Bet-Şeba, tesadüfen gördüğüm ve ilk kez, arka kapak yazısına bakarak okuduğum bir roman. İsveçli Torgny Lindgren, adıyla ilk kez karşılaştığım bir yazar ve 1998'de Türkçeye çevrilen romanı Bet- Şeba'yı da iki bin yirmi iki yılının sonlarında edindim. Romancı hakkında pek bilgi de yok bizde bu nedenle elimdeki roman kitabı tek başvuru kaynağım. 1938 doğumlu ve 2017'de ölmüş yazarın, sayıları bir elin parmaklarını aşan romanlarından Arı Balı ve Yılanın Yolu romanları da vaktiyle Türkçeye çevrilmiş. Ödüllü yazarının Bet-Şeba romanı da 1986'da, "Fransa'nın en saygın" ödüllerinden bilinen "Femina Ödülü" almış.
Yesse'nin oğlu koyun çobanı ve sonrasında kırk yıllık kral Davud'un hikâyesini anlatan Bet-Şeba (Telos, 1998; çev. Ali Gür) romanının dikkatimi çeken arka kapak yazısından bir bölüm: "O sırada elli sekiz yaşında bulunan Yahudi peygamberi Davud canı sıkıldığı bir gün sarayının damına çıkmasaydı kendisinden tamı tamına otuz yedi yaş daha küçük olan Bet-Şeba'yı görmeyecek ve Peygamber Süleyman da dünyaya gelemeyecekti. Tevrat'ın II. Samuel kitabının on birinci bölümü bu müthiş olayı anlatır: "Ve akşamleyin vaki oldu ki Davud yatağından kalktı ve kral evinin damı üzerinde geziniyordu; ve yıkanmakta olan kadını damdan gördü; ve kanının bakılışı çok güzeldi. Ve Davud gönderip kadın hakkında soruşturdu. Ve biri dedi: Bu kadın Hitti Üriya'nın karısı, Eliam'ın kızı Bet-Şeba değil mi? Ve Davud ulaklar gönderip onu getirtti; ve kadın onun yanına geldi, ve murdarlığından tathir (temizlenmiş) olduğundan Davud onunla yattı, ve kadın evine döndü. Ve kadın gebe kaldı, ve gönderip Davud'a bildirdi, ve: ben gebe kadım, dedi."
Kitabın arka kapak yazısındakilerden biraz fazlası, 'Tevrat'ın II. Samuel kitabının on birinci bölümü'nde vardır, ilgilisi bilgilenebilir. Yazılana göre Yaov komutasındaki askerleri Rabba şehrini kuşatırken son yıllarında savaşa pek çıkmayan Davud, Yeruşalim (Kudüs)'de, sarayındadır. Yanına çağırdığında, "aybaşı" kirliğinden kurtulan kadınla birlikte olan Davud, komutan Yaov'a haber göndererek Üriya'yı sarayına yollamasını ister. Üriya'ya hediyeler veren Davud, ona "Evine git, rahatına bak" der. Evine gitmeyip de dışarılarda yatan Üriya'yı tekrar çağıran Davud, neden evine gitmeyip de dışarıda kaldığını sorunca "Komutanım Yoav'la efendimin adamları kırlarda konaklıyor. Bu durumda nasıl olur da ben yiyip içmek, karımla yatmak için evime giderim?" karşılığını verir. Davut, yedirip içirerek sarhoş ettirdiği Üriya'yı yine de evine gönderemeyince bu kez korkunç bir plan hazırlar. "Uriya'yı savaşın en şiddetli olduğu cepheye yerleştir ve yanından çekil ki, vurulup ölsün." yazılı mektubu Üriya'ya vererek Yaov'a gönderir. Emir yerine getirilir, Üriya savaşta ölür, Bet-Şeba kocası için yas tutar ve "Yas süresi geçince, Davut onu sarayına getirtti. Kadın Davut'un karısı oldu ve ona bir oğul doğurdu." Davud, istediğini elde ettiyse de "Davut'un bu yaptığı RAB'bin hoşuna gitmedi." Anlatılan durum budur. Uriya'yı savaş alanından çağırarak Bet-Şeba'nın karnındaki 'zina' ürünü meşru göstermeyi başaramayan Davud, arzusuna iktidarının gücüyle ulaşır. Güçsüz kişiyi dünyalık iktidar gücüyle ezmek, kutsalın hoşuna gitmemiş olsa kaç yazar. Öyle ya "En çok seçilen kutsaldır." ve "Neyin kutsal olduğuna kral karar verir."
