birlikte katılacağı fuar için Rusya’nın Avrupa’daki iki büyük ticari ortağı Almanya ve Hollanda’ya gitmeden önce “Euro’ya güveniyoruz” çıkışı yaptı. Rusya’nın yabancı kur rezervlerinin yüzde 42’sini euro olarak tutmaya devam edeceğini söyledi.
Rus Merkez Bankası’nın son verilerine göre Ocak 2012’den bu yana Rusya yabancı rezervlerinin üzde 42.1’ini euro olarak, yüzde 45.5’ini ise dolar olarak tutuyor. Başbakan Dimitri Medvedev, Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki kriz sebebiyle euro’nun payını gözden geçireceklerini söylemişti. Putin ise son çıkışıyla, AB’ye mesaj vermiş oldu. Elbette Avrupa’nın Kıbrıs krizini ele alışını eleştirmeyi de ihmal etmedi zira kurtarma paketine şart olarak adada birikmiş Rus kara parasıyla ilgili tedbirler talep ediliyordu. Putin ise, “Off shore bölgesini biz mi yarattık ki! Hayır Avrupa Birliği yarattı. Yahut da Kıbrıslı yetkililer yarattı ve AB yöneticileri de bunu kabullendi” diye çıkıştı.
Kıbrıs Rum Kesimi toparlanma çabasında
Kıbrıs Rum Yönetimi, AB’den 10 milyar euro’luk kurtarma paketinin ardından geçen hafta ekonomiye gaz vermek üzere harekete geçti. Çiçeği burnunda Devlet Başkanı Nicos Anastasiadis, 12 maddelik büyüme planının kabineye sunularak 15 gün içinde onaylanmasının planlandığını duyurdu. İlk etapta adaya yatırım yapacaklara vergi indirimleri ve özellikle turizmi patlatması beklenen casino yasağına son verilmesi öne çıkıyor.
Rum Kesimi’nin bankalarını kurtarmak için 17 milyar euro ihtiyaçtan söz ediliyordu. Çıkan miktarla birlikte borç krizinin sona ermekten uzak olduğu yorumları yapılıyor. Adanın içine düştüğü resesyondan çıkması için bankacılık sektörünün yeniden düzenlenmesi, sermaye kontrolleri ve oluşacak binlerce iş kaybının önlenmesi hedefleniyor.
Fakat Anastasiadis’in girişimleri sürerken, nahoş gelişmeler yaşandı. Bunlardan birisi yeni Rum liderinin damadının AB/IMF anlaşmasından birkaç gün önce sahibi olduğu Loutsiot&Sons şirketinin batık banka Laiki’deki 21 milyon euro’sunu ülke dışına çıkardığının anlaşılması. Paralar Londra bankalarına aktarılmı. Anastasiadis ise soruşturma talimatı vermek durumunda kaldı.
Diğer gelişme de Kıbrıs Maliye Bakanı Michael Sarris’in adayı iflastan kurtaran 10 milyar euro’luk anlaşmayı kotardıktan sonra istifasını sunması. Batık Laiki bankasının bir önceki başkanı da olan Sarris, misyonunu tamamladığını duyurdu. Ancak istifasının perde arkasında Anastasiadis’in ülke ekonomisini batıran siyasi ve ekonomik düzenlemeleri soruşturmak üzere yüksek yargı mensuplarını ataması. Zira Sarris de bu soruşturmanın kapsamında.
Adada banka çalışanlarının iş bırakma eylemleri başlarken, Rum Kesimi’nin güçlü komünist partisi AKEL euro’dan çıkış fikrinin dışlanmaması gerektiğini dile getirir oldu. Partinin Genel Sekreteri Andros Kipriyanu, “Bu mesele masada bir seçenek olarak duruyor. Dikkatle inceleme ve planlama gerektiriyor” dedi.
Yaşlı Kıta'nın hali...
Biraz da Avrupa’daki gelişmelere bakalım..
İtalya siyasi kısır döngü...
Euro bölgesinin üçüncü en büyük ekonomisi İtalya’da 24-25 Şubat’taki genel seçimi sonrası siyasi kargaşa dinmiyor. Pier Luigi Bersani liderliğindeki merkez solun hükümet kurma girişimi boşa çıkmıştı. Silvio Berlusconi liderliğindeki merkez sağ ise geçen hafta ya geniş çaplı bir koalisyon kurulması yahut da haziranda yeni seçim yapılması çağrısında bulundu. Ancak Bersani, Berlusconi ile ‘büyük koalisyonu’ reddetti. Barsani’ye aralık ayında parti içinde rakip çıkan ancak yenilen 38 yaşındaki genç Floransa belediye başkanı Matteo Renzi de sürpriz bir çıkışla, ya Berlusconi ile koalisyon yahut da seçimlere gidilmesi çağrısı yaparak herkesi şaşırttı. Renzi, elbette seçimlere kendi liderliğinde gidilmesini istiyor. İşin tuhafı, son anketler bütün bu kriz hali içinde Berlusconi’nin sağ bloğuna desteğin artarak yüzde 31’lere yükseldiğini gösteriyor.
