Heja Bozyel

25 Temmuz 2024

Lionel Boyce, The Bear'ı anlattı: Her şey bir fikir olarak başladı, ikinci sezonda gerçeğe dönüştü, peki şimdi ne olacak?

Disney+'ta yayınlanan ve yıllar sonra 2020'lere dönüp bakınca muhakkak kült diziler listesinde olacak The Bear, üçüncü sezonunda ilk iki sezonu alıp ortaya her saniyesi önemli, anlatım dili ile çıtayı çok yükseltmiş, tadı damakta kalan bir sofra kuruyor. Dizinin basın toplantısından notlar ve Marcus'u canlandıran Lionel Boyce ile sohbetimiz de üçüncü sezonun etkisi ile gerçekleşti

The Bear öyle tek seferde oturup izlenecek çerez dizilerden değil. İzlediyseniz zaten biliyorsunuz. İzlemediyseniz de zaten duymuşsunuzdur. Şimdi izlemeye karar verdiyseniz sakın bir hafta sonunda bitirmeyi denemeyin. Hızlı yenmiş iyi bir yemek gibi boşa gider, midenize oturur. Özellikle şiir gibi olan bu sezon her bölümde duyguları mikserden geçirdiği için sindirerek, yavaş yavaş izleyin. Bu sadece sadık bir izleyici önerisi değil; şefin tavsiyesi. Hem global basın toplantısında ekibin diziyi izleme şeklinin bu olduğunu öğrendik hem de özel olarak röportaj gerçekleştirdiğimiz Lionel Boyce (Marcus karakterini canlandıran L-Boy) yeni sezonu bir haftada izlediğini anlattı.

The Bear'ı böylesine özel kılan ne? Anlatımdaki hız, hikâyelerin gücü, duyguların yansıtılması, sertliğin yüzümüze çarpılışı, mutfakta (normalde görmediğimiz alanda) olanları izleme hazzı, oyunculukların ekrandan çıkıp yanı başımızda karakterlermiş gibi başarılı oluşu, renkler, müzikler, daha devam edeyim mi? Herkes bu dizide kendine ait bir anı, bir duygu bulabilir. Bu da dizinin ayrı bir başarısı olsa gerek…

Dizinin üçüncü sezonu yayınlanmadan hemen önce katıldığımız global (online) basın toplantısında işin başka bir sırrı daha ortaya çıktı: Ekibin çok iyi anlaşması ve arkadaş olmaları. Üçüncü sezonda Carmy yeniden hatalar yapmamak için sürekli olarak yeni kurallar getiriyor hem kendine hem de mutfağa ve eski şeflerinden öğrendiği bir "non-negotiables" (Tartışmaya kapalı konular) listesi hazırlıyor. Sette böyle tartışmaya kapalı konular var mı diye sorulduğunda, ekibin en enerjik ve konuşkanı olan Ayo Edebiri hemen "Birbirimize karşı nazik olmak" dedi. Jeremy Allen White onu onaylarken, "Zamanında ve hazırlıklı gelmek" diye ekledi. Ayo Edebiri "C vitamini almak" diyerek herkesi güldürdü ve ekibin en heyecanlı görüneni, Abby Alliot "Susuz kalmamak" dedi. Aslında sadece set ortamı değil; günlük hayatın tartışmasız olması gerekenlerini sıraladı ekip. Belki de "birbirimize karşı kibar olmak" tartışmasız bir kural olarak tüm dünyada geçerli olsa hepimiz böyle "daha iyi" işler yapabilir, mutlu ortamlarda çalışıp yaşayabilirdik…

Basın toplantısındaki ilgi çekici sorulardan biri de ekrana yansıyan yemeklerin neler olacağına nasıl karar verildiği konusuydu. Hem dizinin yapımcısı hem de bu sezonun yükselen karakteri Matty Matheson, diğer yapımcı Courtney Storer'ın bu konuyla ilgilendiğini ve Storer ile ekibinin Carmy ve Syd ile birlikte çalışarak menüyü oluşturduğunu anlatırken tüm o yemeklerin hazırlanmasının ne kadar zor olduğunu belirtti. Mutfağa uygun bir şekilde o sahneleri çekebilmek de başka bir ustalık, bunun da altını çizerken özellikle tatlıların yapımının daha zor olduğunu söyledi. Yani Lionel (Marcus) sahnelerinin yaratımının en zor sahneler olduğunu, onun bir kimyasal çalışma olduğunu anlattı. "Ama sanırım o sahnelerin en zor yanı, hem güzel görünen hem anlamı olan hem de çıtayı yükselten menüler hazırlamak" dedi.