Anlatılanlar, pek çok kaynakta yazılıdır. Mitoloji, din, tarih vb. alanlarda ilgisi olanlar, sonraki zamanlarda İslamî kaynaklara da farklı biçimlerde yansımış bu olaya bakabilirler. İslam Ansiklopedisi (TDV), "Dâvûd" maddesinden: "Kıssa ile ilgili diğer bir yorum da Hz. Dâvûd'un küçük günah işlediği şeklindedir. Buna göre Dâvûd, evli olan bir kadını almak için onun kocasını öldürtmemiştir, zira kadın Uriya ile evli değil nişanlı idi. Hz. Dâvûd nişanlı olan bu kadını almıştır. Onun hatası, birçok karısı olduğu halde bir mümin kardeşinin nişanlısını elinden almasıdır. Bir başka açıklamaya göre de dönemin âdeti uyarınca Hz. Dâvûd Uriya'dan karısını boşamasını, onunla evlenmek istediğini söylemiş, Uriya da kralın isteğini reddetmenin uygun olmayacağını düşünerek bu teklifi kabul etmek zorunda kalmıştır. Her ne kadar bu davranış o dönemdeki şer'î hükümlere uygunsa da Dâvûd'un kemaliyle bağdaşmadığı için günah sayılmış, bu sebeple de Dâvûd tövbe etmiştir." Bakışın yeri önemli.
Bet-Şeba romanını, film seyretmenin akıcılığıyla okudum desem yeridir. Kendince "özgün bir anlatım tekniği geliştirmiş" yazarın, diyalogları önemseyen anlatımını sevdim. Roman, alıntıladığım Kutsal Kitap bilgilerinin dışındaki başka bazı olayları öne çıkarırken, bir yanda kadın ile erkek arasındaki aşk ilişkisine diğer yanda dünyalık iktidar ile kutsal arasındaki güç dengesine bakmamızı istiyor. Romanın hemen başında, sayıları yüze yaklaşan kadını olan sarayına getirttiği genç kadında arzusunu tatmin eden kral Davud, "ben her zaman rab ile konuşurum" diyor genç kadına. Kocasının evinden zorla alınan genç kadın ise "birisinin aşkının nesnesi olmak" ile "o zamana kadar kullanılmamış boş bir kapkacakmış gibi o boşluğunun" kral tarafından doldurularak 'seçilmiş' olmak arasındaki ikilemi yaşıyor. Roman, öncelikle bu iki karakter üzerinden okunabilir. Buna karşılık, kadim zamanlardan bu güne değişmeyen insan ilişiklerine tanık olmak da heyecanlandırıyor ve sorgulamalara yöneltiyor okuru. Baba ile oğul arasındaki kanlı iktidar çatışması, dünyalık iktidarı kutsalın gölgesinde sürdürme, 'halk' denilen kalabalığın sorgulamak yerine itaati seçmesi, kadının nesneleştirilmesi benzeri pek çok tarihsel sorun, romanın gündemimize taşıdıklarıdır.
Eliam'ın kızı ve Hitti Üriya'nın karısı Bat-şeba açısından bakılınca Bet-Şeba, bir oluşum romanı (Bildungsroman) olarak okunabilir. Zorla getirildiği kralın sarayından ayrıldığında, "kralın yapışkan menisinin yol boyunca bacaklarının arasından aşağıya doğru aktığını" hissederek evine dönen "yenilmiş" Bat-şeba, bu kötü kaderin bir ömür üzerine yapışmaması için "Kral Davud'u yenmek zorunda" olduğunun bilincindedir ve bunu başarır da. Kral Davud ile kocası asker Üriya arasına kalan "mükemmelliği en büyük zaafı" Bat-şeba, her iki erkeğin gözünde de olanların sorumlusu olmakla suçlu sayılır. Bir erkeğin olduğu için ve bir diğerinin de olmadığı için cazibesinin bedelini ödemek zorundadır Bat-şeba. Evinden alınarak krala getirilmiş Bat-şeba, Davud'un yokluğunda onun ülkesinde yönetimi üstlenir.
Kutsal Kitap ve sonrasındaki İslam kaynaklarında adından çokça söz edilen roman karakteri Davud, Filistinli Golyat'ı öldürmüş bir kraldır ancak kusurları ve üstünlükleriyle de insandır öncelikle. Roman boyunca karşımızda bütün çelişkileriyle ete kemiğe bürünmüş, "yumuşaklık ve zalimlik, aşk ve nefret, harpa çalmak ve savaş borusu arasında" yalpalayıp durmuş "bazan merhameti sınırsız" bazı durumlarda "kana susamışlığı söndürülme"miş, "kuşkulu davranışlarının kökleri belki karanlık geçmişinde" olan bir kral Davud vardır.