Hal böyleyen herkesin gözü Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano’nun atadığı ‘akil adamlarda’.. –aralarında hiç kadın yok!- ‘Akil adamlar bu hafta Napolitano’yu bilgilendirecek. En başta da sosyo-ekonomik reformlar ve siyasi krizde payı büyük olan seçim yasasında yapılacak değişiklikler öne çıkıyor.
Emektar komünist Napolitano, görev süresinin dolacağı 15 Mayıs’a kadar siyasi krizi çözmek için adeta çırpınıyor. Bu yüzden kişisel olarak da hedef tahtasında. Berlusconi, Napolitano’yu İtalya vakit kaybederken, uzmanlar atamakla eleştirdi. Beppe Grillo’nun 5 Yıldız Hareketi de kendisini ‘sahte bir koalisyon hükümeti kurmaya çalışmakla’ suçladı. Ancak Napolitano, Amerikan siyasi jargonuyla, ‘topal ördek’ konumunda, yani parlamentoyu fesh edemiyor, yeni seçim çağrısı da yapamıyor.
İspanya'da yeni eylem biçimi: Siyasilere ev baskınları
Ekonomik krizdeki İspanya’da da, mortgage krizi nedeniyle evlerinden zorla çıkarılan binlerce kişi, siyasetçilere yönelik yeni bir eylem biçimine yöneldi. Protestolar siyasetçilerin evlerinin kapısına taşınıyor. Hedefleri evlere zorla el konulmasının yolunu açan sıkı mortgage yasasının değiştirilmesi için kapı önünde ‘taciz eylemleri’ düzenliyor. Hükümet öfkeli. Protestolardan bir göstericinin evinin önündeki bağırışlarıyla payını alan Başbakan Mariano Rajoy, “Hepimizin fikirlerini savunma hakkı var fakat bu tür kamusal sorunlar gözdağı verilerek çözülemez” diye çıkıştı.
Bu protesto dalgası 1990’larda Latin Amerika’da Arjantin ve Şili’de ‘escraches’ ismi verilen insan hakları kampanyasından esinlenmiş. O dönemde protestocular askeri diktatörlükle bağlantılı yetkililerin kapı önlerini mekan seçmekteydi. İşler kimi zaman yumurta atmaya kadar varıyordu.
Hollande hedef tahtasında
Fransa’da da işler karışık. Fransız solu, sosyalist Cumhurbaşkanı François Hollande’ın nisan sonunda oylanması beklenen yeni çalışma reformu yasasına karşı ayağa kalkıyor. Sol Cephe şemsiyesi altında birleşmiş solcu vekiller yasayla ilgili binlerce değişiklik önerisi sundu. Sendikalar da sert muhalefete başladı.
Yeni çalışma yasası ile Hollande, şirketlerin sıkıntılı dönemlerde işçileri daha kolayca işten çıkartması ve diğer önlemlere başvurmasının yolunu açacak. Hollande, yasanın sözleşmeli işçilerin haklarını koruduğunu, işsizliği azaltacağını ve ekonomiyi canlandırma çabalarının yaşamsal bir parçası olduğunu savunuyor.
Fakat komünistlerin desteklediği en büyük sendikalardan biri olan CGT muhalefet bayrağı açtı. Sol cephe Hollande’ı seçim vaatlerine aykırı davranmakla, ‘sosyalist ilkeleri satmakla’ itham ediyor. CFDT gibi daha ılımlı sendikalar ise yasayla ilgili anlaşmayı imzaladı. Bu yüzden CGT tarafından işveren sendikaları federasyou Medef ile ‘işbirliği’ yapmakla suçlanıyorlar.
Hollande’ın başı hakikaten dertte.. Euro bölgesi fırtınasına son yakalanacak ülkenin Fransa olacağı spekülasyonları eksik değil. Bütçe açığını yüzde 3’e çekme hedefini tutturulması zor görünüyor. 2013 büyüme öngörüleri de sıfırın biraz üzerinde.
Son darbeyi de eski maliye bakanı Jerome Cahuzac’tan yedi. Cahuzac’ın İsviçre’de gizli bir banka hesabında 600 bin euro’su bulunduğunu itiraf etmesi siyasi atmosferin tuzu biberi oldu. Cahuzac, mart ortasında istifasını sunmuştu ve soruşturma başlatılmıştı. Suçlu bulunursa Cahuzac, beş yıla yakın hapis ve 375 bin euro para cezasına çarptırılabilir. Bu da elbette anketlerde düşüşe geçmiş olan Hollande için büyük utanç kaynağı olacak.
