Orhan Pamuk hakkında yazı yazmanın, eskilerin deyişiyle az çok 'temkinli' olmayı gerektirdiğini biliyorum. Öyle ya övseniz başka, yerseniz başka bir sorun oluyor çok zaman. Peki, edebiyatımızın 'Nobel Ödülü' almış yazarı Orhan Pamuk, övgüye gereksinim duyar mı diye geçebilir aklımızdan. İnsan teki her birimiz övülmek isteriz elbette, yazar Orhan Pamuk da kendisinden üstün gördüklerinden övgü bekler kuşkusuz. Acaba Orhan Pamuk, eleştiriye tahammül edebilir mi diye de sorabiliriz pekâlâ. Hangimiz eleştiriyi gönül hoşluğuyla karşılayabiliriz ki sorusu, kendi içinde bir cevabı da barındırıyor ya çoklukla taşın nereden geldiğine bakılıyor bu durumda. Üstüne üstlük, bu satırların yazarı olarak adım da Hasan.
7 Haziran 1952'de, "gece yarısından biraz sonra İstanbul'da, Moda'da küçük bir özel hastanede" doğmuş Orhan Pamuk şimdi yetmiş yaşında. Ben de bu durum için bir anımsatma yazayım istedim. Yetmişindeki Orhan Pamuk, kırk yıllık romancıdır aynı zamanda. Kırk yıllık romancılık, ilk romanın 1982'de basılışıyla ilgili bir ölçüdür, önceki on yıllık hazırlık süreci de eklenirse Orhan Pamuk elli yıldır romancıdır. Yıl 2022, köprünün altından çok sular geçti ya -1930'lardaki Körleşme yazarı Elias Canetti benzeri- seksenlerin başında yayımlanmadan ödül almış romanına yayın evi arayan genç yazar değil de 'Nobel Ödülü' almış yetmiş yaşındaki Orhan Pamuk'tur karşımızdaki.
Kurmaca olan ve olmayan metinler ile 'ödül' orta yerde duruyor, bu bakımdan 'övgü' bahsini geçiyorum. Edebiyat/roman eleştirisi bahsinde yalnızca "Orhan Pamuk'u eleştiren adam" Tahsin Yücel ile hariciyeci Oğuz Demiralp adlarından söz edip geçeceğim. Bir de 'inadına' Orhan Pamuk sevmeyen karakuşîler var ki evlere şenlik onlarınki. Romancıyla ilgili görüşlerini ortalık yerde -birileri duysun diye- yüksek sesle dillendiren güruhu ukala, roman/cı eleştirmeyi maç seyretmek ya da türkü çığırmak türünden bir şey sanıyor anlaşılan. Resmi ideoloji ile hesaplaştığı için sevilmeyen bir Orhan Pamuk olduğunu da unutmayalım.
Hatırlayınız ki 1990'da yayımlanan Kara Kitap için Tahsin Yücel, "romancı dilimizi yalnızca acemice değil, bir yabancı gibi kullanıyor, olmayacak sözcük ve sözdizim yanlışları yapıyor" diyerek "Kötü bir yazar iyi bir romancı olabilir mi?" (Gösteri, Kasım 1990) sorusuyla açılan yazısını yazdığında söz yerindeyse kızılca kıyamet kopmuştu. Romandan seçtiği cümleleri değerlendirirken "Şaka bir yana, Orhan Pamuk'un türkçesi gerçekten yetersizdir" sözleriyle eleştiri oklarının hedefi olan Tahsin Yücel, aynı dergide yayımlanan "ABC'nin Eleştirisi" (Ocak 1992) başlıklı yazısında eleştirilerin değerlendirmesini yapmıştı. Her iki yazı da sonrasında yazarın Tartışmalar (YKY, 1993) kitabında yer almıştır.
Bilenleri bilir ya Orhan Pamuk, "Kütüphanemle Aşk ve Nefret: Bazı Kitaplarımdan Nasıl Kurtuldum?" (Kitap-lık, Mart-Nisan 2000) yazısıyla "okumam" dediği Tahsin Yücel'i hedef almıştı. Dergideki iki sayfalık yazı, "Böylece kütüphanemin Türk edebiyatı raflarında, elli yaş ile yetmiş yaş arasında, doğuştan hayatı kaymış, yarı başarılı, yarı şaşkın, vasat, erkek ve kel yazarların kitapları hızla eksiliyor." cümlesiyle bitmişti. (Anımsayalım, 1933 doğumlu Tahsin Yücel, yazı yayımlandığında altmış yedi yaşındaydı.) Açıkçası, "Orhan Pamuk'u eleştiren adam" olmak, Tahsin Yücel'e pahalıya patlamıştı. Tahsin Yücel (ö. 2016) aramızda değil artık. Aynı eleştiri bugün yazılsa Orhan Pamuk aynı tepkiyi verir miydi, sanmıyorum.