Sarayında, "doğrudan tanrının elinden çıkmış" ölçüde alımlı Bat-şeba ile ilk birlikteliğine tanık olan sadık hizmetçisi Safan'ı boğazına kadar toprağa gömdürüp gözlerini oydurtan Davud, cepheden çağırdığı Üriya'yı da hadım ettirerek ölüme gönderir. Bu kötü son, Üriya için "seçilmiş" olmanın belgesidir, bu gerekçeyle "Bat-şeba'nın uğruna ve rabbin emriyle kral Davud onun cinsel organını kurban etmiş"tir. Son yıllarında ordusuyla seferlere gitmediği gibi "garipleşmiş, yabancılaşmış" Davud, "şiirler yazıyor, çocuk yapıyor ve Rab tanrı ile sohbet" ediyordur. Kral Davud'un peygamberi Natan, kralına Bat-şeba'yı, "Tanrı'dan aldığın bir krallığın olmasına rağmen, saymakla tükenmez, ölçüsüz zenginliklerin ve halen elli iki karın olmasına rağmen" kocasının elinden alışının yanlışlığını imgesel dille anlatmaya kalkışırsa da başarılı olamaz. (Natan'ın bu yanlışlığı düzelme çabası, Kuran'da (Sad Suresi) bambaşka bir hikâyeyle anlatılmaktadır, belirteyim.) Davud, gençlik yıllarında "herkesi kendisini dinlemeye zorunlu tutar"ken, yorgun son yıllarında, "halkının şikâyetlerin dinlemeye başla"mıştır. Oğlu Abşolom ile giriştiği krallık mücadelesini Bat-şeba'nın yol göstericiliğiyle kazanan Davud öldüğünde oğlu Süleyman ülkesinin yeni kraldır,
Yanında getirdiği "incir ağacından yapılma küçük put" ile yeni evini/eşini benimseyen Bat-şeba, kadınlığını, kırıp dökmeden söz yerindeyse bilgeliğe varan bir olgunlukla sürdürür. Yasak aşkın ürünü kirlilikle doğmuş ilk çocuk, "pisliğin bir parçası, günahın bir dilimi" olduğundan hiç doğmamış sayılarak doğar doğmaz yok edildikten sonra "Kraliçe" Bat-şeba, biri geleceğin kralı Süleyman olan beş çocuk doğurur kral Davud'dan. Sarayında onca kadını varken ve "hiçbir kral eşi, kral danışmanları ve sekreterleri ya da rahipleri ile toplantı yaparken orada bulunamaz" iken Bat-şeba oradadır ve kral ile konuşmaktadır. Kralın sarayında beş çocuk doğuran yirmi yedi yaşındaki Bat-şeba, biraz da bütün gözleri üzerine çeken -öldürteceği- genç kız Tamar'ı kıskanarak, kadınlığının farkına varır ve peygamber Natan'a, artık doğurgan olmak istemediğini söyler. Natan, her ne kadar "erkeğin tohumu bir yerde çimlenmek zorunda" olduğu gerekçesiyle onun doğurmaya devam etmesini söylerse de Bat-şeba, "yeryüzüne gereksiz bir sürü oğlan doğur"mayı yararsız bularak doğurganlıktan vazgeçer. Sonrasındaki iktidar çekişmelerinde Davud'un en yakınında duran Bat-şeba, oğlu Süleyman'ı, babasının yerine krallığa taşır. Davud'un, Safan'ı öldürme gerekçesine benzer biçim de Bat-şeba da, oğlu Süleyman'ın krallığına Davud'un "cennet üzerine yemin" edişine tanık olan küçük oğul Şebanya'yı okla öldürür çünkü otorite, haddi aşanı sevmez. Süleyman, yönetecek yaşta ve deneyimde olmadığından Bat-şeba, ülkeyi yedi yıl başarıyla yönetir.
