Yusuf Atılgan
Yusuf Atılgan, 1959’da yayımlanan ilk romanı Aylak Adam ile övgüye değer görülmüşken 1973’te yayımlanan Anayurt Oteli romanıyla da eleştirilerin odağında olan bir romancıdır. Cümlemdeki ‘romancı’ sözcüğünü, ‘yazar’ yerine özellikle seçtim çünkü Atılgan, andığım bu iki romanıyla bilinmiş, Bodur Minareden Öte (1960) adlı öykü kitabı ve yarım kalmış Canistan (2000) romanıyla çocuklar için yazdığı masal Ekmek Elden Süt Memeden (1981) ya da başka yazılarıyla pek konuşulmamıştır. Az ve aralıklarla yazmış Yusuf Atılgan (27 Haziran 1921-9 Ekim 1989), edebiyatımızın Aylak Adam ve Anayurt Oteli romancısıdır. Bu, hiç olmazsa benim için böyledir diyeyim.
Aralıklı da olsa edebiyatın gündeminde yer alan Atılgan, hakkındaki bazı yazıların derlemesi 1959’dan Günümüze Yusuf Atılgan Üzerine Yazılar (Can, Ağustos 2024) kitabıyla yeniden konuşulur oldu, umarım onunla bu sohbet uzun sürer. Cem Akaş’ın yayıma hazırladığı kitabı bir dostumun aracılığıyla edindiğimde kitabın içeriğinden önce, bendeki Atılgan ve bir de kitaptaki ben meselesiyle ilgilendim.
Atılgan’ın Ahmet Hamdi Tanpınar öğrenciliği benim için önemlidir ve romancıya bir tür yakınlık gerekçemdir. Atılgan’ın kendisi de bu öğrencilik döneminden övgüyle söz eder, Tanpınar’ın öğrencisi olmayı, “Recaizade’den Proust’a, Gide’e, iyi müziğe atlayarak anlattığı derslerin ve ara sıra özel konuşmalarımızın yazarlık mizacıma büyük etkisi olduğuna inanıyorum” sözleriyle kendisi için bir kazanç sayar. Tanpınar’ın Huzur’undan on yıl sonra yayımlanmış Aylak Adam romanını okuduğumda kişisel bazı yakınlıkları olsa da özüyle başka şeyleri anlatan iki ayrı yazarı gördüğümü söylemeliyim. Benim gördüğüm bu başkalıkları, Nurdan Gürbilek benim kuramayacağım bir dille anlatmıştı Yer Değiştiren Gölge (1995) kitabında, onun konuyla ilgili “Taşra Sıkıntısı” yazısı şimdi yeni derlemededir.
1959’dan Günümüze Yusuf Atılgan Üzerine Yazılar kitabını elime aldığımda, olmadığımı bildiğim halde yine de kendimi aradım kitapta, bulamadım elbette. “Mavi Yeşil” dergisinin Mart-Nisan 2010 tarihli 62. sayısında Aylak Adam hakkında bir yazım yer almıştı, yazıyı daha sonra Aynadaki Rüya (2013) kitabıma almıştım. Atılgan hakkındaki yazıları derleyen Akaş, benim yazımdan haberdar mıydı, hiç sanmıyorum. Belki de yazım, onun kitabın oluşmasında “bir bu kadar yazının dışarıda kaldığını söylemem gerekir” dediklerindendir. (Vaktiyle benzer biçimde, Tanpınar için yapılmış Bir Gül Bu Karanlıklarda (2002; haz. A. Uçman-H. İnci) kitabında da kendimi aramış, bulamamıştım. Neyse ki kitabın “Bibliyografya” kısmında Tanpınar konulu yedi yazımın adı verilmişti.)
Edebiyatın ilgili okurları 1959’dan Günümüze Yusuf Atılgan Üzerine Yazılar kitabının pek çok yazısıyla önceki yıllarda karşılaşmışlardır, bu gerekçeyle kitabının yazılarından tanıtım amacıyla söz etmeye gerek görmüyorum. Öyle ki çokları, bu yazıları dergilerde ilk yayımlandıklarında okumuşlardır. Dergilerde yayımlanmış yazıları, ilgili yazarların kitaplarında okuyanlarımız da vardır. Yusuf Atılgan’a Armağan (1992; haz. T. Yüksel, E. Canberk, A. Hatipoğlu, Y. Çotuksöken, M. S. Koz) kitabına bakmış olanlar, 1959’dan Günümüze Yusuf Atılgan Üzerine Yazılar’ın pek çok yazısını orada görmüşlerdir. Akaş’ın, yayım sırasıyla oluşturduğu kitabı, 1959’da yayımlanan Aylak Adam romanını konu edinen “Açıkoturum” (Dost, Mayıs 1959) ile açılıyor ve Selim İleri’nin “Defterimde Yusuf Atılgan” (Oggito, 2017) yazısıyla kapanıyor. Ekrem Işın ve Selim İleri, ikişer yazısıyla seçkideki iki isimdir, bunu belirteyim.
