Ne yazayım bugün?
Yazacak o kadar çok konu var ki.
Konuların her biri, her Allah’ın günü internete girdiğim andan itibaren vücut kimyamı fena halde bozuyor.
Tabii Saray’daki Sultan hiç eksik olmuyor.
Bu durum böyle giderse, ruh sağlığım bozulabilir diye de düşünmüyor değilim.
Kim bilir, belki çoktan bozuldu.
Ne yazayım?..
Çocukların, kadınların, işçilerin kanını içerek semiren vampir devleti yazacaktım bugün.
Sağduyusunu, vicdanını çoktan yitirmiş bu ülkede; iktidarın tepelerinin teşviki, sırtı sıvazlanan esnafın yardımı, satılmış medyanın tahrikleriyle devletin polisi tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın anısına ağıt yakacaktım.
Bir oğul yitirmek ne demektir en iyi analar bilir, diyerek annesiyle birlikte ağlayacaktım.
Hrant’tan da söz edecektim.
Ali İsmail’i katleden devlet gücüyle Hrant’ın katillerinin aynı derin karanlıklarda yuvalandıklarını, aynı kanlı zihniyetin taşıyıcıları olduklarını söyleyecektim.
Ve Hrant’ın arkadaşlarının sloganını hatırlatacaktım:
“Biz bitti demeden bu dava bitmez!”
Oya Baydar’ın dünkü T24 yazısı böyle başlıyordu. Benim de içimden geçenleri özetlemişti.
Ama sabah vakti Adalet Bakanlığı’nın Roboski’ye ilişkin savunmasına gözüm ilişince gerçekten tepem attı.
Ya da vücut kimyası falan kalmadı.
Roboski dosyasını askerle
birlik olup kapattınız
34 masum insanın paramparça edilmiş olması, anlaşılan, sizi hiç rahatsız etmedi. Askerle birlik olup dosyayı kapattınız
Yazıktır günahtır.
Biliniyor, katliamla ilgili bir özür bile dilemediniz.
Başbakan olarak Tayyip Erdoğan lütfedip bir taziye için Roboski köyüne bile gitmedi.
Askeri savcılık takipsizlik dedi.
Gıkınız çıkmadı.
34 masum insanın, Kürt köylüsünün savaş uçakları tarafından paramparça edilmiş olması, anlaşılan, sizi hiç rahatsız etmedi.
Askerle birlik olup dosyayı kapattınız.
Şimdi de Anayasa Mahkemesi önünde savunuyorsunuz bu rezilliği.
'Makul katliam' savunması!
Evet rezillik.
İnsanlık adına rezillik!
Allah için şu satırlara bakın:
“Daha sonra bir hata olduğunun anlaşılması, kullanılan gücü otomatik olarak haksız hale getirmez.”
Devam ediyor:
“Aksini düşünmek, devlete ve kanun adamlarına görevlerini yaparlarken, belki de kendilerinin ve diğerlerinin yaşamlarına zarar verebilecek gerçekçi olmayan bir külfet yüklemek olur.”
Ve ekliyor:
“Bununla birlikte olayın içinde bulunduğu koşullar, güç kullanılmasını gerektiren makul bir inancın varlığını göstermelidir.”
Ben hukukçu değilim.
Ama yukarıdaki satırlara, ‘Erdoğan iktidarı’nın bu savunmasına karşı isyan ediyorum.
İsyan etmek için hukukçu olmak gerekmiyor.
Bunun için insan olmak yeterli.
Vicdan sahibi olmak yeterli.
Erdoğan iktidarı askeri
vesayetle aynı yolun yolcusu
Bir zamanlar askeri vesayet, insan haklarını çiğnerken hangi argümanları kullanmışsa, bugün de Erdoğan iktidarı aynı yolun yolcusu
Roboski’de işlenmiş ‘insanlık suçu’nu askerle işbirliği içinde savunan, böylesine bir rezaletin üstünü örtmeye kalkışan bir iktidar, Erdoğan iktidarı, bundan böyle haktan hukuktan adaletten söz edemez.
Etse bile inandırıcı olamaz.
Zaten inandırıcılığını çoktan kaybetti.
Şunu bir kez daha bir kenara yazın:
Bir zamanlar askeri vesayet, insan haklarını acımasızca çiğnerken hangi bakış açılarını, hangi argümanları, hangi aletleri kullanmışsa, bugün de Erdoğan iktidarı uzunca zamandır aynı yolun yolcusu olmuş durumda.
Roboski katliamı bu bakımdan son derece çarpıcı bir örnektir.
Askerle işbirliği içinde böylesine korkunç bir katliamın üstünü örtmek isteyen Erdoğan iktidarı, bir zamanlar ‘derin devlet’in hiç ağzından düşmeyen söz konusu vatansa gerisi teferruattır zihniyetine sahip çıktığını apaçık sergilemiştir.
Erdoğan, mücadele ettiği zihniyeti benimsedi
‘Söz konusu vatansa gerisi teferruattır’ diye tarif edilen zihniyettir, devlet içindeki adı Ergenekon olan o hukuk dışı çekirdeği yaratan…
Yine bu zihniyettir, ‘faili meçhul cinayetler’le Güneydoğu’yu cehenneme çeviren…
Susurluk’la devleti hukuk dışına çıkaran…
Asker içinde darbe tezgâhları kurduran…
Rahip Santoro cinayetini işleten, Hrant Dink suikastını, Zirve Yayınevi katliamını yaptıran…
Bütün bunlar, kökleri ta İttihat Terakki’ye uzanan ‘söz konusu vatansa gerisi teferruattır’ kafasının ürünüdürler.
Bir ara, 2000’lerin ilk yıllarında Tayyip Erdoğan da bu zihniyetle şöyle ya da böyle mücadele etmişti.
Ama iktidarın iplerini eline geçirdikçe, tek adamlaştıkça, devlet benim demeye başladıkça, o da ‘söz konusu vatansa gerisi teferruattır’ zihniyetini benimsedi.
Bir zamanlar bu zihniyet, komünist diyerek, mürteci diyerek karşısındaki muhalefeti ezer geçerdi.
Bugün aynı zihniyeti devlet adına benimsemiş olan Erdoğan artık paralelciler diyerek, karşısındaki muhalefeti eziyor, demokratik hak ve özgürlükleri yerle bir ediyor.
O günleri göreceklere ne mutlu
Uğur Mumcu’yu rahmetle anarken, 'Silahların sustuğu, düşüncelerin kır çiçekleri gibi açtığı günleri göreceklere ne mutlu' sözlerinin altını çiziyorum
Tayyip Erdoğan, kendi ‘darbe’sini ve ‘tek adamlığı’nı sağlama bağlamak için şeytanla bile işbirliği yapabileceğini ele güne gösteriyor.
Roboski katliamını yapan ‘devlet gücü’nü bile mazur gösterebilen bir iktidardan her şey beklenebilir.
Hatta yarın çıkıp, gözlerimizin içine baka baka, “Uğur Mumcu suikastı da paralelcilerin işidir” bile diyebilir.
Bu memlekette siyasal cinayetler, suikastlar karanlık dehlizlerde kaybolup gidiyor.
Ne yazık ki öyle.
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” kafası kontrol altında tutuyor bu karanlık dehlizleri…
Sevgili arkadaşım Uğur Mumcu’yu bunca yıl sonra bir kez daha rahmetle anarken, onun şu sözlerinin altını çiziyorum:
“Silahların sustuğu, düşüncelerin kır çiçekleri gibi açtığı günleri göreceklere ne mutlu!”