Orhan Pamuk severlerin sevmediklerinden olan Oğuz Demiralp'in yanlışı (!), romancının Türkçesinin yetersiz olduğunu göstermekle kalmayıp Orhan Pamuk'un romanlarında pek çok (ç)alıntılar olduğunu göstermesidir. Vaktiyle bir söyleşisinde 'aklının erdiği dilinin döndüğü' kadarını söyleyen Oğuz Demiralp, "Okuduğum kadarıyla eleştirebileceğim bir konu: Türkçesi kötü Orhan Pamuk'un. Teknik bir değerlendirme yaparsam, bir Türkçe sorunu var. Okuduklarım yapı olarak başarılı. Başarılı bir romancı olduğunu teslim etmek gerekir. Ama Nobel verenler Türkçesinden okusalardı aynı değerlendirmeyi yaparlar mıydı, o konuda teknik bir şüphem var. Ama her şeye rağmen Pamuk'un Nobel alması büyük bir başarıdır. Hepimizin övünç duyması gerekir." değerlendirmesiyle ödül öncesindeki Tahsin Yücel'i doğrulamakla kalmamış, o da Orhan Pamuk severlerin sert eleştirilerine maruz kalmıştı. Örneğin, diplomat olması dışında Oğuz Demiralp adından haberdar olmadığı anlaşılan gazeteci Mehmet Barlas, her nedense Orhan Pamuk havarisi kesilerek "Bizim diplomatlarımız neden Kıbrıs'a herhangi bir dilde 30 yıldır çözüm üretemediklerini araştırmak yerine, Nobel'li tek Türk'ün başarısına takıldıkları için de bir başkadır benim memleketim." (Posta, 31 Aralık 2007) demişti vaktiyle. Cahit Sıtkı doğru söylemiş: "Âşık dediğin mecnun misali kör/ Ne bilsin âlemde ne mevsimidir."
Oğuz Demiralp, Orhan Bey ve Kitapları (Kırmızı Kedi, 2018) ile Orhan Pamuk ve sevenlerinin ne tür eleştirileriyle karşılaştı, bilemiyorum. Romancının on altı kitabını (Cevdet Bey ve Oğulları (…) Kırmızı Saçlı Kadın) tek tek inceleyen Oğuz Demiralp, kitabının "Evveliyat" başlıklı son bölümüne, andığım dil konusunu içeren "Orhan Pamuk'un Türkçe Sorunu Üzerine" ile "Güzel Harfler" başlıklı yazılarını eklemiş ki okunmadan geçilmemeliler. Kitabının yayımlandığı günlerde; yazmak/yazı, okumak/okur, edebiyat ve özgürlük, Tanpınar, dergi, kitap, eleştiri ve Orhan Pamuk romanları konusunda görüştüğüm bilgilendirici söyleşisinde (Mavi Yeşil, Eylül-Ekim 2018, Sayı:113), "Kitabın önemli bir yansıması kulağıma gelmedi" diyen Oğuz Demiralp, şu gerçeği açık seçik söylemişti: "Orhan Pamuk roman sanatını iyi bilen, birikimli, imgelemi (muhayyile) güçlü bir yazarımız. Çalışmayı, yazmayı da seviyor. Araştırmacılığı çok önemli bir yönü." Bir eklemesi de şuydu: "Benim ölçülerime göre, başka kitaplardan, metinlerden yararlanma konusunda Orhan Pamuk ölçüyü kaçırmıştır. Kaynak belirtseydi bunu ben biraz hoş görebilirdim (Başkasının tavrını bilemem). Müzik alanında, resim alanında, film alanında olsaydı fikri mülkiyet hakkı kapsamına girebilecek bir ölçüyü kaçırmayı, pamukseverlerin, 'metinlerarası ilişki' kuramına sığınarak hoş görmelerinin ötesinde, yazın ustalığı diye göstermelerini benim havsalam almıyor." Kendi adıma, Orhan Bey ve Kitapları okunmaksızın Orhan Pamuk okumalarının eksik kalacağını düşündüğümü açıkça söylemeliyim.
