Hasan Cemal

17 Kasım 2020

"Vatan haini" Yıldız Tilbe'ye mektup; canını fazla sıkma!

Dersim acısını hissedenler için... Dersim yalanlarına isyan edenler için...

Bu yazım Yıldız Tilbe'ye...
Dersim acısını içinde hissedenler için
yazıyorum bu yazıyı...
Yıldız Tilbe'yi vatan haini ilan etmişler.
Neden?
80 küsur yaşındayken yalancı şahit eliyle
yaşı küçültülüp 15 Kasım 1937'de
Dersim'de idam edilen Seyid Rıza'yı
sevdiği için vatan haini demişler
Yıldız Tilbe'ye...


İdam sehpasına yürürken cellatlarına:  

Ben sizin yalan ve hilelerinizle
baş edemedim, bu bana dert oldu
ama ben de sizin önünüzde
eğilmiyorum, bu da size dert olsun!

diye bağıracak kadar dik durmuş
Seyid Rıza'ya, 83 yıl sonra daha hâlâ
mezar yeri bilinmeyen, 83 yıl sonra
daha hâlâ mahkeme tutanakları gizli tutulan
Seyid Rıza'ya sevgisini saklamayan
Yıldız Tilbe'yi vatan haini ilan etmişler.
Ama o da geri basmamış, yürekli
davranmış, tweet üstüne tweet atmış:
  

Seviyorum Seyid Rıza'yı ve Şeyh Said'i
ve birçok evliyayı...
Size mi soracağım kimi seveceğimi...
Siz de kimi istiyorsanız onu sevin.
Siz sevmeyebilirsiniz
benim sevdiklerimi,
öyle bi talebim yok.
Kimi seveceğim
ve kimi sevmeyeceğim
kalbimden gelen bir şey...
Düşüncelerimden dolayı asın beni de
ya da hislerimden, inançlarımdan da
asabilirsiniz.


1937 ve 1938 yıllarının Dersim'inde
devlet tarafından işlenen insanlık suçu
nedir, Cumhuriyet tarihimizin 83 yıl sonra
bugün hâlâ yüzleşemediğimiz
kepaze sayfası nedir sorularının yanıtlarını,
2010 yılında yayımlanan Kürt Sorununa
Yeni Bakış: BARIŞA EMANET OLUN
isimli kitabımdan aşağıda özetliyorum. 

* * *

Resmi tarih, 1937 ve 1938 yıllarının
Dersim'inden, "Tunceli'de eşkıya isyan etti,
bastırıldı,
" diye bahseder.
Gerçek bu değildir.
Dersim'de isyan olmadı.
Dersim'de, Dersimlilerin "Tertele"
dedikleri bir kıyım yaşandı.
Devrin hükümetleri tarafından planlı
programlı olarak önceden hazırlanmış
ve acımasızca uygulanmış olan,
eski deyişle bir tenkil harekâtı,
bir katliam...

Yıl 1926
Mülkiye müfettişi Hamdi Bey
raporunu yazar İçişleri Bakanlığı'na:

Dersim gittikçe Kürtleşiyor,
tehlike büyüyor. Dersim,
Cumhuriyet için bir çıbandır.
Bu çıban üzerinde
kesin bir ameliyat yaparak
acı sonuç ihtimali önlenmelidir.

Yıl 1931
Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın
hükümete verdiği rapordan: 

Dersim cahildir.
Zorunlu iskan uygulanmalıdır.
Yüksek memurlara koloni [sömürge]
yönetimlerindeki yetkiler verilmeli.
Kürt kökenli yerli memurlar
tümüyle bölgeden çıkarılmalı.
Dersimli okşanmakla kazanılmaz!
Silahlı kuvvetlerin müdahalesi,
Dersimliye daha çok tesir yapar ve
iyileştirmenin esasını oluşturur.
Türk toplumu içinde Kürtlük eritilmelidir.

Yıl 1932
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın
hükümete verdiği rapordan:

Kuzey Dersim halkı batıya göç ettirilmelidir.
Askerî harekât başlamadan önce
tüm silahlar toplanmalıdır.
Yerli memurlar casustur.
Dersimlilere kendilerinin aslen
Türk olduklarını öğretmek lazımdır.
Uçakların talim uçuşları
Dersim üzerinde yapılmalıdır.

Seyid Rıza Elazığ'da mahkemede

Dersim 1937/38 sorusunu,
ODTÜ Sosyoloji Bölümü'nden
Prof. Mesut Yeğen şöyle yanıtlar: 

1930'lara gelindiğinde Cumhuriyet,
Tanzimat'tan beri boyun eğdirilemeyen
Dersim'i, önce İskan Kanunu (1934),
ardından da Tunceli Kanunu'yla
adım adım kuşattı, 1937 ve 38'deki
harekâtla da "fethetti."
1937-38'de ne bir anda patlayıp da
bastırılan bir isyan vardı ortada,
ne de örgütlü, planlı bir ayaklanma.
Olan biten, Dersimlilerin
"hayat alanlarını", "hali" korumak
için gösterdikleri ve bedelini
"mübalağa katliam, mübalağa sürgün"
ödedikleri kararlı ve fakat
"nafile" bir direnişten ibaretti. 

Tarih, 17 Haziran 1937.
Son Posta gazetesi manşet atar:

Dersim meselesi tarihe karıştı!
Asiler sıkı bir çember içine alındılar.
Tunceli'de kahraman kuvvetlerimiz
vaziyete hâkimdir.
Asiler sığındıkları sarp
dağlarda imha ediliyorlar.