1959’dan Günümüze Yusuf Atılgan Üzerine Yazılar kitabını eline alanlar, yazı başlıklarına baktıklarında Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam ve Anayurt Oteli yazarı olduğunu hemencecik göreceklerdir. Konuya giriş babından Berna Moran’ın, -Türk romanına eleştirel bir bakış 2 kitabında yer almış- “Aylak Adam’dan Anayurt Oteli’ne” yazısıyla başlamakta yarar var. Anılan iki romanın öne çıkışındaki taşra, yalnızlık, yabancılaşma, birey vb. değerlendirmeler için öncesinde haberdar olduğumuz birkaç yazının adını özellikle vurgulamak istiyorum. “Gündelik Yaşamın Eleştirisi: Aylak Adam” (Ekrem Işın), “İki Taşralı: Bilbaşar ve Atılgan’da Yabancılaşmış Birey Üzerine Notlar” (Ahmet Oktay), “Taşra Sıkıntısı” (Nurdan Gürbilek), “Taşralı Bir Aylak: Yusuf Atılgan” (Ekrem Işın) ve “Arzunun O Belirsiz Nesnesi” (Orhan Koçak). Kitaptaki başka yazıların hakkını yemeyelim elbette lakin bu adını verdiklerim, Atılgan bilecek edebiyat okurların işini kolaylaştıracaktır. Adını verdiğim yazıları, Işın’ın deyişiyle “örgüsü gevşemiş bir toplumun insanları” olarak yalnızlığa, romana ve belki C. ile Zebercet’e varışımızı göstermede değerli sayıyorum.
Yazımın ilk cümlesinde Anayurt Oteli’nin vaktiyle eleştirilerin odağındaki bir roman olduğunu söylemiştim. Bedrettin Cömert’in “Yazık Oldu Zebercet Efendi’ye” yazısını Eleştiriye Beş Kala kitabında okumuştum ki hayli sert bir yazıydı, döndüm şimdi yeniden okudum yazıyı. “Ben bu kitabı, dili anlatım aracı olarak kullanan hiçbir türün içine sokamadım. Doğrusunu isterseniz, dille ve dille yaratılan her ürüne birazcık saygısı olan herkesin, anlatımsızlık, iletişimsizlik ve çirkinlik adına suçlaması gereken bir şey bu kitap. Bu nedenle ne roman ne eser diyebiliyorum; şey ve kitap adlarından başkasını yakıştıramıyorum ben Anayurt Oteli’ne.” Cömert, bu sert yargılarının gerekçelerini de açıklamış yazısının devamında. Romanı ‘toplumcu’ bakışla değerlendiren Mücahit Gültekin de “üzerinde pek düşünmeyi gerekli kılan yapıtlardan” saymadığı romanın Zebercet’ini “tarih dışı, toplum dışı bir yaratık” olarak görür. Cengiz Güleç, “Siyasal sorumlulukların en başat ahlaki değer olarak yüceltildiği bir dönemde toplumsallık ve kolektivizmi vurgulamak yerine sapkın bir bireyi konu almak en hafif değerlendirmeyle, yadırganıyordu.” belirlemesiyle “bir ruh hekimi olarak” Zebercet üzerinden romanın varoluşçu sorgulamadaki ustalığını gösterip edebiyata ‘toplumcu’ yaklaşımların romanı kavrayamadığını ima etmişti yazısında. Anayurt Oteli’ni “Faulkner, Joyce, Dostoyevski gibi yazarlarla bizde Cemil Süleyman, Samet Ağaoğlu ve Oğuz Atay benzeri yazarların romanlarıyla “akraba” sayan Kemal Bek, yazısını “Böylesine zor bir konuyu, Yusuf Atılgan, klasik bir anlatımla bilinç akımı tekniğini ustaca harmanlayarak hem ilgi çekici, soluk soluğa okunan usta bir biçemle vermiş, hem de güçlü, işlevli çağrışımlarla zengin bir roman dili yaratmıştır.” cümleyle tamamlamış.