Almanya'da seçim yarışı şimdiden başladı
Almanya’da sonbahardaki genel seçimler için geri sayım başlarken, CDU’lu Şansölye Angela Merkel’in Sosyal Demokrat Partili (SPD) rakibi Peer Steinbrueck atağa kalktı. Hem de Merkel’i euro krizi ele alışından ötürü yerden yere vurarak. Steinbrueck, Fransa ziyaretinde Sosyalist Cumhurbaşkanı François Hollande’la görüşmesi sonrası Merkel’I ‘sıkı bütçe’ siyasetinde ısrarcı olarak Avrupa’nın güneyindeki ekonomileri bir ‘kısırdöngüye sokmakla’ suçladı. Steinbrueck, bunun yerine euro bölgesi politikalarının yeniden dengelenmesi ve bütçe açıklarının büyümeyi teşvik ederek kapatılması yoluna gidilmesi gerektiğini söyledi. Aslında bu tam da Hollande’ın seçildikten sonra Merkel ile tutuştuğu yöntem tartışmasının aynısı. Ancak seçimlere beş ay kala anketlerde Merkel’in merkez sağcı bloğu SPD’nin önünde görünüyor.
Obama maaşından feragat etti
Bir diğer sosyo ekonomik gelime de Birleşik Devletler’den. ABD’de 85 milyar dolarlık federal bütçe kesintilerinin 1 Mart’ta yürürlüğe konulmasıyla kamu çalışanları için ‘azap günleri’ başlarken, Başkan Barack Obama da maaşının yüzde 5’ini almama kararı verdi. Obama yıllık 400 bin dolar olan maaşının 20 bin dolarını, yani yüzde 5’ine tekabül eden kısmını Hazine’ye iade edecek. Federal bütçe kesintileri aralık sonuna kadar devam edecek.
Pentagon şefi Chuck Hagel da 10 bin 750 dolarlık fedakarlıkta bulunacak. Vietnam gazisi olan Hagel, geçen hafta Ulusal Savunma Üniversitesi’ndeki ilk politika konuşmasında, savunma alanındaki bütçe kesintilerini savundu, ekonomik durumu gözönüne alarak Amerikan ordusunun da ‘kemer sıkması’ gerektiğini belirtti. Hagel, savunma harcamalarındaki kesintilerin Birleşik Devletler’in dünya sahnesinden çekilmesine yol açmasının kabul edilemeyeceğini söylese de Amerikan askeri gücünün de sınırlarını bilmesi gerektiğini ekledi. Kesintilerden Pentagon’un payına düşen 41 milyar dolar.
Dünyanın ilk silah ticareti anlaşması
193 üyeli BM Genel Kurulu, geçen hafta küresel silah ticareti anlaşmasını onayladı. 70 milyar dolarlık uluslararası konvansiyonel silah sanayinin kontrolu için bu uluslararası düzeyde ilk anlaşma niteliği taşıyor. Oylamada 154 ülke olumlu oy kullanırken, 3 ülke karşı çıktı, 23 ülke de çekimser kaldı.
Karşı çıkan ülkeler İran, Suriye ve Kuzey Kore. İran ile Suriye’nin gerekçeleri, anlaşmanın silahların yasadışı isyancı gruplara iletilmesi konusunda gerekli sınırlamaları içermemesi. Önde gelen silah tedarikçisi ülkeler Çin ile Rusya’nın yanı sıra, Küba, Venezüella, Bolivya, Nikaragua gibi ülkeler de çekimser kaldı. Hindistan ise anlaşmanın ihracatçı ülkeleri kayırdığı gerekçesiyle çekimser kalmayı tercih eden ülke oldu.
Dünyanın bir numaralı silah ihracatçısı olan ABD ise güçlü silah lobisi kuruluşu Ulusal Tüfek Birliği’nin itirazlarına rağmen anlaşma lehinde oy kullandı. Ancak Obama’nın anlaşmayı Kongre’de onaylatması hiç kolay olmayacak.
Anlaşma 3 Haziran’da imzalya açılacak ve 50 ülkenin onaylaması halinde 90 gün içinde yürürlüğe girecek.
'Feminist' Papa
* Papa 1. Francis, St. Peter meydanındaki haftalık ayininde Hristiyan aleminde kadın-erkek meselesine el attı. Kilise’de kadının yerinin çok temel olduğunu, İsa’nın dirilişine ilk tanıklık edenlerin ve yeni dinin yayılmasını sağlayanların kadınlar olduğunu söyledi. Yeni Papa’nın bir hafta önceki paskalya vesilesiyle ayak yıkama-arındırma ritüeline kadınları da katması gelenekselcilerin tepkisini çekmişti.
Hillary önce kitabıyla dünya sahnesine çıkacak
* ABD’nin bir önceki Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, dünya sahnesine anılarıyla çıkmaya hazırlanıyor. Clinton’ın uluslararası politikada olup bitenleri içeren kitabının 2014’te yayınlanacağı ve bir ‘dünya turu’ ile tanıtılacağı açıklandı. 2016’da başkanlığa aday olabileceği spekülasyonlarını canlandırdı. Buna rağmen kadın liderin yakınları başkanlık yarışına katılma yolunda bir karar alınmadığında ısrar ediyor. Nitekim Clinton’ın adaylığı için ‘Hillary için Hazırlık’ isimli bir siyasi eylem komitesi de kuruldu.