Kaynakların biyografi bilgileri bir yana, İstanbul'un bir başka evinde "bir başka Orhan'ın yaşadığına çocukluktan başlayarak uzun yıllar aklımın bir köşesiyle inandım" diyen şanslı çocuk Orhan Pamuk için İstanbul (2003; YKY, 2004), otobiyografinin ötesine geçmiş bir kitaptır. Kitaplarının okuduğum bazı bölümlerini yeniden okuyunca Llosa'nın, edebiyat(ım)ın amentüsü saydığım "Tenya Benzetmesi" (Genç Bir Romancıya Mektuplar, Can, 2012; çev. Emrah İmre) yazısını anımsadım. Yazıda, Llosa'dan on altı yaş küçük, dosya kâğıtlarından yaptığı dergide yazmadığı romanı yayımlayacak İstanbullu çocuk yazarın heyecanını gördüm. Orhan Pamuk, andığım yazıyı okumamış olamaz, öyle olsaydı şu yargı, romanın "sadık bir kölesi" yazarın ilkesi olamazdı: "Edebiyat mesleği, bir spor veya boş vakitlerde icra edilen bir kibar oyunu değildir. Ayrıcalıklı ve ayırıcı bir fedakârlık, önüne başka hiçbir şeyin geçemeyeceği bir öncelik, kurbanlarını (kutlu kurbanlarını) köleye dönüştüren özgürce tercih edilmiş bir uşaklıktır." Anlattıklarını yeniden okuyunca "iyi edebiyat" için odasına hapsolmuş Orhan Pamuk, kendisini doğaya adamış/hapsetmiş Vincent van Gogh'un kardeşine yazdığı mektuplarda dillendirdiği 'çalışma' azmiyle okumuş ve yazmış gibi geldi bana. Ressamın, satır aralarındaki felsefesini, "Dur durak bilmeden tutuşurcasına çalışıyorum" (Theo'ya Mektuplar, YKY, 2019; çev. Pınar Kür) cümlesiyle özetledim ve gördüm ki odasında her gün sekiz-on saat okuyan/yazan romancı da aynı ilkeyle çalışıyormuş. Başarı için "sabır", "inat" ve "sadakat" şaşmaz ilke, ilham ise bir uzak hülya…
Edebiyat, dolayısıyla yazı yoluna çıkacakların başucu kaynakları vardır kuşkusuz ancak 2007'den sonra, Nobel konuşması "Babamın Bavulu" da tartışmasız ilgili listeye eklenmelidir. Andığım diğer kitaplardaki değinilere bu konuşmayı da ekleyince bizde kaç edebiyatçının kendini böyle anlatışı/sorgulayışı vardır diye sordum kendime sonra da belki anlatacakları yoktur ki yaz(a)madılar diye düşündüm. Orhan Pamuk'un, konuşma boyunca yazar için ısrarla "odaya kapanma" önerisi, kırk iki günlük oda hapsine mahkûm edildiği odasında yazan Xavier de Maistre'in, "Gerçekten de herkesten gizlenerek çekilebileceği küçücük bir odası bile olamayacak kadar bahtsız, terk edilmiş olabilir mi insan?" (Odamda Yolculuk, Sel 2019; çev. Işık Ergüden) sorusuyla yakın geldi bana. "Neden yazıyorsunuz?" sorusunun bir dizi cevabını içeren bu Nobel konuşması metnine, Babamın Bavulu (2007; YKY, 2021), kitabının "İma Edilen Yazar" başlıklı bir başka konuşma yazısı da eklenmelidir.
İlk romanı için "Sekiz yıl boyunca yalnızca yazmadım, olağanüstü miktarda okudum, dünya romanını tanıdım" diyen romancının Öteki Renkler (1999; İletişim, 2010) ve Manzaradan Parçalar (2010; YKY, 2017) adlı iki kitabında, 'roman' üzerine pek çok yazısı var. Örneğin, Öteki Renkler içindeki "Roman Sanatı" bölümünün yazılarıyla "Yazarlar ve Kitaplar" ile "Kitaplar Benim Hayatım" bölümlerine, Manzaradan Parçalar kitabının benzer yazılarıyla "Roman sanatı hakkında" röportajı özellikle eklenmelidir. Bütün bunlar ve başkaları bir yana Saf ve Düşünceli Romancı (İletişim, 2011), okur ya da yazar, gündeminde 'roman' olan her ilgilinin vazgeçemeyeceği kılavuz kitaptır. Yalnızca konuşulduğu yerde değil, yazıldığı bu coğrafyada da 'roman dersi' olmalıdır kitap.