"Dizinin duygusal olarak yorucu yanı, karanlık sahnelerini set bitiminde nasıl üstünüzden atıyorsunuz, eve taşıyor musunuz o duyguları" diye sorulunca Jeremy bunun mümkün olmadığını belirtti. Hem setteki arkadaş ortamının o duyguları atmaya yardımcı olduğunu hem de sürekli o duygularla aylarca çalışılamayacağını, yaşanamayacağını anlattı. Ekibin tamamı ona katılıyordu bu konuda. Keşke bir de diziyi izledikten sonra bizim de etkisinden çıkmamız için düzenli olarak dizi ekibi ile terapi seanslarımız olsa!

Basın toplantısının ardından dizinin bu sezonunun temel hikâyelerinden birinin kahramanı olan Marcus'u canlandıran Lionel Boyce ile baş başa sohbet etme imkanımız oldu. Bu arada bir de müjde verelim, üçüncü sezonla neredeyse eşzamanlı olarak dördüncü sezon da çekildi. Yani çok beklememiz gerekmeyecek!

- Merhaba Lionel, nasılsın?

İyiyim, sen nasılsın?

- İyiyim, teşekkür ederim. Bu sezonla ilgili neler hissediyorsun?

Sadece izlemem gerekli gibi hissettim! Şahane, çok sevdim. Bir haftada hepsini izledim ve sanırım bu sezon benim favorim olabilir. Çünkü yaşanmışlık var. Bu karakterleri önce inşa ediyorsun, yaratıyorsun ve sonra hâlâ daha onlarla ilgili anlatacak, izleyicinin onları sevmesini sağlayacak yeni bilgiler bulabiliyorsun.

- İkinci sezonun sonunda bizi bir sürü soru ile baş başa bıraktınız. Tüm bu soruların cevaplarını bilip susmak zorunda kalmak nasıl bir şeydi?

Komik çünkü mesele tam olarak bu. Bir arkadaşınla film izlediğinizi düşün. Sen filmi daha önce izlemişsin, o izlememiş. Arkadaşın durmadan "Şimdi ne olacak" diye sorup duruyor. Yani gerçekten bunu sana anlatmamı ister misin? Bence istemezsin, her şeyi mahvetmiş olurum anlatırsam. İnsanlar bana "Aman Tanrım Marcus'un annesine ne olacak?" diye soruyorlar. Ben de "Anlatabilirim ama inan bilmek istemezsin, izlemeyi tercih edersin, güven bana" diyorum.

- İlk iki sezonun duyguları çoğunlukla yas, stres, hüsrandı. Üçüncü sezon için ne söyleyebilirsin?

Bence keder, yas, seçilmiş aile temalarının yanı sıra en yüksek seviyeye ulaşma çabasıyla da ilgili olmaya devam ediyor dizi. İlk iki sezon restoranın açılmasını bekleyerek geçirdik. Her şey bir fikir olarak başladı, ikinci sezonda gerçeğe dönüştü. Üçüncü sezonda ise, yani şimdi restoran açıldı. Peki ya şimdi ne olacak? Bir restoranın mükemmellik için çabalarken nasıl işlediğini izliyoruz bu sezonda.

- Yas insanın hayatındaki çoğu şeyi değiştiriyor ve bu sezon yasla mücadele etme sırası sende. Marcus'un bu sezon boyunca yaşadığı büyüme ve değişimle sen kişisel olarak nasıl bir bağ kuruyorsun?

Kişisel anlamda bağ kurduğumu düşünüyorum çünkü bu gerçek hayatta olan bir olay, onun daha önce yapmadığı şekillerde olgunlaşmasına neden oldu. Bu, hayat koşulları nedeniyle yaratıcı kıvılcımı kaybetmeden çocukça niteliklerinizi koruyarak olgunlaşmak gibi. Bu yüzden devam eden yaratıcılığı ve kendini zorlamayı sürdürmek için uğraşıyor, aynı zamanda bir insanın karşılaşabileceği en trajik şeyle başa çıkarken.

- Bu soru size çok geliyor ama ben de soracağım; çekimler boyunca senin mutfakla, restoranlarla ilişkin nasıl değişti?

Düşündüğünüzden çok daha karışık bir sistem bu. Artık mutfaklara, restoranlara karşı daha düşünceliyim, daha fazla takdir ediyorum. Dışarıda bir restorandayken arkada nasıl zor şartlarda çalıştıklarını biliyorum. Ayrıca bir restoranı açık tutabilmenin ne kadar zor olduğunu biliyorum artık. Çoğu restoran boğulmamaya çalışarak, başlarını zorlukla suyun üstünde tutarak işliyor. Bu yüzden, etrafa bakıp her şeyin detaylı düşünüldüğünü ve değerlendirildiğini görüp daha çok takdir ediyorum. Bunun birinin tamamlanmış hayali olduğunu ve bunu gerçekleştirmek için çok çalıştığını fark ediyorsun. Bu yüzden, her şeyi daha fazla anlamaya ve takdir etmeye çalışıyorum.

- Çok teşekkürler Lionel, hem röportaj hem de bu şahane dizi için!

Ben teşekkür ederim.


The Bear tüm bölümleri ile Disney+'ta.