Anayurt Oteli de tıpkı Tutunamayanlar benzeri, Türkiye coğrafyasına zamansız doğmuş ve edebi itibarını sonraki zamanlarda kazanabilmiş bir romandır. Akaş’ın derlemesinde romanla ilgili başka yazılar da var ancak ben, romana büsbütün başka pencerelerden bakanların sayıca denkliği için ikişer örnek yazı seçtim. Amacım, çok anlamlı edebiyat metinlerine bakışın, zamana ve kişilere bağlı olarak değişkenliğini göstermektir. Romanı ‘değersiz’ bulan iki isim Cömert ve Gültekin, yazılarını Türkiye’de siyasal sorumlulukların öncelikli olduğu dolayısıyla edebiyatın da toplumcu bir bakışla yalnızca araç olarak görüldüğü 70’li yılların başlarında yazmışlardır. Buna karşılık romanı estetik kaygıyı önceleyen edebiyat metni olarak değerlendiren son iki yazıysa 90’ların başlarında yazılmıştır. Edebiyatın eğitim derslerine ve kuramsal kitaplarına girmesi gereken bu edebiyat metnini alımlayış durumunu Selim İleri’nin üç yazısıyla somutlaştırayım istiyorum.
İleri’nin, 1959’dan Günümüze Yusuf Atılgan Üzerine Yazılar kitabında iki yazısı var: “Bir Roman-Bir Eleştirmen” (Yeni Ortam, 10 Ocak 1974) ve “Defterimde Yusuf Atılgan” (Oggito, 2017). İleri’nin, adını verdiğim “armağan” kitabında “Yusuf Atılgan İçin” (Argos, Kasım 1989) yazısının olduğunu da belirteyim. Yazımın başlığına eleştiride özür beyanı ibaresi ekleyişim, İleri’nin yazılarındaki kayıtlara geçmesi gereken metne bakış değişimidir.
“Bir Roman-Bir Eleştirmen” başlıklı yazının yirmi beş yaşındaki yazarı Selim İleri, “gerçekte yayımlanması (belki de yazılması) hayli gecikmiş, dönemini çoktan doldurmuş” dediği Anayurt Oteli romanını yerden yere vurmakla kalmaz, roman hakkında olumlu görüşler belirten “Edebiyatın artık hiçbir şekilde siyasetten ayrı düşünülemeyeceğinin bile bilincinde değil.” dediği Rauf Mutluay’ı da bir güzel paylar. Sanatsal bazı oyunları sayılmazsa tek kelimeyle “müstehcen” bir romandır Anayurt Oteli. İleri’ye göre “otuz yıl öncesine dönmüş” Atılgan, “Camus taklidi bir roman” yazmakla kalmamış, bu “kötü taklit” romanın sayfalarında “Dostoyevski, Rilke, Peyami Safa, hatta Erdal Öz” gezinip dursun istemiştir ne yazık ki. Yetmişli yılların Türkiye’sinde “bireyin ruhsal sorunlarını, toplumdan düzenden, Türkiye’ye ilişkin gerçeklerden soyutlayarak, sıyırarak anlatmış” roman Anayurt Oteli, “1970 sonrası Türkiye’sinde, bilinçli ya da bilinçsiz ama düpedüz topluma ve olaylara sırtı dönüklüğün, bir yazar ihanetinin örneği” iken lise edebiyat öğretmeni Mutluay’dan böyle bir romanı övme gerekçesini açıklamasını ister yirmi beş yaşındaki Marksist (!) eleştirmen Selim İleri.
İleri’nin, Kasım 1989 tarihli Argos dergisinde, 9 Ekim 1989’da ölen Atılgan hakkında yayımlanan ‘özür’ yazısının ilk iki cümlesi: “Anayurt Oteli üzerine sonraları yine yazdım. Ne var ki ilk yazımın lekesini hiçbir zaman silemeyeceğim.” 1974’teki yazısı için “utanç” duyduğunu açıkça söyleyen İleri, o yazıyı yazma gerekçesini açıklar. “Öyle bir hava esiyordu, herkes birbirinin ‘devrimci’ yargıcı kesilmişti, herkes ilericilik yarışındaydı.” Yazısında ‘toplumsal sancıların verimi’ romanın hakkını teslim eden İleri, üzdüğü yazarın kalenderliğini yazmayı da ihmal etmez. “Defterimde Yusuf Atılgan” yazısı, Argos’taki ‘özür’ yazısının bir devamıdır, üstüne üstlük Kemal Bilbaşar ve Oğuz Atay da eklenmiştir özür listesine. Burada söz konusu edilen Anayurt Oteli ile sınırlı kalmayan eleştiri/değerlendirme biçimleri, edebiyatın sanat metinlerini algılama tarzını göstermesiyle dikkate değerdir.