Lindgren, romanında kral Davud le kraliçe Bat-şeba dışındaki sayıca kalabalık isimlerle bu tarihsel olayı ayrıntılarıyla yürütüyor. Saraydaki sakat Mofiboşet, kral Davud'un selefi Saul'un oğlu Yonatan'ın, Davud'a emanet oğludur. Kral Saul'den sonra tahtın sahibi olacaklardan Davut ile Yonatan bir birine diş bilerken Yonatan ve babasının öldürülmeleri Davud'un yolunu açmıştır. Davut'un, yol gösterici ve "Rabb'ın soluğunun aracı" peygamberi Natan, romanda felsefi görüşleriyle dikkat çeker. Davud'un, taht kavgasına tutuşan iki oğlu; "herkesin görmek istediği gibi birisi" olan sıradan Amnon ile "yapmaya sadece Rab'ın hakkı olan bir şeyi yapmış" yani kardeşi, "Davud'tan sonra kral olabilecek olan Amnon'u" öldürmüş kardeş katili Abşolom da önemli tarihsel aktörlerdir.
Sarayında kaç kadın yaşadığı ve kaç çocuğun babası olduğu bilinmeyen -Rab'bın yasası gereği âşık olamasa da "arsızca ve utanmazca göz zevkini doyurabilir" diye kızı Tamar'ı sarayına taşıyan- kral Davud, sarayında har vurup harman savururken çilekeş halkı ne durumdaydı bilinmez ya son zamanlarında geçinebilmek için demircilik öğrenmiş, ilginç! Savaş alanından çağırılan Üriya, arkadaşları kötü koşullardayken evine, karısının yanına gitmezken buna karşılık nefsine yenilmiş kral Davud, tecavüz suçunu kapatmak için askerinin canıyla oynar. Büyüklüğün ve küçüklüğün seviye ölçüsüne bir bakınız.
Bugünün iktidar muhterisleri, baba Davud ile oğul Abşolom'un taht kavgasından ilham almışa benziyor, romandan öğrenecekleri çok şey var bence. Gerçekte, "Düşmanı olmayan hükmedemez, düşmanlar iktidar sağlar." ise, 'düşmanlık' endeksli iktidar kavgalarını da mubah saymamız gerekiyor. Giden kralın arkasından, "tüküren ve taşlar ve çakıllar atan" halk, aynı kişiler iktidar gücüyle dönünce "sevgiden ağlayan" bugünün idraksiz kalabalığıdır. Oğul Abşolom, krallık için babası aleyhine "kiralanmış adamları" ile propaganda çalışmaları yürütürken acımasızdır. Davud doğru söylüyor, "değişkenlik ilahidir" ve bu, "ruhlarına Rab'bın üflediği halka ait bir davranıştır." Davud'un 'iktidar' sorusu evrensel: "Seçilmiş olmak kaygan ve değişken bir durumdur, rüzgârı avuçlarında koruyabilen kim olabilir?"
Kadının, bir nesne/hediye olarak erkeğe/krala sunuluşu yanında, 'aşk' da entrikayı göz ardı etmeyen romanın tartışmaya açtığı kadim sorunlardandır. Davud'un oğlu Amnon, babasının Bat-şeba'ya el koymasını andırır biçimde ancak güç yerine bir hileyle "krallık tohumu olarak ortak yanları" olan kardeşi Tamar'ı kullanıp atar bir köşeye. Ne var ki onun yaptığı 'yanlış' sayılamaz çünkü "halk için geçerli olan kral oğullarına geçmez" de ondan. Tahtı ele geçiren kralın, "kraldan krala ikram" kadınlarını hazır bulması da ilginç. Kral Davud, "diğer oğulları koyun kırkma" işiyle uğraşırken "oğlu Süleyman'a ilk karısını armağan" etmiştir. Bütün bunlar, güçlünün lehine kutsalın iradesiyle gerçekleşir elbette.
Bet-Şeba, 'kral' olan Davud'un romanı olarak okunabileceği gibi Bat-şeba'ya 'âşık' Davud'un romanı olarak da okunmalıdır. Kaygıya bakınız: "Bat-şeba sensiz baş edemezdim, ruhumu tazeliyor, beni doğru yollara yönlendiriyorsun, kutsal yaş ile başımı yağlıyorsun. Ona bunları asla söyleyemem, tümüyle avucunun içine almış beni eğer bir de bunları söylersem rahibe bırakılmış bir kurbanlık kuzu gibi kendimi ona teslim etmiş olurum."
Hasan Öztürk kimdir? Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı'da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978). Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, 'kitap' eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile 'Edebiyat Ufku' , 'K24' ve 'Gazete Duvar' adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı. Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı 'kitap kültürü' dergisini yönetti ve dergide yazdı. Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile 'T24 Haftalık' ve 'Aksi Sanat' sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır. Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır. |