Berlin, 26 Kasım 2010
Hayatımda ilk kez Dersim üzerine bir
konferans izliyorum, adı,
1937/1938 Dersim: Bir Soykırımın Tanınması.
"Tertele'yi, kıyımı konuşmak istiyorum,"  
diye başlıyorum, "acıların üstüne,
unutturulmak ve bastırılmak istenen
acılar üstüne konuşmak istiyorum.
"
Şöyle devam ediyorum:

Acıların kaynağında inkâr edilen
kimlikler var, hayat tarzları var.
İnkâr edilen kökler var.
Yine acıların temelinde yatan dini
kimlikler, mezhepler üstüne
konuşmak istiyorum.
Ancak kimlikler, kökler kaybolmuyor,
acılar unutulmuyor.

Şu noktaları vurguluyorum:

Geçmişle, gerçeklerle yüzleşmeden
barış ve huzuru yakalamak da,
özgürlükler düzenini
yakalamak da çok uzak ihtimaldir.

Dersim acısının, "Tertele"nin resmi tarih
tarafından nasıl unutturulmak
istendiğine işaret ediyorum.
Kürtlerin, Alevilerin acılarını
yıllar yılı nasıl içlerine gömdüklerine,
acılarını nasıl gizlice yaşadıklarına değiniyorum.
Seyid Rıza'nın cenazesinin de
yok edildiğini, mezarının da
yok edildiğini söylüyorum.
Resmi tarih buyurdu ki:

Yalanda yaşayacaksın! 

Bir süre yaşadık, ama sonra resmi tarihe
burada olduğu gibi isyan ettik.
Seyid Rıza'nın idam sehpasına yürürken,
"Kerbela evladıyız! Hatasız, günahsızız.
Bu ayıptır! Bu zulümdür, cinayettir!
"
diye attığı çığlığa hiç olmazsa bu kadar yıl
sonra kulağımızı açabildik.
Seyid Rıza'nın darağacına giderken attığı
çığlığı bizzat duyan, zamanın emniyet
müdürlerinden [1960'larda
Demirel
hükümetlerinin Dışişleri Bakanı]
İhsan Sabri Çağlayangil, kendisi de
Dersimli olan CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu'nun teybine
1986 yılında şöyle der: 

Mağaralara iltica etmişlerdi.
Ordu, zehirli gaz kullandı,
mağaraların kapısının içinden.
Bunları fare gibi zehirledi.
Yediden yetmişe, 
o Dersim Kürtlerini kestiler.

Demirel'in Dışişleri Bakanı Çağlayangil'den Kılıçdaroğlu'nun teybine:
"Yediden yetmişe, o Dersim Kürtlerini kestiler."

Eski Hava Kuvvetleri komutanlarından,
12 Mart Darbesi'nin altında imzası olan
rahmetli
Muhsin Batur Paşa anılarında,
genç bir havacı subay olarak Dersim'deki
"özel görevi"nden şöyle söz eder:

Elazığ'ın biraz uzağında,
Harput'un eteklerinde
çadırlı ordugâh kurduk.
Bir müddet sonra ilk durak
Pertek olmak üzere harekete geçtik.
Ve iki ayı aşkın süre özel görev yaptık.
Okuyucularımdan özür diliyor
ve yaşantımın bu bölümünü
anlatmaktan kaçınıyorum.

12 Mart'ın Hava Kuvvetleri Komutanı
Batur Paşa:
"Özür diliyor
ve yaşantımın bu bölümünü
anlatmaktan kaçınıyorum."

Demirel, 1991 yılı Şubat ayında,
DYP'nin başında ana muhalefet lideriyken,
bir akşam Ankara'da,
Anadolu Kulübü'nde
bana şunları söylemişti:
 

Asker 1980 öncesi benden
"Dersim Kanunu" istedi.
Vermedim. Benden bunu
istemeyin dedim.
Dersim'de korkunç
şeyler olmuştur.
Renkli bir mozaiktir Anadolu.
Yirmi küsur dil vardır.
"Ne mutlu Türküm diyene"ye gelince...
Bakmayın, "olana" dememiş falan,
biraz ırkçılık kokar."

Demirel'den HC'ye: "Dersim'de korkunç şeyler olmuştur."

Başbakan Erdoğan'ın
daha yakın geçmişteki
(2010 yılındaki)
"Dersim'de 50 bin kişi katledildi"
sözüyle birlikte, Çağlayangil'in tanıklığı
ve Muhsin Paşa'nın söyledikleri bile
kendi başına Dersim 37-38'in nasıl bir
kıyım olduğu gerçeğinin altını çiziyor.


Erdoğan 2010'da "Dersim'de 50 bin kişi katledildi" dedi

Aradan 70 küsur yıl geçmiş olmasına
rağmen tarihimizin bu rezil sayfasının
bugün bile hâlâ gizli tutulmaya,
unutturulmaya çalışılması
ve devlet arşivlerinin yasak olmamasına
rağmen hâlâ açılmamış olması,
yalnız acı değil, aynı zamanda acıklıdır.
(Hasan Cemal, Kürt Sorununa Yeni Bakış:
BARIŞA EMANET OLUN
,
Everest Yayınları, sayfa 217-222)

Demirel hükümetlerinde Dışişleri Bakanlığı yapan İhsan Sabri Çağlayangil (ortada),
eski Başbakanlar Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit ile birlikte

* * *

Evet, Yıldız Tilbe;
Canını fazla sıkma.
Şunu da yaz bir kenara:
Tarihimizdeki acılarla, kırımlarla,
soykırımlarla yüzleşemediğimiz
sürece, "resmi tarih"in bizi
yalanda yaşatmak isteyen sayfalarından
hesap soramadığımız sürece,
bu güzel memlekete barış, huzur
ve demokrasi gelemez.
Ne yazık ki öyle.