Düzyazının İnce Sesi (2002; çev. Şadan Karadeniz) kitabının yazarı Giorgio Manganelli, “Bir yazın uygarlığı okumalardan oluşmaz, yeniden okumalardan oluşur; belki de yalın bir biçimde söylersek uygarlık budur” diyor ya bu, ‘ben buradayım’ diyecek her bir yazarın “yeniden” okunma sorunudur. Edebiyat ortamında Aylak Adam ve Anayurt Oteli romanlarıyla kendisine özgü bir yer edinmiş az yazan Atılgan, bundan böyle çok okunur mu, üzerinde durulmaya değer. Atılgan, kendi okurluğuyla yazarlığını “okuyacak bunca güzel kitap varken yazarak ne diye canımı sıkayım,” sözüyle anlatmıştı, bu içtenliği umarım kendisine olumlu geri dönüş olur. Bugünlerde ne çok kişi yazıyor da ideal okurun varlığı her geçen gün daha sıklıkla tartışılıyor. Edebiyatın, politik/toplumsal sorumlulukların emrinde bir araç olarak görülmesi, yetmişli yıllardaki ‘devrimci’ kaygıyla olmasa da başka beklentilerle ‘mubah’ görülüyor. Tıpkı saftaki yerini alması istenen okumuş yazmışlar gibi edebiyatın da toplumun ihya hizmetine talip olması bekleniyor. Atılgan’ın aylak adamı C., “Sevişen iki kişinin kurduğu toplum. Toplumsal yaratıklar olduğumuza göre, insan toplumlarının en iyisi bu daracık, sorunsuz, iki kişilik toplumlar değil mi?” sorusuyla insanî varlığımızın bizi içine çektiği dünyadan söz ediyor. Zebercet de ondan geri değildir tek kişilik dünyasında. 1959’da yayımlanan Aylak Adam için aynı yılın sonlarında düzenlenen açıkoturum 12.30’da açılmış, 18.45’te dağılmış; kaç romanın böyle bir şansı oldu ki… 1973’te yayımlana Anayurt Oteli hakkında aynı yılın sonlarındaki yazısında Mutluay, “Hafta içinde kiminle karşılaştıysam hep aynı kitaptan söz açma ihtiyacı duydum.” diyor yazısında; bugün böyle mi?
Schopenhauer’un sevdiğim bir karşılaştırması var: “Hayatta nasılsa edebiyatta da öyle: Her nereye dönseniz derhal kendinizi düzelmez, yola gelmez, bir insan güruhuyla karşı karşıya buluyorsunuz, her tarafı her bir köşeyi doldurmuşlar, tıpkı yaz sinekleri gibi sürü halinde her yere doluşup her şeyi kirletiyorlar. Bir yığın berbat kitap, gıdasını buğday başaklarından alan ve sonunda onu boğup kurutan edebiyatın istilacı yabanî otları da öyle…” İçinde, “Anı Yazarı Abdülhak Şinasi Hisar” yazımla yer aldığım Günlerden Kalan (2024) kitabının editörü Şener Şükrü Yiğitler’in kitaba eklediği “Günlerin Köpüğü Çekildiğinde” başlıklı yazısının Schopenhauer esiniyle Atılgan’ın ‘yeniden’ okunurluğunun güçlüklerine bağlayarak okuyalım derim.
Oğuz Atay, “Demiryolu Hikâyecileri” öyküsünün sonundaki “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” sorusuyla “sevgili” diyerek uyardığı iyi okuru yalnızca kendisi için istemiş olamaz diye düşüyorum. 1959’dan Günümüze Yusuf Atılgan Üzerine Yazılar, Atılgan’ın iyi okurları için kılavuz kitap olsun isterim.
Hasan Öztürk kimdir? Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. Selçuk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisindeki yazılarıyla başlayan Hasan Öztürk, sonraki yıllarda; -bir iki yazısıyla adı geçenler sayılmazsa- Milli Kültür, Türk Edebiyatı, Türkiye Günlüğü, Polemik, Liberal Düşünce, Dergâh, Arka Kapak adlı dergiler ile K24, Gazete Duvar ve Aksi Sanat adlı sanal ortamlarda yazdı. Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa sürelik (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı "kitap kültürü" dergisini yönetti ve dergide yazdı. 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında, Roman Kahramanları ve Kitap-lık dergileriyle T24 Haftalık ve Sanat Kritik adlı sanal ortamlarda aralıklarla yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017), Üç Duraklı Yolculuk (2021) ile İktidarın Gölgesi ve Roman (2022) adlı kitapları yayımlandı. Hasan Öztürk'ün ilk yedi kitabını konu edinen "Hasan Öztürk'ün Eleştirel Denemeciliği" (Zeynep Şule Şahin, Ahi Evran Üniversitesi, Kırşehir 2023) adlı yüksek lisans tezi hazırlanmıştır. |