"Yirmi beş yıl Türkiye'de yazar olarak ayakta kalabilmek için kendimi bir odaya kapattıktan sonra, yazarlığın, içimizden geldiği gibi yazmanın, toplumdan, devletten, milletten gizlice yapılması gereken bir iş olmasına, babamın bavuluna bakarken isyan ediyordum." diyen Orhan Pamuk, 1980 sonrası edebiyatımıza damgasını vurmuş romancıdır. Bunun böyle olmasında ailesi ile yetiştiği çevrenin payı yadsınamaz. Sonu Nobel Ödülü ile aydınlanacak bu damga vuruşa, "Romancılığı sevdim ve bu işi yapmak istediğimi, hayatta başka hiçbir şeye talip olmadığımı gördüm ve bunun yapılabileceğine, kendi yeteneğime ve daha önemlisi kendi sabrıma inandım." diyen yazarın bireysel çabasını eklemeliyiz. Göz ardı edilmemesi gereken bir etken olarak 'dönem' üzerinde durulması gerekir. Orhan Pamuk, 70'li yılların yazarı olsaydı Oğuz Atay'ın sonradan anlaşılmak kaderini paylaşırdı herhalde. 40'lı yıllar ile 80'li yıllar arasında bir yakınlık kurulabilir gibi geliyor bana. İlkinde, rejimin gölgesinden çıkan yazarlar edebiyat ortamında kendi başına 'yazar' olarak var olma çabasına girişirken ikincisinde, 'toplumcu' baskıdan kurtulan yazarlar kendilerini zenginleştirerek var etme fırsatını yakalamışlardır. Piyasanın edebiyatına pirim vermeden kendisine özel piyasa oluşturan, "herkesin birbirine matematik problemi sorduğu bir ailenin karakoyunu, sanatçı çocuğu" Orhan Pamuk, dönemini iyi değerlendirmiş, süreci ustalıkla yönetmiştir. Bundan böyle Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay adlarına eklenecek üçüncü isim, tartışmasız Orhan Pamuk olacaktır. Andığım kitaplarındaki yazılarına bakıldığında, sözünü ettiği başkaları vardır ancak onun romancıları, kendisinden önceki o iki isimdir.
İyi edebiyat için "kalabalıktan, cemaatten, günlük sıradan hayattan, herkesin yaşadığı şeylerden kaçıp" bile isteye kapandığı, her yanı kitaplarla dolu odasında, "yaşanmayan hayattan bir çeşit intikam almak" istercesine 'roman' yazan Orhan Pamuk, anlattığı dünyada kendine yer bulamayan 'sanatçı kişi' olarak da ayrıca tartışılmalıdır. Onun durumu, Alberto Manguel'in sözünü ettiği İskenderiye Kütüphanesi 'kharakitai' grubunu anımsattı bana nedense. İçeride, yaratacak kadar hassas ve yalnızken buna karşılık, dışarıda önemsenen ve çok bilinen olmak… Fildişi kule ile fildişi kuyu arasındaki "sanatçı muamması, yani onun çevresini saran esrar ve ondan çevresine yayılan büyü" (Ernst Kris - Otto Kurz, Sanatçı İmgesinin Oluşumu, çev. Sabri Gürses, İthaki 2013) de bu olsa gerek.
Bavuluyla kendisine umut olan babasının aksine, konumları gereği sanatla, resimle uğraşmasına karşı çıkan annesine "ressam" değil, "yazar olacağım ben" diyerek mimarlık fakültesini bıraktığında çeyrek yüzyılına varmamış Orhan Pamuk, şimdilerde yetmişinci sağlık yaşında, dünyanın bildiği 'saf ve düşünceli' romancıdır. "Mutlu olmak için yazıyorum" diyen romancının söyleyecekleri bitmemiştir ya onun için söylenecekler de bitmeyecektir: kurmaca metinlerinin sorunlu dili, dikeyin aksine yataylığı yeğleyen postmodern çağın rüzgârına kapılmak, kendi toplumuna 'konuk' olmak, edebiyatı ekonomiye endekslemek vs. Edebiyat, söyleyecek sözü olanların sözlerine söyleneceklerle yürüyen etkinlik değil de nedir.